Google Play Store
App Store

'100 Dublede Cumhuriyet Tarihi', ahkâm yerine hafıza konuşulan bir sofraya çağırıyor bizi. Hakan Kaynar rakı kadehlerinin masa altlarına saklanmadığı bir Türkiye için, Cumhuriyet tarihine rakı sofrasından bakmanın kıymetini anlatıyor.

Kadınlar, rakı ve hatırlama cesareti
Hakan Kaynar

Tuğba SİVRİ ÇINAR

Tarih uzun süre ‘büyük adamların ve büyük savaşların’ gürültüsüne mahkûmdu. Feminist tarihçi Sheila Rowbotham’ın uyarısındaki gibi, ‘ezilenler kendi hikâyesini anlatmadıkça tarihe dâhil olamadı.’ 100 Dublede Cumhuriyet Tarihi işte tam burada devreye giriyor: Cumhuriyet’in yüz yılını rakı sofrasına taşıyor, kadehler kalktıkça sahneye kadınlar, işçiler, azınlıklar -tarihin dışına itilen herkes- giriyor. Okurken aklımda Simone de Beauvoir’ın sözü çınladı: “Dünyanın temsili erkeklerin eseridir.” Kaynar’ın dubleleri ise o temsilin üstüne elindeki mezeyi fırlatıp “Hayır, kadınlar da oradaydı!” diyor.

Evet, bir erkeğin, Hakan Kaynar’ın kaleminden çıkan bu 100 dublelik yolculuk, Cumhuriyet tarihini resmî tören kürsüsünden değil; rakı masası etrafında, sesini yükseltememişlerin hikâyeleriyle anlatıyor ve bunu kadınların anlatılarını ön plana çıkararak yapıyor. Bu kitapta cam silen kadınların da, fabrikada ölen işçilerin de, sokakta yürüyemeyen LGBTİ+’ların da yeri var. Ama en çok da, tarih kitaplarının kenarına bile iliştirilmemiş kadınların sesi var. Üstelik bu kez fonda keman yok; her dublede çınlayan, kadınların inadı. Kaynar, kimi zaman kürsüden konuşan bir kadın siyasetçiyi, kimi zaman mahallesindeki kadın arkadaşını, kimi zaman da bir roman kahramanını sofraya buyur ediyor.

Mesela 69. duble Sevgi Soysal’a ayrılmış: “Sevgi Soysal’a! Bedenimizde hissettiğimiz o zamansız bahara!” Bu ‘dubleyi’ okurken gözümün önüne hem Tutkulu Perçem’deki o cüretli kadınlar hem de cezaevinde saçlarını kazıtan Sevgi Soysal geldi. Sadece yazdıklarıyla değil, yaşadıklarıyla da ‘makbul kadınlık’ sınırlarını parçalayan bir kadın.

PEKİ ERKEKLER?

100 Duble’nin her dublesinde böyle kadınlar var: Latife Hanım, Semiha Berksoy, Eleni, Marika, Nahit Hanım, Cahit Uçuk... Ve tabii hayalî kahramanlar: Vesikalı Yarim’in Sabiha’sı, Melih Cevdet’in Raziye’si… Her biri bu tarih sofrasının görünmeyen değil, kurucu unsurları. Ve hepsi de bu masaya, hak ettikleri gibi, başköşeden katılıyorlar.

Kitabın bu kadar kadın-yoğun olmasının dışında, erkeklerin hikâyelerini de toplumsal cinsiyet teorisi gözüyle yazmasını çok sevdim Hakan Hoca’nın. Çünkü bilirsiniz, erkek akademisyenler bu konuya hep ‘tâli mesele’ olarak bakmış, bu alanı kadınlara bırakmış; çalıştıkları alanda sınıf, etnisite, sömürü gibi analiz kategorilerinin yanına toplumsal cinsiyeti eklemeyi gerekli görmemişlerdir. Kaynar’ın çalışması bu anlamda çok değerli bence; tarih yazımını hem gündelik hikâyelere dayandırıyor hem de bunu yaparken erkeklik ve kadınlık hallerini, sınıf kadar önemli bir yerden ele alıyor.

‘İKİ AYYAŞ’TAN BUGÜNE: İÇKİDEN DÜŞMAN YARATMAK

Kitabın ana meselesi aslında rakı ve Cumhuriyet. Tüm hikâyeler de bir şekilde rakıdan geçiyor. Ama zaten Türkiye’de siyaset de siyasi tarih de rakısız anlatılamazmış, insan bu kitabı okurken daha iyi anlıyor.

Mesela kitabın en sivri dublelerinden biri 2013’e çevriliyor. Erdoğan’ın o meşum konuşması alıntılanıyor:

“İki ayyaşın yaptığı yasa muteber oluyor da dinin emrettiği niye olmuyor?”

