Google Play Store
App Store

26 Temmuz’da demir alacak Paris 2024, Olimpiyat tarihinde cinsiyet eşitliğinin sağlandığı ilk Oyunlar olacak. 1896’da Atina’da düzenlenen ilk modern Olimpiyat’ta kadınlara izin verilmediği, katılmak isteyenin önüne engeller dikildiği düşünülürse, hem katedilen yola sevinmemiz hem de bunun bu kadar uzun sürmesine yanmamız gereken bir eşik!

Aslında her şey 128 yıl önce kararlı bir kadının maraton koşmak istemesiyle başlamıştı. Antik Yunan’da Olimpiyat, sadece erkeklere açıktı. Oyunları tekrar canlandıran Baron Pierre de Coubertin için kadın sporcular ne ilginçti, ne de estetik. Onlar evlerinde oturmalı, çocuklarını, eşlerini en iyi şekilde desteklemeliydi.

İşte Stamata Revithi adındaki bir kadın ilk modern Olimpiyat’ın yapıldığı günlerde kararlıydı, maraton koşacaktı. 9 Nisan 1896’da yarışın başlayacağı yere gelen Revithi, erkeklerin kendisiyle dalga geçmesine kulak asmıyordu. Ertesi gün diğer atletlerle kilometrelerce koşmak tek arzusuydu.

Ona sahip çıkan belediye başkanı evini vermiş, bazı muhabirler de ilgi göstermişti. Böylece o güne kadarki hayatını öğrenmiştik. 30 yaşındaydı. İş bulmak umuduyla Atina’ya yerleşmişti. İki çocuğuyla sefalet içinde yaşarken, 1895'te bir oğlunu kaybetmişti. Olimpiyat tarihçisi Athanasisos Tarasouleas'ın yazdığına göre çok yaşlı gösteren sarışın bir kadındı. Yarıştan önceki gün bir şey yemeyeceğini vurguluyor, sayısız defa açken çocuklarını taşıdığının altını çiziyordu. Kim bilir belki de tek istediği, erkeklerden daha güçlü olduğunu göstermekti.

Organizasyon komitesi katılım için gereken sürenin dolduğunu söylüyor, Revithi'ye gerekli izin çıkmıyordu. Spor tarihçileri David Martin ile Roger Gynn'e göre tek sorun cinsiyetiydi.

Sabah olduğunda, Maraton Kasabası’nın yaşlı rahibi Yannis Veliotis, Revithi dışında tüm koşucuları kutsuyordu. Hayal kırıklığına uğramış bir şekilde oradan ayrılan inatçı kadının başka planları vardı...

Maraton'dan Atina'ya yaklaşık 40 kilometre süren yarışa 17 sporcu katılmıştı. Son çeyrekte atak yapan Spyridion Louis, stadyuma girdiğinde halk çılgına dönmüştü. O Yunan çoban bir daha koşmasa da tarihten silinmemişti.

Ertesi gün Revithi, aynı parkuru koşmaya başlamıştı. Kasaba sakinlerinin şahitliğinde 8.00'de start alan azim abidesi, öğlen 1.30'da Panathinaiko Stadyumu'na geliyordu. İçeri girmesine askerler izin vermemiş, yarışı da durdurulmuştu. Tevatüre göre “biraz alışveriş yapmasam, çok daha hızlı olurdum” diyerek dalgasını geçmişti.

Sadece maraton sayesinde tanıdığımız bu sivil itaatsizin sonraki yaşamına dair hiçbir şey bilinmiyor. Bir şey kesinse, o da kadınların bir sonraki Oyunlar'da boy gösterdiği!

1900’de Olimpiyat, bu yıl olduğu gibi yine Paris’teydi. Atina’dan farklı olarak bu sefer kadınlar da vardı. Parmakla sayılacak kadar azlardı. Organizasyonda 975 erkek, 22 kadın boy göstermişti. Zira başlangıçta kadınlar için “uygun görülen” sadece dört dal vardı. Teniste İngiliz Charlotte Cooper, Olimpiyat altını kazanan ilk kadın sporcu olarak tarihe geçmişti. İngiliz tenisçi, ayrıca karışık çiftleri de partneri Reginald Doherty ile birlikte kazanmıştı. Oysa ferdi olarak Olimpiat’ta taçlanan İngiliz raketten önce aslında Olimpiyat şampiyonu olan başka bir kadın vardı. Eşi Hermann ve yeğeni Bernard’la yelkende birinci olan Hélène de Pourtalès, ayrıca Oyunlar’da boy gösteren ilk kadındı. Amerika’da doğan İsviçreli kontes, Mayıs’ta zafere ulaşan takımın bir parçasıydı.

