Kadın mücadelesi büyüyor, rejim daralıyor
Kadına yönelik şiddet, hak gaspları, baskılar… Tüm bunlara rağmen kadınlar, 8 Mart’ta yine isyanlarını yükseltti. Gerici rejimin hayatlarını sınırlamaya çalıştığı kadınlar, ‘aile yılı’nın kadın mücadelesine yansımasını ve mücadele olanaklarını değerlendirdi.

İlayda Sorku
Bir yandan kadına yönelik şiddet ve kadınların özgürlüğüne dönük saldırıların durmaksızın sürdüğü bir yandan da tüm baskı ve hak kayıplarına rağmen sesi kısılamayan kadınlar bu 8 Mart'ta da sokaklardaydı.
AKP iktidarının bu yılı 'aile yılı' ilan etmesiyle de hızlanan yasal düzenlemelerin ve hak kayıplarının gerici, baskıcı ve cinsiyetçi bir rejimin inşasında nasıl bir etkisi olduğunu; kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinin Türkiye'nin geleceğindeki etkisini ve imkanlarını Melda Yaman, Hülya Gülbahar ve Sol Feminist Hareket'ten Dilara Kurtuluş, Dilek Bulut ve Fatoş Erol ile konuştuk.
TEK ADAM REJİMİNE KARŞI BİRLEŞİK MUHALEFET
AKP iktidarının kadınların özgürlüklerine dönük saldırıları “Aile Yılı” ilanıyla sürüyor. Saray etrafında şekillenen yeni rejimin inşasında bu sürecin nasıl bir etkisi olduğunu düşünüyorsunuz?
Dilek Bulut: AKP iktidara geldiğinden beri en istikrarlı olduğu alanlardan birisi aile politikaları, gündeminden düşürmediği kavram ise Aile. Çünkü dinsel temellere dayalı bir yaşamın inşasına yönelik toplumsal cinsiyet rejimini kurmanın anahtarı Aile.
Neoliberal politikaların tıkandığı bir noktada ülkemizde ve dünyada bakım krizi yaşanıyor. İktidarın kamusal hizmet vermekten çekildiği engelli, yaşlı, çocuk bakımı yükünü kadınların sorunsuzca yerine getirmesi gerekiyor. İşte tam bu noktada iktidar “aile” yi ideolojik bir kavram olarak güçlü bir biçimde çağırıyor ataerki ile işbirliği içine giriyor. Aile itaatkâr nesillerin yetiştirilmesi, kadının baskı ve tahakküm altında tutulmasında önemli bir yer. Ailenin kutsal kılınması ise sömürü ve tahakküm sistemine dokunulmazlık ve meşruluk kazandırır ki bu anlamda ‘kutsal aile’ ideolojik bir betimlemedir.
Ailenin bu ideolojik işlevini yerine getirmesi için de iktidar uzun yıllardır Diyaneti baş aktör olarak yanına aldı eğitimi, gündelik yaşamı, sağlık alanını çok hızlı bir biçimde dini ilkelere göre şekillendirdi. Kutsal annelik, makbul kadın tanımları ile kadının varoluşunu yok saydı.
Fatoş Erol: 2025’in AKP tarafından “Aile Yılı” ilan edilmesi, kadınları geleneksel rollerine hapseden politikaların bir devamıdır. Günümüzde kadınların ekonomik bağımsızlıklarını güçlendiren sosyal haklar ve kazanımlar giderek törpüleniyor ve aynı zamanda iktidarın aileyi merkeze alan siyasal söylemi, kadını annelik ve bakım emeğiyle tanımlanan cinsiyetçi rolü yeniden üretiyor. Bu durum, kadınları ücretli işgücünden çekmeye yönelik neoliberal politikalarla da destekleniyor; çünkü iktidar ve onu destekleyen sermayedarlar, ücretsiz bakım emeğini kadınlara karşılatmaya devam etmek istiyor. Bu tür politikalar, “aile” kavramını toplumsal düzenin temeli olarak tanımlarken, kadınların bağımsızlık ve özgürlük haklarını ikinci plana atıyor.