Kaynar içki yasağı ve iktidarın bu tutumu üzerine savunmaya geçen muhalefete, aslında bu savunmayı yapmış olmakla yenildiklerini çok iyi anlatıyor. Diyor ki: “Alkol bildiğimiz gibi pansuman için kullanılır, Atatürk ise çoğunlukla rakı içiyordu. Gizleyip saklamadan. Falih Rıfkı onun için ‘Yaptığını saklamak riyâkarlığından, kendi gibi, halkı da kurtarmaya çalıştı’ der.” (s. 161). Atatürk’ten başlayan tarihi günümüze taşırken rakının politikasına girmek… Geldiğimiz noktada çok değerli, çok önemli bir duruş değil mi?

GEZİ, DUBLELİK HAFIZA VE DEVLETİN BİTMEYEN HINCI

Hakan Kaynar, Atatürk’ün eğlenmekten utanç duymayan ve halkın da neşesini önemseyen bir lider olduğunu söylüyor. Sürekli surat asan ve halkı azarlayan lider tipinden farklı bir çizgi bu. Neşe meselesi önemli. Halkın neşesi yok oldukça direnci de kırılır, önüne getirileni kabul etmeyip ayağa kalkacak iradeyi, gücü bulamaz kendinde. Bir nevi toplumsal depresyon.

Bu yüzden Duble 99’da Gezi Direnişi’ne kaldırılan kadehlerin şu sözle anılması dikkate değer: “Saf eğlenme isteğine!”

Böyle yazıyor; çünkü Gezi, atılan her slogana eşlik eden kahkahasıyla iktidarın içine korku salmış bir şenlikti. Hâlâ da öyle. Üzerinden geçtiği her yeri plastik mermiyle delik deşik eden devlet, her türlü muhalefeti Silivri soğuğuna hapsetmeye çalışıyor ve buna rağmen ‘içerden’ mizahi mektuplar gönderen bir Twitter kullanıcısı genç, tehdit olarak görülüyor.

Kaynar, kadının kamusal alandaki görünürlüğüne yönelik tarihsel tedirginliğin izini sürerken 1924 yılına uzanıyor. Sebilürreşad dergisi, Kadınlar Halk Fırkası’nın düzenlediği bir baloya dair şunu yazmış:

“Dans, şarap, kumar: Hürriyet-i Nisvan davacılarının istedikleri şeyler bunlar mıydı?”

Bu cümleye denk geldiğinizde hafifçe irkiliyorsunuz. Çünkü bu dil, bugün hâlâ ekranlarda, kürsülerde, mahkeme kararlarında dolaşıyor. Kadınların kahkaha atması, dans etmesi, bir kadeh içkiyle rahatlaması hâlâ ‘edep’ meselesi sayılıyor. O gün Sebilürreşad ne diyorsa, bugün kimi gazeteler, kimi vaizler, kimi bakanlar da aynı kaygıyı başka kelimelerle tekrarlıyor.

İktidarın temsil ettiği siyasi çizgi için Cumhuriyet’in en büyük tehlikesi “karımızı kızımızı açık saçık giydirip sokağa salacaklar” oldu hep. 1950’lerin hidâyet romanlarından tutun şimdinin iktidar destekçisi dizi oyuncularına kadar bu söylemi birçok yerde duyduk, duyuyoruz. Bu yüzden kadınların 1924’te bir balo düzenleyip dans edip içki içmesini uzun yıllar ‘burjuva özentiliği’ olarak gören sol da bunun aslında ne kadar devrimci bir hareket olduğunu son 10 yılda anlamıştır sanıyorum.

KADEHİ KALDIRAN KADIN: BUGÜNÜN LAİKLİK TANIMI

Kaynar’ın kitabı açıkça söylemese de, her dublede şu cümle dolanıyor: Türkiye’de kadınların özgürlüğü laiklik olmadan mümkün değil. Üstelik artık laiklik sadece bir anayasa maddesi değil; rakı bardağına uzanan kadın eliyle, kalabalık bir meyhanede kahkaha atan bir LGBTİ+ bireyle, çocuğuna “kızlar da matematik yapar” diyen bir anneyle tanımlanıyor.

Ve bugün geldiğimiz noktada, bu laiklik anlayışı sadece tehdit altında değil; aynı zamanda yeniden tanımlanmak zorunda. “Cumhuriyet’in kazanımlarını korumak” klişesi değil bu. Cumhuriyet’in henüz ulaşamadığı kadınlara, hâlâ eşit olmayanlara, kamusal alandan çekilenlere doğru yeniden genişlemekten söz ediyoruz. Kaynar, bunu yaparken kimseye nutuk atmıyor, kadehini uzatıyor o kadar.

SON DUBLE: TABULARINIZI MEZE YAPMAYA GELDİK

‘100 Dublede Cumhuriyet Tarihi’, ahkâm yerine hafıza konuşulan bir sofraya çağırıyor bizi. Gideceksek, elimizde boş kadeh değil, dolu cesaretle gitmeliyiz.

Rakı kadehlerinin masa altlarına saklanmadığı bir Türkiye için, Cumhuriyet tarihine rakı sofrasından bakmanın kıymetini, kitabı bitirince daha iyi anlayacaksınız.

Kaynar, tabularınızı meze yapın diyor. Ben de ekliyorum: Dans da istiyoruz, rakı da, kahkaha da.