İzmir Körfezi’nde neler oluyor?
İklim krizinin etkilerini çok farklı şekillerde hissediyoruz. Ancak küresel önlemler ve yaptırımlar için önemli iklim zirvelerinde temsilimiz son derece sorunlu. Cumhurbaşkanı’nın eğer güvenliğini tehdit altında görmezse katıldığı zirvelerde verdiği mesajlar içerikli ve süslü vaatler içeriyor. Eşinin himayesinde hayata geçirilen ‘0 Atık eylem planı’ gibi duyarlı projeler kamuoyuyla paylaşılsa da Paris anlaşmasının onaylanmasıyla birlikte hayata geçirilmesi gereken adımlar hâlâ son derece muğlak. 2053’te net sıfır emisyon hedefi var. Nasıl erişileceğine ilişkin bir strateji ya da eylem planı da yok. Uluslararası imaj güncelleme ve yasak savma çerçevesinde yapılan açıklamalar; kömür santrallerinin “teknik ve ekonomik ömrünü tamamlayana kadar” çalışmaya devam etmesini sağlayacak düzenlemelerin gölgesinde. Bu ömür kime ve neye göre belirlenecek, kim tarafından denetlenecek?
Avrupa’da sıfır karbon hedefinde hızla terk edilmesi gereken kömür enerjisinde termik santrallerin geliştirildiği tek ülke Türkiye. Hâlâ kömürde ısrar edilmesi, yeni nükleer santraller kurma planları yapılması, sürdürülebilir enerji kaynaklarına geçiş gibi pozitif bir eylemlilik için bile doğayı tahrip ederek, ÇED değerlendirmelerini yok sayarak, oransız sayılarda ve insan sağlığını tehdit eden mesafelerde inşa ederek ilerlenmesi gibi çoğaltılabilecek başlıklar geleceğimiz için büyük tehdit oluşturmaya devam ediyor. Hazırlık çalışmaları süren İklim Kanunu taslağı sivil toplum kuruluşlarının ve uzmanların görüşleri alınmaksızın alışılageldiği gibi birilerinin iki dudağı arasında sürdürülüyor.
İklim krizi bizi yönetenlerin yaklaşımına bakılırsa sadece 0 emisyon, sürdürülebilir enerji kullanımı gibi başlıklarda değerlendiriliyor. Oysa iklim krizinin etkileriyle ülkemize yönelecek yeni (!) göç dalgaları, kendine yeten ülke konumunu çoktan kaybettiğimiz için gıda krizi, kıtlık ve kuraklık tehlikesinden başlayıp sağlık sorunlarından, turizm ekonomisine kadar geniş bir yelpazenin ürkütücü dilimleri arasında gezinmek mümkün. Öte yandan istatistikler de hiç iç açıcı değil. Avrupa’nın havası en kirli 6 kenti bizim ülkemizde yer alıyor. Son 60 yılda ülkemizdeki 240 gölden 186’sı tamamen kurudu, kalanlar da kuraklık ve kirlilik tehdidi altında. Mamafih Salda Gölü de Cumhurbaşkanı’nın eşinin himayesinde betonlaşıyor. Plastik kirliliğinde dünyada 9. Sıradayız. Avrupa’nın çöplüğü konumundayız! Türkiye Avrupa’dan en fazla atık alan ülke, hatta açık ara lider. Çevrecilerin, doğa savunucularının sesi kısılmaya devam ediyor. İktidar yöneticileri tarafından hedef gösteriliyorlar. Protesto hakları engelleniyor, “terörist” yaftasıyla saldırılara uğruyorlar, devletin kolluk güçlerinden şiddet görüyorlar. İfade özgürlüğünün zaten ağır baskı ve yaptırımlarla engellendiği aşikâr. Ekoloji ve doğa savunusuyla dikkat çeken, bu alanda bilinçlendiren kapsamlı programlarıyla öne çıkan Açık Radyo’nun yayın kanalı kapatılarak büyük bur hak ihlâli gerçekleştirildi. Unutmayın kısılan ses bugün sadece bir radyo kanalının değil, tüm yayın organlarının da değil sizin sesiniz, bizim sesimiz. En güncel gündem; Etki Ajanlığı yasasıyla belki de iklim krizine yönelik dünya örnekleriyle kıyas yapmak, istatistikleri paylaşmak, söz söylemek bile mümkün olmayacak. Herhangi bir konuda yapılacak en ufak itiraz, bir sosyal medya paylaşımı bu yasa kapsamında sahibini terörist konumundan “etki ajanı” konumuna taşıyarak ağır yaptırımı olan cezalarla toplum dışına itecek, susturacak. Bu güne kadar yapılanlardan farklı mı? Değil ama bu yasayla artık “yasal” olacak.
