Kadın ve aile sorunları başrolde
Uğur DEMİRCAN
SRC Yayın etiketiyle yayımlanan Mutsuz Evlerden Önce, daha önce iki romanı bulunan Şenay Şentürk’ün üçüncü, öykü dalında ise ilk kitabı. Bu toplamda yazarın Yük Edebiyat dâhil pek çok dergide çıkmış öyküleri bulunuyor.
Mutsuz Evlerden Önce biçimsel olarak birbirinden bağımsız öykülerle, eklektik bir yapıya sahip görünse de kadın ve aile sorunlarını odağına alması bakımından kendi içinde tutarlı bir eser. Şöyle ki ana karakter bir erkek bile olsa öykülerde başrol bir kadın var muhakkak. Anlatıcı erkek kendini başkarakter sanırken biz okurlar onu etkileyen kadını düşünüyoruz aslında. Erkek egemen toplumun yetkin bir kadın yazarı olarak Şentürk, böylece ince bir denklem kurarak ibreyi kadınlarımızdan yana döndürebilmiş görünüyor.
Kitaptaki anlatıcı ve zaman kiplerinin dağılımını dengeli buldum. Hep aynı anlatıcı günlük ya da anı okunduğu, aynı zaman kipi kullanımı ise tek bir öykü okuyormuş hissi verebilir zira. Kitapta sekiz öykü, ortalama on üç sayfalık makul bir okuma süresi sunuyor. Bu sayılar bana göre yeterli çünkü daha fazla öykü veya daha uzun sayfa sayıları okumayı akamete uğratmakta çoğunlukla.
Şentürk’ün sosyal meselelere değinmekten çekinmeyen bir yazar olduğunun ipuçları ilk önce Gökyüzü Patiska öyküsünde veriliyor. Yüksek kira artışları ve tutuklu gazeteciler meseleleri bir yazarın içinde bulunduğu toplumun sorunlarına kayıtsız kalamayacağının bildirgesi olarak en başta karşımıza çıkıyor.
Kimsesiz Anneler Saati ise kan ve şarap renginin imgesel olarak çokça kullanılması ile dikkatimi çekti. Tüm şehir uykuda iken yaşanılan, kadının “kendi” olabildiği ender anlardan birine odaklanmış handiyse masalsı bir öykü. Yazarın sıradan metinlerin ötesine geçebilme becerisi burada kendini göstermeye başlıyor.
Beyaz Yaka ismiyle müsemma beyaz yakalı bir çalışanın platonik aşk öyküsü gibi başlıyor ama yavaş yavaş artan gerilim dozu ile farklılaşıyor. Kimine göre sonu biraz erken gelmiş gibi görünebilir ama bence tüm iyi hikâyeler biraz eksik kalmalıdır zaten. Başarısı burada yatar. Hayat da böyle değil midir?
Hep kendini, çevresindekileri yazan yazarların dışında Rosalin gibi Albert gibi farklı isimler ve onların farklı dünyalarını görmek de iyi geliyor öykücülüğümüz adına. Yerelden evrensele uzanmış başarılı bir öyküydü Ah Lily.
“Bir sabah ellerine zorunlu bir annelik tutuşturulmuş”, kardeşlerine annelik yapmak zorunda kalmış Zehra’nın evi ve işyeri arasındaki yaşam tarzı mukayeseleri ise Nereye Böyle adlı öykünün nüvesini oluşturmuş. Annesinin kaderini yaşayan kızların coğrafyasına Şentürk’çe bir hediye.
Kitap Mon Amour, Ayıp Olmasın Diye gibi rutin hayatın boğuculuğundan ve toplumsal normların dayatmalarından mustarip hikâyelerle ilerlerken Metro öyküsü ile okuru son bir kez daha şaşırtıyor yazar. Tam eski zamanlardaki o tramvayda geçen öyküleri ile Burhan Felek’i, Ahmet Haşim’i anımsattı derken metrodan çıkarıp distopik bir geleceğin kucağına usulca bırakıveriyor okurunu. Yazar bunu baştan belirtmeyip akış içinde tatlı bir geçiş kullanma yolunu tercih etmiş. Kitabın kapanış öyküsü gaz bombaları eşliğinde sonlanarak baskılara rağmen boyun eğmeyecek insanlık onuruna bir selam niteliğinde.
Mutsuz Evlerden Önce öykü dalında yazarın ilk kitabı olmasına rağmen hiç de acemi bir kalemden çıkmış izlenimi vermiyor okuruna. Aksine kısa öykünün ruhunu kavramış, yazmanın inceliklerini parmağına dolayıp birer dantel işçiliği ile sayfalara nakşetmiş, bu haliyle de gelecekte daha iyi öyküler okuyacağımız bir yazarın müjdesini veren haberci görevi de görüyor.