Kısacası, bu ve benzeri kadınları ilgilendiren konular AKP’nin yıllardır yürüttüğü toplum mühendisliği çalışmalarının da en önemli parçası oldu ve olmaya devam ediyor. Bu müdahalelerin ardında yatan rejim inşası AKP’nin otoritesini de arttırmasının yollarından biri çünkü “aile” gibi konular toplumsal değerleri, ahlaki normları ve cinsiyet kimliklerini şekillendirmek için üzerimizde bir “sopa” olarak kullanılıyor. Bu nedenle kadın emeği ve bedeni üzerinden kurulan bu gibi kontrol mekanizmalarına karşı durmalıyız. Eğer ki iktidar “kutsal aile” ile ilgili bir şey yapmak istiyorsa, kadına yönelik en yaygın şiddet biçimi olan aile içi şiddeti engellemekten başlamalıdır.
Kadınların tüm baskılara rağmen uzun yıllardır sürdürdüğü güçlü bir mücadelesi var peki bu mücadelenin geniş bir toplumsal muhalefetle buluşması nasıl mümkün olabilir?
Dilek Bulut: Dünyada Yükselen faşizm, kadının emeğinin, bedeninin cinselliğinin kontrol atında tutulduğu «aileyi korumaya» çağırıyor. Kadın haklarına ve toplumsal cinsiyet eşitliğine saldırı bütün dünyada yeni faşist ve aşırı sağcı muhafazakar popülist hareketlerin ana hedefi.
O nedenle verilecek olan toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesi, eşit yurttaşlık hakkı olan laiklik mücadelesi salt bir kadın meselesi değil rejime yönelik bir hamlenin durdurulması için ortak bir mücadele hattı. Hem sadece ülkemiz için de değil dünyada da.
Fatoş Erol: Kadın hareketinin daha geniş bir toplumsal muhalefetle buluşması için sınıfsal sömürü ile toplumsal cinsiyet eşitsizliği arasındaki ilişkiyi açık bir şekilde ortaya koyması gerekmekte. Kadın emeğinin görünmezliği, düşük ücretler, güvencesiz çalışma ve bakım emeğinin kadına yüklenmesi gibi çetrefilli konular, emek mücadelesiyle feminist mücadelenin kesişim noktalarıdır. Bu yüzden, kadın hareketinin sendikalar, emek örgütleri ve diğer toplumsal muhalefet gruplarıyla daha fazla ortaklık kurması, hareketin gücünü artıracaktır.
Bunlara ek olarak, feminist hareket mücadeleyi sadece kadın hakları çerçevesinde değil, genel anlamda otoriterleşmeye karşı bir özgürleşme hareketi olarak da ele almalı. Otoriter rejimler, kadınları baskı altına alarak kendi iktidarlarını tahkim ederken, feminist mücadele, yalnızca kadın haklarıyla sınırlı kalmayıp ifade özgürlüğü, laiklik, sosyal haklar ve eşit yurttaşlık taleplerini de içermeye devam etmeli. Bu sayede, kadın mücadelesi daha geniş bir demokratik cephe ile birleşerek toplumsal değişimin öncüsü olabilir.
Gerici bir toplumsal cinsiyet rejimi inşasında tek adam rejimine işaret ettiniz, peki kadın hareketi ve kadınların talepleri buradan çıkış için nasıl imkanlar sunuyor?
Fatoş Erol: Kadın hareketi, tek adam rejiminin inşasında merkezi bir yer tutan patriyarkal baskı mekanizmalarına karşı durduğu için doğrudan bu rejimin meşruiyetini sarsan bir mücadele alanıdır. Tek adam rejimleri genellikle kadınları geleneksel rollerine döndürerek muhafazakâr değerleri güçlendirmeye çalışırken, feminist hareket tam da bu noktada sistemin zayıf halkalarından birini hedef alır. Kadınlar kamusal alanda, iş yerlerinde ve politik sahada daha fazla yer aldıkça, otoriter rejimin tahakküm araçları sorgulanır hale gelir.
