Kadın, spor ve kahrolası bazı şeyler
Toplumsal yaşam alanı içindeki gruplaşmalardan en temel ayrımı-kategorisi kadın-erkek ayrımı olarak ifade edilir. Bu farklılık veya kategori-kimlik, toplumsal etkileşime ve içinde birtakım reaksiyonlara neden olan bireysel ve toplumsal hayatın temel karakteristik vasıflarının da dayanaklarını oluşturmaktadır. Haliyle, bu cinsiyet farklılığı, biyolojinin kodladığı bedenlere manevi anlamlar yüklediği için kültürel olarak tanımlamak ve ayırmak gerekir. Tüm bunların toplamında, kadın ve erkeğin, kadınlık ve erkeklik rolleri ve statüleri ile özdeşleşmesiyle beraber, eşitsizliği belirleyen tartışmaların da yaşandığı ilişkiler ve roller bu noktada çok belirleyici olmaktadır.
Tarihsel süreç içindeki gelişmelere ve etkileşimlere bakıldığında, özellikle başlangıç noktasındaki eril davranış kodlarına sahip spor alanı; kadın ve erkek arasındaki eşitsizliği sürdürme üzerine inşa edildiği toplumsal alanlardan biriydi. Toplumsal alan içindeki sosyal rol kuramı, kadınlar ile erkekler arasındaki davranışsal farklılıkları ortaya koyduğu gibi, bu cinsiyet kalıpları üzerinden açıklamaya çalışır. Bu kurama göre; kadın ve erkeğe ait olan cinsiyet rolleri toplum tarafından tanımlanmıştır ve hatta toplum da bu kişilerden cinsiyetlerine uygun davranmaları yönünde baskı kurup denetlemektedir!
Spor alanları da-sosyal bir olgu olarak üzerinde baskı oluşturulan benzer kalıp yargılardan payını almıştır. Kadınların diğer tüm alanlarda olduğu gibi, evrensel değerler taşıyan ve bu değerleri toplumların gelişimi adına yaymaya çalışan spor alanındaki niceliksel ve niteliksel etkinliğe katılmaları giderek önem kazanmaktadır ve gelinen nokta çok önemlidir.
∗∗∗
Tarihsel süreç, bize, toplumsal cinsiyet ve kadın algısının; her toplumda kendi inançları, gelenekleri, kültürü ve yaşam biçimi doğrultusunda farklı biçimde şekillendiğini göstermektedir. Kadın algısı, norm olarak kurumsallaşmış erkeklik nedeniyle-toplumlarda kırılması zor bir algı olarak görülse de-spor ortamları, kadına yönelik bu toplumsal algının kırılması açısından gerekli bir alan haline gelmiştir. Ayrıca, kadınların eril sporlara katılmamaları gerektiğine dair kalıplaşmış ve şartlandırılmış toplumsal algının kırılması açısından spor alanı kadın algısının önemini arttıracak içeriğe sahiptir.
Spordaki hareket mekanizması son derece dinamiktir. Farklı gruplardaki insanlarla iletişim kurmaya açık bir alan olan spor, insanın yaşamı süreci içinde kollektif bir örgütsel değere sahiptir. Spor aynı zamanda yetenekler üzerinden kendini ifade etme alanıdır. Ve insan bireysel ve toplumsal deneyim kazanır. Cinsiyet ayrımı gözükmeksizin; insanın özgürlüğünü tetikler. Tabii şunu da unutmamak gerek, toplumsal cinsiyet olgusu, toplumların sahip oldukları kültürel, ideolojik ve dini özelliklere göre her defasında yeniden üretilmektedir. Ve süreç olarak farklılıklara maruz kalmak ekonomik, sosyal ve kültürel faktörlerinin etkileşimleri cinsiyet ayrımcılığı tetiklemeye neden oluyor. Kadınlar ile erkekler arasındaki farklılıklar toplumda sosyal-kültürel dayatmalarla ortaya çıkmaktadır. Siyasi baskıların toplumsal dayatmaları aynı zamanda sosyal rollerdeki baskıları da tetiklemektedir.
Aslında, toplumsal cinsiyet-kadın ve erkek arasındaki tarihsel olarak kurgulanan iktidar ilişkilerini ifade etmektedir. Politik bir dayanağa da sahiptir. Toplumsal cinsiyet tanımından kaynaklanan ‘eşitlik’ kavramı bir demokratik skaladır. Ülkelerin kalkınma ve demokratikleşme sürecindeki seviyeyi belirleyen temel dayanaklardan biridir. Dünyada, kadınları toplumsal yaşam içinde değişen oranlarda cinsiyet temelli ayrımcılığa maruz bırakan ülkeler, demokratik ve ekonomik gelişimleri açısından başarılı olmaları mümkün değildir.
∗∗∗
Spor alanında, istenen özelliklerden olan güç ve otorite rolleri ile kadınlar ve erkekler arasındaki farklılaşma gittikçe azalmaktadır. Böyle bir ortamda bireyin cinsiyet rolü engellerine takılmadan yaptığı işin gereği olan davranışı gösterirken hem kadın hem de erkek davranış şekilleri iradeli, empati kuran, duygusal, saldırgan ve azimli olarak görülmektedir. Bundan dolayı, birey, cinsel kimliğini geliştirirken hem kadın hem de erkek kendi özelliklerini içermesine karşılık, her iki biyolojik cinsiyette-farklı koşullara uyum sağlamak amacıyla yeri geldiğinde karşı cinse atfedilen kişilik özelliklerini esnek olarak davranışlarına yansıttığı psikolojik cinsiyet rolü değişkenliğine girebilmektedirler. Bu tamamen sporun gücünden kaynaklanan bir eşitliktir.
Spor alanı içerisinde, kadın ve erkeğin kazandıkları ve sahip oldukları rollerin farklılığına rağmen-kültürel deneyimler kadın ve erkeklerin birlikte çalışmalarının ve iş birliğinin toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamada etkili olduğu görülmektedir. Tabii bu süreç kolay oluşmadı. Kadınların erkek egemen yapıya karşı verdikleri mücadele sporun sağladığı avantajları tetikleyerek bir karşılık buldu.
Kathrine Switzern’in, Boston Maratonu’na tüm engellemelere rağmen-rujunu sürerek katılıp-bitirmesi erkek egemen yasakların kırılma anını oluşturur. Ve Paris Olimpiyatları’na geldiğimizde-modern olimpiyatların kurucusu Baron de Coubert’in spor yoluyla, uyumlu, saygın, barışçı, ‘ideal insan’ yetiştirmeyi erkek birey üzerinden tanımlamasıyla rağmen-oyunlara katılan sporcular arasında kadın-erkek eşitliği, katılan sporcular sayısı bağlamında-evet nicelik olarak sağladı ve bu bir kazanımdır ama… Sürece sadece istatistiklere bakmak eşitliği sayıların içine sıkıştırmak anlamına gelir.