Google Play Store
App Store

Kimin elinin kimin cebinde olduğunu, yalnızca ellerin sahiplerinin bildiği ama sıradan vatandaşlar için “muamma” olan Ortadoğu’da, kapı komşumuz Suriye’deki savaşın ateşi yeniden harlandı. Savaşın ilk kurbanı gerçekler olduğundan “muamma”nın katmerlendiği günlerdeyiz.

Bir parça akıl yoluyla ilerlemeye çalışacaksak, savaşın Suriye topraklarının ötesindeki aktörlerini ve onların hedeflerini görebilmek gerekiyor.

O aktörlerin en önemlilerinden üçü; ABD, İsrail ve Türkiye, gelişmeleri “izlediklerini”, resmen terör örgütü saydıkları HTŞ’nin operasyonuyla “hiçbir ilgilerinin olmadığını” söylüyorlar. “Ulusal çıkarlarını” ve sahadaki varlıkları ile kazanımlarını korumak için gerekeni yapacaklarını da vurgulayarak.

Diğer iki önemli aktör, Rusya ve İran, hedefteki Esad rejimine desteğe devam edeceklerini açıkladılar.

Türkiye yaşananların sorumlusu muhalefetle uzlaşmayan Esad derken, İran olup bitenleri ABD+İsrail müdahelesi ve Siyonist bir plan olarak açıklıyor.

İsrail’in “yakından izlemesi”nin nedeni ise “mevcut kalkışmanın yarattığı ortamdan yararlanan İran’ın Suriye’ye Esad’ın durumunu sağlama alacak kadar silah ve personel gönderme olasılığı.

Şimdilik en zararlı görünen Orta Doğu’daki “İran ekseni”. İran, Hizbullah’la birlikte, Lübnan’da kendileri için hiç avantajlı olmayan ateşkesi kabul ettikten hemen sonra, Suriye’deki HTŞ operasyonu ile karşı karşıya kaldı. Suriye’de Sünni örgütlere karşı elde ettiği kazanımları kaybetmeye başladı.

Suriye’nin siyasi haritası, İran aleyhine ve İsrail’in arzuladığı biçimde değişecek mi? Rusya ve İran böylesi bir gelişmenin önüne geçebilecek mi? Şimdi asıl sorular bunlar.

Suriye’ye ilgisinin sınır boyundaki PKK/YPG varlığı olduğunu söyleye gelen Türkiye’nin bu aşamada hoşnut olduğunu düşünmek için iktidar yanlısı medyanın HTŞ’nin ilerleyişini ve Halep’in “özgürleşmesini” nasıl sevinçle karşıladıklarına bakmak yeter.

Gerilimi azaltıp silahsızlandırma görevinin Türkiye’de olduğu İdlib’te, geçtiğimiz birkaç yılda HTŞ’nin nasıl ağır silahlar, tanklar, dronlar edinerek böylesi bir saldırıyı gerçekleştirebilecek düzeye geldiği sorusu, Türkiye’nin yaşananlarla bir ilgisi olmadığı iddiasını epey zayıflatıyor.

Kökü El Kaide’ye uzanan HTŞterörist” sayılan bir örgüt. Ancak, ABD açısından Suriye’deki İran ve Rusya etkisini zayıflatıyorsa bu sorun değil!

Türkiye ise, asıl olarak, PKK/YPG’nin Suriye denkleminden ne ölçüde çıkarılacağı ve doğacak boşluğu ne ölçüde doldurabileceğine bakar.

Ancak, Orta Doğu gibi evdeki hesabın çarşıya pek uymadığı bir coğrafyada kimse yarının neler getireceğinden emin olamaz.

Yine de, biraz öngörüde bulunabilmek için, şu son gelişmelerin tetikleyicisine ve “neden şimdi” sorusuna eğilirseniz; Netanyahu’nun Trump’ın gelişini “İsrail ve Amerika arasındaki büyük ittifaka güçlü bir yeniden bağlılık” olarak övmesini ve önceki döneminde de Trump’ı “Beyaz Saray’da İsrail’in şimdiye kadar sahip olduğu en büyük dost” olarak andığını görmek gerek. Buna, seçim sürecinde İran’ın kendisine suikast düzenlemeye çalıştığı iddialarının Trump’ı bilediğini de ekleyin!

Suudi Arabistan, Irak ve Suriye’nin eski İngiliz büyükelçisi John Jenkins, Kasım ortasında önümüzdeki iki ayın kritik olduğunu söyleyerek; “Sanırım Netanyahu bu süre zarfında pek çok şeyi yoluna koymak isteyecek, İran da ne kadar zarar göze alabileceğini ve ne kadar zarar verebileceğini hesaplayacaktır” demişti.

The New Statesman’in “Trump’ın dünyası” dosyasında, “Şimdi Netanyahu bölgeyi yeniden şekillendirmek işin doğru zaman olduğuna karar verebilir” başlığı altında Orta Doğu’yu analiz eden Katie Stallard da “Trump’ın yeniden yükselişinden cesaret alan Netanyahu, en az bir düzine Amerikan savaş gemisinin hâlâ Orta Doğu’da konuşlandırılmış olmasıyla, şimdi bölgeyi yeniden şekillendirmek ve kendi mirasını güvence altına almak için tarihi bir fırsata sahip olduğunu düşünebilir” diyordu.

Söylenene bakarsanız, herkes sadece izliyor!