Bu bağlamda feminist mücadele, rejimin inşa ettiği ideolojik söylemleri boşa çıkararak, toplumun farklı kesimlerini harekete geçiren bir dönüştürücü güce sahiptir. Bunu son yıllarda kadın hareketinin en birleştirici ve kitlesel hareket olmasından anlayabiliriz. Özellikle kadınların öncülük ettiği eylemler, otoriter rejimin baskıcı politikalarına karşı kitlesel bir direniş oluşturma potansiyeli taşıyor.
Kadın mücadelesi, geniş anlamda tek adam rejiminden çıkış için de kritik bir imkan sunmaktadır. Feminist hareketin örgütlenme biçimleri, hiyerarşik olmayan, kolektif ve yatay yapılar içermesi bakımından, otoriter yönetimlere karşı demokratik bir modelin inşasına katkı sunar. Ayrıca, kadınların sosyal haklar, eşit temsil ve şiddetsiz bir yaşam talepleri, daha geniş bir muhalefetle birleşerek rejimin dayandığı toplumsal rızayı sarsabilir. Bu nedenle feminist mücadele, sadece kadınların özgürleşmesi için değil, daha eşitlikçi ve demokratik bir toplum inşası için de vazgeçilmez bir güçtür.
Dilara Kurtuluş: İktidarın siyasal İslamcı rejim inşasında asıl düşmanını kadınlar ve LGBTİ+'lar olarak kodlaması, tüm diktatoryal rejimlerde olduğu üzere de, çok doğal. Bunun karşılığı olarak da çeyrek asırdır iktidarın tüm kazanımlarımıza saldırdığı, bizleri toplumsal her türlü alandan koparmaya çalıştıkları, hakikaten nefesimizi kesmeye çalıştıkları bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Fakat hem dünya hem Türkiye tarihinde tüm otoriter rejimlere karşı en güçlü barikatı kadınlar kurdu. Çünkü kadınlar her türlü gerici rejimlerin kendi hayatlarını nasıl hedef aldığını biliyor. Bugün Türkiye'de AKP iktidarı tarafından yaratılmak istenen siyasal İslamcı rejim inşasında da kadınlar hep barikatın en önünde oldu. Tüm toplumsal muhalefet alanları kendi aralarında çeşitli ideolojik veya pratik ayrılıklara düşse de kadınlar çeyrek asırdır bu iktidara, tek adama karşı ortak bir mücadele zeminini yürütebildi. Tüm farklılıklarına rağmen kadın hareketi bazen katledilen kızkardeşi için, bazen elinden alınmaya çalışılan hak için, bazen de daha fazlasını kazanmak için, ortak bir zemin zaten kurdu, geceleri, sokakları, meydanları direniş alanına çevirdi.
Dolayısıyla bugün tek adam rejimini sonlandıracak tek gerçekliğin, bu rejime karşı ittifak kuran tüm toplumsal muhalefet öznelerinin birleşik bir mücadele zemininde olduğunu ama muhalefetin en geniş kesimi olan kadın hareketinin bu zeminin asıl öznesi olduğunu biliyoruz. Bugün iktidarın-rejimin tüm saldırılarına karşı, kadın hareketini savunma pozisyonundan çıkartıp tek adam rejimini sonlandırabilecek politik iradeyi yaratabilecek tek koşul, "bu rejimi göndermek üzere politik bir hedef koyan", kadın hareketinin talepleri ile geniş toplumsal muhalefet taleplerini de bütünleştiren birleşik bir kadın mücadelesinin zeminleri tartışmak, yaratmaktır.
MELDA YAMAN: DÜZENİ HEP KARŞIMIZA ALDIK
2025’in “Aile Yılı” ilan edilmesi, uzun yıllardır kadınların özgürlüğüne dönük yasal ve siyasal müdahaleler hızlanarak sürüyor tüm bunları nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu politikaların arkasında nasıl bir rejim inşası var?
