Jeneriksiz filmlere doğru…
2005-2006 döneminde, Kültür Bakanlığı Sinema Destekleme Kurulu üyesi olarak yüzlerce senaryo ve proje dosyası okudum. Özellikle belgesel alanında başvuran yapım firmaların ticaret sicillerini incelerken şu tür örneklerle çok karşılaşıyordum (kendi adımla örnekleyeyim): “Uğur İnşaat, Turizm, Nakliyat, Gıda, Tekstil, Reklamcılık, Tanıtım, Medya ve Perakende Hizmetleri A.Ş.”
Bunlar belli ki belgesel sinemacı değil, “Olur ya, belki bir gün dükkan batarsa şehiriçi taşımacılık yaparız, olmazsa düğün videosu çekeriz, o da olmazsa Malatya belgeseli yaparız!” diye düşünen ‘girişimci’ (işgüzar ve fırsatçı) esnaflardı. Bakanlıktan para almak için sundukları projeler de, ya bulundukları kente ya da başta Yunus Emre ve Mevlana olmak üzere tarihsel kişilere ilişkin ansiklopedik bilgilerle doldurulmuş, sinema estetiği ve duygusundan yoksun söz ve görüntü yığınlarıydı.
AKP’nin ‘ileri demokrasi’yi ipileri götürmek için hazırladığı yeni yargı paketindeki ‘etki ajanlığı’ tanımını görünce, derdi hiç de belgesel sinema olmayan o fırsatçıları anımsadım: “Bu kapsamda iktisadi, mali, askeri, milli savunma, kamu sağlığı, kamu güvenliği, kamu düzeni, teknolojik, kültürel, ulaştırma, haberleşme, siber alan, kritik altyapılar ve enerji gibi diğer yararlar da Devletin iç veya dış siyasal yararları kavramı içinde kabul edilecektir. Dolayısıyla bu gibi yararlar aleyhine gerçekleştirilen faaliyetler de suçun konusunu oluşturabilecektir.”
Yaşadığınız ülkede hukuk guguk olmuş ve bu konudaki eleştirilerinizi yazıyla, sözle ya da film yaparak dile getiriyorsunuz, öyle mi?! Tamam, ‘etki ajanı’ olarak etiketlenip yargılanmak için başka bir şey yapmanıza gerek yok. Doktora tezinizde RTE’nin demokrasi anlayışını eleştiriyorsunuz ve bir de Cambridge’den danışman hocanız mı var?! Eh, yeterince gezmişsiniz, şu pasaportunuza bir el koyalım artık! İktidarın politikalarını eleştiren filminizi uluslararası ortak yapımcılarla mı çektiniz?! Ooo, vallahi Silivri’de bir çayımızı içmeden bırakmayız!
∗∗∗
Türkiye başmuhtarının Silivri nüfusuna kaydettiği Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Can Atalay, Tayfun Kahraman gibi nice isme bakılırsa, aslında AKP’nin eleştirel politik ve entelektüel üretime zulmetmek için yeni yasa çıkarmasına gerek yok. Ama şu ‘yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda hareket etmesi, bu yabancı organizasyonun Türk hukukuna göre kurulmamış olması’ ifadesiyle belli ki hem cezaları yükseltmeyi hem de uluslararası eleştirileri ‘casusluk’ etiketiyle savuşturmayı hedefliyorlar. Bundan böyle, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’ndan (UNDP) bile destek alırken, iki değil üç kere düşünmeniz gerekecek...
∗∗∗
Yukarıdaki ‘esnaf listesi’nin hemen öncesinde şu ifade var: “Devletin iç ve dış siyasal yararları ile güvenliği arasında sıkı bir ilişki bulunduğu bilinmektedir. Nitekim yararlarını koruyamayan Devletin, güvenliği de tehlikeye düşebilecektir. Maddeyle, Devletin iç veya dış siyasal yararına yönelik olarak gerçekleştirilen bazı faaliyetlerin cezalandırılması kabul edilmektedir.”
Bu tümceleri nereden hatırlıyorum diye düşünüp duruyordum, neyse ki buldum: Mohammed Rasoulof’un İran’daki sansür terörüne dair filmi Dast-neveshtehaa nemisoosand’da (Elyazmaları Yanmaz, 2011) muhalif yazar ve sanatçılara korkunç tuzaklar kuran istihbaratçı Hacı Ağa, gözleri bağlanmış bir şaire şöyle diyordu: “Hakkında ihbar var. Yaşam tarzın, ihanetin, yabancılar için yaptığın çalışmalar: Modern casusluk. ‘Özgürlük için mücadele’ diye bağırıyorsun ama asıl amacın ülkeye ihanet!”
Terör aygıtları arasına bir de ‘etki ajanlığı’nı ekleyen totaliter devletin yarattığı dehşeti görmek istiyorsanız, Elyazmaları Yanmaz’a bakın. Bu öyle korkunç bir film ki, bitiş jeneriğinde sadece Mohammed Rasoulof’un adı ve şu açıklama yer alıyor: “Film ekibi ve oyuncu kadrosu, İran’daki sansür uygulamaları nedeniyle, can güvenliği için adlarının bu jenerikte yer almasından feragat ettiler.”
Ne rahatsız edici bir tesadüftür ki, Mohammed Rasoulof geçen hafta (15 Mayıs) İran’dan kaçmak zorunda kaldı. Bu yılki Cannes Film Festivali’nde Kutsal İncir Tohumu adlı filmi yarışacak yönetmen Mohammed Rasoulof, ulusal güvenliği tehdit ettiği suçlamalarıyla hapis ve kırbaç cezasına çarptırılmıştı.
Rasoulof’un avukatı Babak Paknia’nın açıklamasında geçen şu ifadeye bakın; sadece bir yönetmenin trajedisini değil, yarının Türkiyesini de göreceksiniz: “İran yargısı, Rasoulof’un kurmaca ve belgesel filmlerini ‘ülkenin güvenliğine karşı suç işlemek amacıyla gizli anlaşma örnekleri’ olarak görüp sekiz yıl hapis ve kırbaç cezası verdi.”
‘Yarının Türkiyesi’ dedim ama, Kanun Hükmü’nün yönetmeni Nejla Demirci’nin Diken’de (18 Mayıs 2024) yayımlanan röportajındaki şu sözlerine bakılırsa, o ‘yarın’ çoktan ‘bugün’ olmuş: “Bir arkadaşımız gözaltına alınıyor ve bizler ‘o filmden mi bu filmden mi’ diye düşünüyoruz. Bundan sonra hoşlarına gitmeyen konulara dokunan sinemacıları örgüt üyesi olmakla suçlayacaklar.”