Bu konu önemli ve ayrıca kapsamlı bir değerlendirmeyi hak ediyor. Siyasetin iktidar lehine konfor alanı yanlış bilgilerle, hatta yalan ve iftiralarla algı yönetimine devam ederken gerçekleri söyleyenlerin tamamen susturulmasına yönelik insanlık adına çok tehlikeli, iktidar adına da çok faydalı büyük bir adım. İktidarın yerel yönetim seçimlerindeki büyük o kaybı artıyor. Bu nedenle türlü yeni gündem yaratılıyor. Kürt oylarını yeniden kazanmaya yönelik iri ve iddialı çağrılar yapılıyor. Öte yandan her konuda muhalif belediyelerin başarılarını gölgeleme, engelleme hamleleri de sürüyor. Dün sabah Esenyurt Belediye Başkanımız Ahmet Özer’in gözaltına alınması başarısızlıkla sonuçlanan ve bir türlü istendiği şekilde oylara yansımayan benzer hamlelerin sonucu gibi.
Başladığımız yere dönelim. Özellikle Ege bölgesinde son birkaç yıldır söndürülemeyen yangınların ardından hasar yönetimi de yapılmaksızın betonlaşmaya, ranta teslim edilen orman arazilerinin eksikliği etkisini ağır şekilde gösterecek. Bu yanan bölgelerde islâhın, korumanın tercihli ihmali yetmezmiş gibi Akbelen örneğinde olduğu gibi verimli araziler, tarım kaynakları, ağaçlar da katliam yaşıyor. Hayvan katliamları, av izinleri gibi ilgisiz görünen birçok iktidar yasası ve eylemliliği yanında cezasızlık da iklim krizi için önemli belirleyiciler oluyor. Ancak konu asla bu geniş ve bütüncül yönüyle ele alınmıyor.
Üç tarafı denizlerle çevrili olması nedeniyle pek çok farklı başlıkta stratejik önem taşıyan ülkemizde iktidarın bu alanda da kıymet bilmezliği ve yanlış politikaları dikkat çekici. Karadeniz AB tarafından Avrupa'nın en kirli denizi olarak kabul ediliyor. Deniz çöpü olarak Akdeniz'de ilan edilen birimatık miktarın 4 katı çöp yoğunluğu var. Buna karşın hala tehlikeli ve sakıncalı maddeler içerin gemi sökümleri bizim kıyılarımızda yapılıyor. “Ekonomiye katkı” denebilir mi bu uluslararası anlaşmalara?!
Çocukluğumda İzmir Körfezi kokusuyla anılırdı. Benim için İzmir kötü kokularıyla sevdiğim kentti. Pirina kokusu, fayton atlarının dışkılarının kokusu, körfez kokusu benim için biraz nostaljik. Elbette körfezin kokulu günlerine dönelim demeyeceğim size. Ancak deniz denilen kütlenin akışkan, geçirgen hareketlerini yok sayarak İzmir körfezinde son dönemde yeniden duyulan kötü kokuların bölgesel görülmesi akıl dışı. Sorunun kaynağını araştırmak, önlem almak için parmak oynatmayan bakanlığın ve iktidar yöneticilerinin bu sorunu tamamen İzmir Büyükşehir Belediye’sinin omuzlarına yıkarak fırsatçı açıklamalardan medet ummalarına dikkatinizi çekmek istiyorum. Cumhurbaşkanı 7 Eylül’de Kocaeli'de bir açılışta "Lafla çevrecilik yapmıyoruz. Haliç'i temizlediğimiz gibi İzmit Körfezi'ni de pırıl pırıl yapacağız. İzmir Körfezi'nin yaşadığı pislik İzmit'te olmayacak" açıklamasını yapıyor ve "İzmir Körfezi'nde çevre felaketine yol veren yöneticiler görevlerini yapmadıkları gibi beceriksizlik, ihmalkârlık adeta paçalarından akıyor" diyor. Bu İzmir’e yönelik geçmişte defalarca yaşatılan ayrımcı devlet politikalarının açık itirafıdır. Seçim vaatlerini 35 plaka numarasına atıfla 35 vaat ile belirledikten sonra seçim kaybıyla birlikte bütçe, bakanlık onayı, kredi izinleri gibi konularda üvey evlat muamelesi yapılmasına alışığız ancak bu sorunlardan kaynaklı çözümsüzlükleri henüz 1 yılını tamamlamamış yerel yöneticilere fatura etmek ahlak, ilke ve saygı sorunudur. Açıkça halkı aldatmaktır. “Bırakın insanları balıklar dahi nefes alamıyor. İş bilmezlikleri artık kendi kadrolarını bile bıktırıyor.” cümleleriyle daha da ileriye taşınan ithamlar karşısında İzmir Büyükşehir Belediye Başkanımız Cemil Tugay; uzun yıllardır birikmiş olan kirliliğe ilişkin çözüm önerisi ortaya koymayan bakanlık ve devlet yöneticilerine çağrı yaptığında temsil ettiği kentin ihtiyaçlarını görmezden gelen İzmir milletvekilleri de peş peşe başkana yükleniyor. Gülünç ve çok acı.