Melda Yaman: AKP iktidara geldiği 2002 yılından bu yana ailenin toplumun temeli olduğunu defalarca tekrarladı. Bu bağlamda kadınlara biçtiği rol de sağlıklı nesilleri doğurup yetiştirmekti. AKP’nin yirmi yılı aşan iktidarı boyunca başlıca politikalarını kadınların bedenini ve emeğini denetleyerek şekillendirdiğini biliyoruz. Bu politikaların pek çok amaca hizmet ettiğini söyleyebiliriz. İlk bakışta bu politikaların AKP’nin dindar, muhafazakâr bakış açısının ürünü olduğunu görüyoruz. Kadınlara, feministlere ve LGBTİ+’lara saldırılarıyla birlikte düşündüğümüzde bu politikaların aileyi merkeze alıp geleneksel hetero-ataerkil aile modelini yaygınlaştırmayı hedeflediğini söyleyebiliriz: Bu politikalar kuşkusuz ataerkil toplum yapısını ve erkeklerin efendiliği pekiştirmeye yarıyor. Zira kadınları ikincil, edilgen, itaatkâr rollerine hapsetmeyi, kadınların özgürleşmesine açılacak yolları kapatmayı ve bağımsızlaşmalarını sağlayacak araçları ortadan kaldırmayı hedefliyor. Bu nedenle de kadınları erken yaşta evlenmeye, çok çocuk doğurmaya, anneliğe, hane üyelerine bakım vermeye teşvik ediyor.

Biraz daha yakından bakınca AKP’nin muhafazakâr ve geleneksel değerlerinden türeyen bu politikaların, bunların ötesine geçen çok daha geniş anlamı olduğunu da görüyoruz. Bu politikalar, Türkiye’nin 1980’lerden bu yana içinden geçmekte olduğu neoliberal dönüşümün bir ürünü. Neoliberal politikalarla sosyal haklar daraltılmış, emek hakları gasp edilmiş, özelleştirmeler ve artan metalaşmayla özellikle işçi sınıfından hanelerin ayakta kalması giderek güçleşmişti. AKP başından beri aileyi, bu zor zamanlarda hanenin ayakta kalmasını sağlayacak unsur, bir tampon mekanizma olarak gördü ve politikalarını da buna göre kurguladı. Yani, AKP döneminde neoliberal politikalar ivme kazandıkça aile politikaları da güç kazandı. Amaç, yaşanan tahribatı kadınların karşılıksız emekleriyle hafifletmekti. Çocuklara, hastalara, engellilere ve kocalara kadınlar bakacaktı.
Tabi kadınlar yaşlılara da baksınlar isteniyor. Yaşlanan nüfusun bakım ihtiyacının da hanelere yani kadınlara yüklendiğini söyleyebiliriz.
Biraz daha eşeleyince, bu politikaların bir amacının da bugün ve yarınlar için ucuz emek gücü havuzunu sağlamak ve genişletmek olduğu görülüyor. Özellikle ucuz emeğe dayanan ihracat sanayileri için gerekli emek tedarikini yine kadınların karşılaması bekleniyor. Öbür yandan da kadınlar “gerektiğinde” istihdama çekilecek ucuz ve hazır işgücü olarak görülüyor. Hükümet temsilcilerinden esnek istihdam modelinin esas olarak kadınlar için kurgulandığını defalarca dinledik mesela.
Bu çerçeveden baktığımızda, “üç çocuk doğurun” buyruğu, gençleri evlenmeye teşvik amaçlı finansal destekler, geniş aileyi bir arada tutmayı planlayan politikalar daha bir anlaşılır hale geliyor. Hedef, bir yandan toplumun tüm bakım ihtiyacını kadınlara yüklemek, bir yandan ucuz emek gücü havuzunu genişletmek öbür yandan da toplumu muhafazakârlaştırmak, kadınların erkeklere tabiiyetini güçlendirerek ataerkil yapıyı desteklemek.
Kadın mücadelesinin farklı kesimlerden kadınları bir araya getirme potansiyeli hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu hareket, nasıl daha geniş bir toplumsal muhalefetle buluşabilir?
