Bir kâbusun içindeyken bazen onun sonsuza dek süreceğini zannederiz. Kâbus yerine karabasan da diyebiliriz;, içerisindeyken, yaşadığımızın sonu gelmeyecek gibi hissetmekten doğal bir şey yok. Ama öyle olmaz. Her kâbus öyle ya da böyle son bulur. Bu da bitecek. Gencecik çocukların birbirini öldürdüğü, halkın önemli bölümünün ülke ve dünya gerçeklerinden habersiz bırakıldığı, fanatizmin en büyük ortak payda olduğu bir hal de olsa, bu da bitecek.

Önce bunu birbirimize bir hatırlatalım, bunun biteceğine inanalım, bunun bitmesini isteyelim. Hümanizm polislerine, hemen hiçbir şeyi öngöremeyip hâlâ öngörüde bulunanlara, hemen her şeyi öngörüp aksi ihtiyar tavrını doğru siyaset sananlara bu noktada fazla takılmayalım ve insan olmaktan gelen gücümüzü, yani henüz var olmayan bir şeyleri hayal etme becerimizi kullanalım. Madem başka birileri hoyrat ‘rüyalarını’ bu kadar büyük bir iddiayla üzerimize boca edebiliyor, biz de bu ‘rüya’ya mahkûm olmadığımızı bilelim, unutursak birbirimize hatırlatalım.

Sonra da mevcut durumu açıkça ortaya koyalım: şu anda Anayasa yürürlükteymiş gibi görünmüyor. Yargı bağımsız değil – ‘hiçbir zaman olmadı’ demek durumumuzu hafife almak demektir; medyanın çok büyük bölümü köleleştirilmiş durumda – bunun da ‘zaten hep böyle olageldiğini’ söylemek muktedirin değirmenine su taşımaktır. Seçim sistemi adil değil, seçimlerin zamanında yapılıp yapılmayacağından emin değiliz ve yapılırsa da SEÇSİS’e, seçim güvenliğinden sorumlu otoritelere ve mülki amirlere sonuçların doğru açıklanması ‘noktasında’ güvenmek için çok sebebimiz yok. Ola ki seçimler gerçekten ‘milli irade’yi yansıttı, ki böyle bir propaganda ortamında bu aslında mümkün değil, sonuçlar ‘hissedilen milli irade’ye uyana kadar seçimlerin tekrar ettirilmesi ihtimali de, şaka değil, var. “Barış” diyene “terörist!” diye bağırılan zamanlar yine geldi ve yüzlerce örnek gösteriyor ki, her ne kadar kâğıt üzerinde öyleyse de, şu anda sanki (!) Türkiye’de yasalar önünde herkes eşit değil.

Fakat işte bu durum sonsuza dek böyle devam etmeyecek, çünkü edemez. Daha ne kadar böyle süreceği tartışılabilir, ödenen bedel giderek daha da yükselebilir, hepimizi umutsuzluğa sürükleyecek pek çok gelişme yaşanabilir, ama bu sonsuza dek böyle devam etmeyecek. Önce çatışmasızlık, sonra adım adım barış gelecek. Yönetenlerin vicdanı sızlamayacak, kalabalıkların fikri derhal değişmeyecek, uzaylılar da duruma el koymayacak: ne yazık ki, belki de iyi ki, bu durumu sürdürmek hiçbir hesaba uymayacağı için bitecek bu kâbus, er ya da geç.

İşte o zaman, kimsenin çıkarı ya da fantezisi yüzünden değil, barış içinde özgürce bir arada yaşamak istediğimiz için yeni bir anayasaya gerçekten ihtiyacımız olacak. O anayasanın siviller tarafından hazırlanması ve makul bir çoğunluk tarafından da onay görmesi gerekecek. Ve artık anlaşılmış olmalı ki, bu toplumun bir arada barış içinde yaşamasını mümkün kılacak sivil anayasayı muhafazakârlar ve milliyetçiler yapamıyor. Çünkü önünde sonunda, kendileri gibi olmayanlara dair alerjileri baskın geliyor.

Yani, kendini ‘muhafazakâr’, ‘milliyetçi’ ya da ‘mukaddesatçı’ olarak tarif etmeyenlerin derhal kendilerine gelerek, birbirlerini diğer tarafa ‘ittirmeye’ ara vermeleri ve o diğer tarafın da hakkını hukukunu dert edinecek, o tarafın da kendini güvende hissedebileceği bir anayasa yapma görevinin kendilerinde olduğunu hatırlamaları gerekiyor: Sivil, demokratik, demokratik yollarla inşa edilip yürürlüğe giren yeni bir anayasa. Bir Türk büyüğünün çok net ifade ettiği gibi, acil değil, ama çabuk çabuk, kaçınılmaz olarak karşımıza çıkacak bu ihtiyaç.

Medya ve yargı ile ilgili o anayasada ne yazmasını istediğimizi, bu iki kuruma dair toplumun bir daha bugünleri yaşamaması için hangi önlemlerin, hangi mekanizmaların düşünülmesi gerektiğini konuşmamız gerek. Tam da başkanlık inadıyla, 400 sayısıyla, bu uğurda yapılanlarla uğraşmamız istenirken, bütün bunlar da yeni bir anayasa ile bağlantılandırılarak önümüze konulurken, bizim de, önce o ‘biz’ konusunda aşırı seçici olmamamız, sonra da yeni anayasa konusunu muktedire bırakmamaya kararlı olmamız gerekiyor.

Yoksa içine düşeceğimiz kâbus, şimdiye kadar gördüklerimize benzemeyecek.