İklim krizinin artan deniz kirliliğiyle birlikte etkili olduğu balık ölümleri gibi geçtiğimiz yıl da Foça’da hayatımızda görmediğimiz irilikte denizanaları deniz yüzeyini kaplamıştı. Marmara denizinde yaşanan müsilaj benzeri bu olumsuz gelişmeleri önlemek için yerelde iktidarda olduğu illerde destek ve kaynak ayıran bir devlet düşünülemez. İklim krizine bağlı su ısısında olağanüstü artışlara eşlik eden faktörlerle birlikte istilacı bir tür organizma olan alg patlamaları gerçekleştiğinde bunun sorumluluğunu salt belediyeye yüklemek en hafif tabirle fırsatçılıktır. Kirli atıklara önlem almayan, gerekli denetim ve yaptırımları takip etmeyen, yerelle iş birliği içinde çözüm geliştirmeyen bu anlayışın İstanbul’a ihanetini itiraf ettikten sonra yeni inşaat saldırı alanı İzmir oldu. Kontrolsüz gökdelen inşaatlarıyla özellikle Bayraklı’da teşvik edilen yandaş müteahhit firmalar, Aliağa’ya söküme davet çıkarılan şilepler, kontrolsüz balık çiftlikleri, nehirlere, göllere yapılan müdahaleler, ağaç kıyımları deniz kirliliğinde etkisiz diyebilir misiniz?
Körfez için oluşturulan bilim kurulunun 15 maddelik İzmir Körfezi Acil ve Kısa Vadeli Eylem Planı’nın karar tutanağına bakıldığında Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakan Yardımcısının da imzasıyla işaret edilen Büyükşehir Belediyesi sorumluluk alanında yer alan görevler belediye tarafından yerine getirilirken bakanlığın atması gereken adımların oyalamayla zamana bırakıldığı görülüyor. Gediz nehrinin körfeze akıttığı kirlilik ile ilgili gündeme hiç yer verilmezken organize sanayi bölgelerinde, sanayi tesislerinde, Askeri tersanede, Alsancak limanına gelen gemilerin ve sintine suların etkilerini denetleyecek, önleyecek adımlara da değinilmeyişi dikkat çekici. ÇED onayı 2016 yılında verilen sirkülasyon ve navigasyon kanalı için çalışmaların 2021 de yine bakanlık tarafından imar planlarının askıya alınarak onay süreci ertelenmiş gözüküyor. Buna rağmen bu proje de karar tutanağında önemsiz ve atıl bırakılmış. Tüm süreçleri tamamlanmış bu ve benzer projelere onay vermeyip onay alanların finans süreçlerini tıkarken başkanı suçlamak temiz siyaset anlayışına uymaz ve yurttaşları yanıltan bu eksikler hak ihlali doğurduğu gibi geleceği ve insan sağlığını tehdit eder. Sirkülasyonu artırmak için 14 kilometre uzunluğunda bir kanal açılması için yetkinin Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nda olması da konuya ilişkin sorumlulukların nasıl ilerletileceği konusunun ivedilikle kamuoyuyla paylaşılmasına muhtaç.
Elbette körfez Cemil Tugay’ın göreve gelmesiyle birlikte bir anda kirlenmiş değil. Önceki dönemlerde benzer ihmaller, atılamayan adımlar, sürdürülmesi gereken çalışmalarda aksaklıklara bağlı olarak gelişmişken konunun önceki ve mevcut tüm muhataplarının çıkışları siyasi avantaj odaklıdır. Eksik de varsa yine önemle çözüm üretecek yapıcı tutuma ihtiyaç vardır. Bu hangi partiden olursa olsun herkesin açık sorumluluğudur.
Sonuç olarak 27 Kasım'da İzmir Körfezi temizliği için İzmir Büyükşehir Belediyesi bilimsel ve kapsamlı bir çalıştay hazırlığında. Atılacak adımların önünü açmak, sorumluluktan kaçmamak da bakanlığın görevi. Gerçekleri paylaşmak ve takip de hepimizin görevi.