Kadın hareketinin yahut feminist hareketin içinde yer alan kadınlar artık şunu çok iyi biliyoruz diye düşünüyorum: Birbirimize çok ihtiyacımız var. Bağımsız kadın örgütlerinin neredeyse olmadığı günümüzde, yine de kadınlar bir araya geliyor, tartışıyoruz, sokaklarda sesimizi sözümüzü haykırıyoruz. Gücümüzün farkındayız. Ama daha çok güçlenmeye ihtiyacımız var. Hükümetin topyekûn, “planlı programlı” politikalarına karşı bizim de kendi ajandamızı oluşturmamız gerek. Bağımsız yapılardan, karma örgütlerden, sendikalardan kadınlarla daha çok bir araya gelsek iyi olmaz mı?
Kadın hareketinin mücadelesi, geniş anlamda tek adam rejimine karşı mücadeleyi nasıl etkiliyor ve buradan çıkış için nasıl bir imkan sunuyor?
Kadınlar, feministler mevcut iktidarın politikalarına karşı en çok ses çıkaran kesimlerden biri. Bir kere son dönem politikalar erkeklerin ve sermayenin kadınların emeği, bedeni, cinselliği ve doğurganlığı üzerindeki denetimini ve tahakkümünü şiddetlendirerek ataerkil eşitsizlikleri derinleştirirken, biz kadınlar her türlü sömürüye karşı çıktık; kadın cinayetlerini lanetledik; “bedenimiz bizimdir” dedik; “anne olmayacağım” diye haykırdık. Yani, bu politikaların hedeflediği toplum yapısını ve düzeni hep karşımıza aldık.
Ayrıca demokratik, eşitlikçi bir dünya için mücadele ediyoruz, barış için mücadele ediyoruz, kadınların erkeklerin eşitliğinin yanı sıra, her türlü sömürünün ortadan kalkacağı bir toplumu hedefliyoruz. Şunu netlikle ifade edebilirim; dünyayı değiştirecek gücü kadınlarda görüyorum. Nasıl ki şimdiye kadarki toplumsal devrimlerin öncüsü oldularsa yeni bir dünyanın da ancak kadınların eliyle, mücadelesiyle kurabileceği inancındayım.

GÜLBAHAR: EŞİT VE ÖZGÜR BİR DÜNYA MÜMKÜN
2025’in “Aile Yılı” ilan edilmesi, uzun yıllardır kadınların özgürlüğüne dönük yasal ve siyasal müdahaleler hızlanarak sürüyor tüm bunları nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu politikaların arkasında nasıl bir rejim inşası var?
Hülya Gülbahar: Tüm dünyada otoriter sağ politikaların merkezinde kadınlar ve aile politikaları var. Kürtaj yasakları ile kadınların bedenlerinin ve hayatlarının kontrol almaya çalışılması bunun en önemli ayaklarından biri. Türkiye’de de iktidarın en önemli çalışma alanlarından biri ne yazık ki kadınların haklarının kısıtlanması ve iktidarın kendi ataerkil aile modelinin tüm topluma dayatılması. İktidar sadece aile dayatması yapmıyor, o ailenin niteliklerini de kendi belirlemek istiyor, erkeğin reis olduğu ataerkil bir aileyi tüm topluma dayatıyor. Kadınların hayatlarının, eğitim ve çalışma hakları olmaksızın, erkenden evlenip, çok çocuk doğurup onlara bakmaktan ibaret olması isteniyor.
“Eşler evlilik birliğinin mutluluğunu elbirliği ile sağlamak ve çocukların bakımına, eğitim ve gözetimine beraberce özen göstermekle yükümlüdürler”. Bu cümle bir yasa maddesi. Medeni Yasa’nın 185’inci maddesinden. Şiir gibi bir yasa maddesi: içinde mutluluk var, elbirliği var, beraberlik var, özen var… Yıllardır aile konusunu dilinden düşürmeyen bu iktidarın artık ciltleri de aşan, cilt cilt ansiklopedi boyutları alan TBMM aile komisyonu raporları, aile eylem planı, aile vizyon belgesi gibi planları, aileyi güçlendirme kurumları gibi sayısız genelgeleri içinde Medeni Yasa’nın bu 185. Maddesine rastlayamazsınız. Aynı şekilde “Eşler birliği beraberce yönetirler. Birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katılırlar.” Diyen Medeni Yasa’nın 186. Maddesinden de söz etmezler. Anayasa’nın aile ile ilgili 41. Maddesindeki cümlenin yarısını dillerine dolarlar, ikinci yarısı yokmuş gibi davranırlar: Aile Türk toplumunun temelidir derler, ama eşler arasında “eşitlik” ilkesine dayandığını asla söylemezler. Hatta her fırsatta ailenin eşitlik temeline dayanması gereken bu anayasal ilkeye karşı savaş açarlar.
Siyasal İslam’ın tüm topluma ataerkil aile modelini dayatmasının en önemli nedeni ekonomik ve toplumsal politikasının merkezinde ailenin yer alması. Neoliberal kapitalizmin sosyal devleti yıkıma uğrattığı, sosyal ve demokratik hakları tamamen yok edip emeğe ve doğaya vahşice saldırdığı politikalar döneminde aileye çok ihtiyaçları var. Yoksulluğun acılarını azaltabilecek; yaşlı, engelli, hasta bakımını ücretsiz devredecekleri; köleleştirdikleri erkek emekçileri “ama evde senin de kölelerin var, bu doğal ve ilahi bir düzen” diyerek avutabilecekleri aileler istiyorlar. Öte yandan erkeğin reisliğine dayalı bu ataerkil aile modeli, siyasal İslam’ın ve tüm dünyada çeşitli dinlerden otoriter sağın bir devlet ve toplum modelinin en küçük halkası aynı zamanda. Bu halka, toplum ve devlet olarak genişleyip yayılıyor. Reisli aile, reisli toplum, reisli devlet olarak uyumlu bir biçimde bütünleşiyor. Reisli aile, reisli devletin küçük modeli, birimi. Matruşka bebekler gibiler. Erkeğin/liderin mutlak otoritesi altında, kimsenin söz hakkının olmadığı hiyerarşik ve faşizan bir aile, toplum ve devlet modeli. Buna itiraz eden herkesin susturulması, dışlanması ve son çare olarak da yok edilmesi gerekiyor.
Türkiye feminist hareketinin şanssızlığı günümüzün ağır ekonomik ve politik koşulları altında mücadele etmeleri ve son dönemde yeni herhangi bir hak kazanmak bir yana eldeki hakları da kaybetmemek ya da kağıt üzerinde kalmamaları için mücadele etmek zorunda olmaları. 8 Mart 2025 kutlamaları için simgesel önem taşıyan İstanbul Taksim Meydanı için Beyoğlu Kaymakamlığı tarafından getirilen yasaklara bakalım: Sadece Taksim Meydanı değil, Kaymakamlık idaresindeki tüm alanlarda, 24 saat süreyle toplantı, yürüyüş, basın açıklaması yapılması, bildiri dağıtma, oturma eylemi gibi tüm etkinlikler yasak! Taksim Meydanı ve Gezi Parkı, İstiklal Caddesi, Sıraselviler Caddesi, Tünel Meydanı ve çevresi, Karaköy Meydan ve çevresi, ara sokaklar ve gerekirse ilan edilecek yeni yerler araç ve yaya trafiğine kapalı!
Nedeni ise, kadınların herhangi bir gösteri yapmasının kamu düzeni ve toplumsal barışı bozabileceği gerekçesi. Aslında doğru bir gerekçe bu. Kadınların sürdürmek ve pekiştirmek istedikleri patriarkal düzene isyanı, düzenlerini bozuyor, onları huzursuz ve hatta tehdit ediyor. Edecek de. Son yıllarda biber gazları, coplar, kalkanlar ile kadınlara saldırmaları, çeşitli işkencelerle kadınları gözaltına alıp yargılamaya çalışmaları da bu yüzden.
Kadın mücadelesinin farklı kesimlerden kadınları bir araya getirme potansiyeli hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu hareket, nasıl daha geniş bir toplumsal muhalefetle buluşabilir?
Türkiye kadın hareketi, Türkiye’nin en geniş siyasal ittifaklara sahip hareketi. Biz Eşitlik için Kadın Platformu-EŞİK olarak, son genel seçimden önce bileşenlerimize baktığımızda, Millet İttifakı, Emek ve Demokrasi ve Sosyalist Güçbirliği ittifaklarının üçünden de bileşenlerimiz olduğunu ve hatta bu ittifaklar dışındaki kimi muhalif kesimleri de kapsadığımızı görmüştük. Aslında hem taleplerimizdeki haklılık nedeniyle hem de politik bir tercih olarak tabandaki ve hatta zaman zaman partinin içindeki AKP’li kadınlardan da destekler gelebiliyor.
Türkiye kadın hareketinin ortak platformlar şeklinde sürdürdüğü kampanyaların en önemli özelliği tüm siyasi görüşlerden bağımsız hareket edebilmeyi başarmasında. Kendi bağımsız sözü ve eylemini kurabilmesinde. EŞİK’te de bu geleneği titizlikle sürdürüyoruz. Kadın hareketinin, tüm çabalarına rağmen daha geniş bir toplumsal muhalefet ile buluşmasındaki en önemli iki engel hala aşılamadı.
Trump’ın ilk kongre konuşmasında LGBTİ+ varoluşu yok sayan ve patriarkal kadın ve erkek rollerini tüm ülkeye ve dünyaya yayma tehdidi taşıyan bir kararnameyi ilan ederek başlaması hiç rastlantı değil. Kadın-erkek eşitliğinin yok edilmesinin kendi politikalarında ne kadar merkezi bir rol oynadığı bir kez daha göstermiş oluyor. Türkiye’deki muhalefete bunu bir türlü anlatamıyoruz. Kadınların sorunları ve talepleri söz konusu olduğunda alınan yanıtlar hep aynı: Bu bir gündem saptırmaca, oyalamaca. Şimdi sırası değil. Önce AKP gitsin, sonra bakarız; önce devrim yapalım, sonra düşünürüz. Kadınların ihtiyaçları şu anda acil ve öncelikli değil ve tabi ki “bütçe yok!” İlk sorunumuz bu umursamazlık.
İkinci sorun ise, kadınların bağımsızlığını tanımak. On yıllardır “bağımsız kadın hareketi” vurgusu yapıyoruz hala kabul ettiremiyoruz. Kadınların kendi hayatlarına dair konularda kendi bağımsız söz ve eylemlerine saygı duymayan, sürekli olarak kadın hareketini kendi siyasi kontrolü altına almaya çalışan bir muhalefet ile gidilebilecek yol çok sınırlı. Kadın hareketi ve şimdilerde ekoloji ve hayvan hakları hareketleri dışındaki sivil mücadele alanları genelde çeşitli siyasal partilerce domine ediliyor. Bu nedenle de toplumsal ve politik etkileri oldukça sınırlı kalıyor. Bu zaaf, kadın hareketinin kendisinin daha da gelişip güçlenmesinin önünde bir engel olduğu gibi en geniş toplumsal muhalefet ile daha sıkı ve sürekli bağlar kurmasını da olumsuz etkiliyor.
Kadın hareketinin mücadelesi, geniş anlamda tek adam rejimine karşı mücadeleyi nasıl etkiliyor ve buradan çıkış için nasıl bir imkan sunuyor?
Kadınlar kendi hayatları ve hakları için mücadele verirken, kendileri ve tüm toplum için hayallerini de her fırsatta dile getirmeye çalışıyorlar. İnsanı köleleştirmeye, doğayı talana, 21. Yüzyılı cehenneme çeviren savaş ve silahlanma politikalarına karşı çıkıyoruz. Merkezi ve yerel yönetimler için mor, yeşil, kamucu bir ekonomi talebinde ısrar ediyoruz. Kimsenin kimseye ayrımcılık uygulamadığı, eşit ve özgür bir dünya mümkün diyoruz ve bunun için mücadele ediyoruz.
Bu hayalin en geniş kadın ve toplum kesimlerinin ortak hayali olması için çalışıyoruz ve başka da bir çıkış yolu göremiyoruz.