Dallar ve kontenjanlar cinsiyetlere göre ayrıldığından, ciddi bir eşitsizlik dikkat çekiyordu. O dönemlerde kadınların birçok sporu yapabileceklerine inanılmıyordu. Bugünlere gelmek için bir değil, iki ömür gerekecekti…

1904’te durum daha fecaatti. Amerika’da St. Louis’de sahne alan 651 sporcunun sadece 6’sı kadındı. Yavaş yavaş bu sayı artsa da cinsiyetler arasındaki uçurum dikkat çekiciydi. Tam bir asır önce Olimpiyat, yine Paris’teydi. Fransa’nın 1924’teki ikinci evsahipliğinde boy gösteren 3089 sporcunun yüzde 95,6’sı erkekti. Zaten kadınların oranı ancak 1952 Helsinki’de yüzde 10’u geçebilecekti…

Türkiye’nin yolculuğu

Bu toprakların Olimpiyat yolculuğu 1908’de demir almıştı. Gencecik Türkiye Cumhuriyeti ise tam yüzyıl önce yine Paris’te 40 sporcuyla Oyunlar’da boy göstermişti. Fakat tüm temsilcilerimiz erkekti. Sporu, bir milletin gelişmişlik düzeyini gösteren unsurlardan biri olarak gören Mustafa Kemal bununla yetinmeyecekti. 1926’da kadınların spor alanında varlık gösterebilmesi için adımlar atılmış, Çapa Kız Öğretmen Okulu’nda ilk kadın beden eğitimi öğretmenlerini yetiştirmek için açılan kursa İsveç’ten uzmanlar getirilmişti.

Atatürk’ün gördüğü son Olimpiyat, 1936 Berlin’di. Türkiye burada sadece ilk madalyalarını kazanmamış, ayrıca ilk kez kadın sporcular tarafından temsil edilmenin onurunu da yaşamıştı.

Tarihin en politize Olimpiyat’ı Berlin’de demir alırken, eskrimde mücadele eden Halet Çambel ile Suat Fetgeri isimlerini altın harflerle kitaplara yazıyordu. Hem Türkiye’nin medar-ı iftiharıydılar, hem de Oyunlar’da sahne alan ilk Müslüman kadın sporculardı. İkinci Dünya Savaşı’nın arifesinde kimi faşist olmayan ülkelerin temsilcilerinin Nazi selamı verdiği ahval ve şeraitte Adolf Hitler’in verdiği resepsiyona katılmayan medar-ı iftiharlarımız haysiyet dersi vermişti.

1916’da Berlin’de doğan Halet Hanım’ın babası Almanya'da askeri ataşelik görevi yapan ve Atatürk'ün yakın arkadaşlarından Hasan Cemil Bey, annesi ise dönemin Berlin Büyükelçisi İbrahim Hakkı Paşa'nın kızı Remziye Hanım'dı. Cumhuriyetin ilanından sonra aile Türkiye’ye gelirken, Halet Hanım Robert Kolej’e gidiyordu. Okuduğu Alman kitaplarındaki şövalyelerden etkilenmiş, eskrimi seçmişti.

Yine aynı yıl dünyaya gelen Suat Hanım’ın babası Ahmet Fetgeri Aşeni, Beşiktaş ve Türkiye’nin ilk spor kurumlarından olan Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın kurucularından biriydi. Spora küçük yaşta başlamış; jimnastikten eskrime geçmişti. Başta tüm rakipleri erkekken, kısa süre sonra bir rakibesi olmuştu. İşte Rus Alexander Nadolsky’nin bu iki öğrencisi, Berlin’de tarih yazmıştı.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra düzenlenen ilk Olimpiyat’ta kafilemizde tek bir kadın vardı: 100 metreci Üner Teoman (1948). 1960 Roma’ya kadar Oyunlar’a hep erkekler gidiyordu. İtalya’da 100 metre ve uzun atlamada yarışan Aycan Önel, 800 metredeki Gül Çiray ve yüksek atlamacı Canel Konvur elemeleri aşamamıştı.

WİLMA RUDOLPH

1960 Roma Olimpiyat Oyunları’nda 100, 200 ve 4x100 metrede üç altın madalya kazanan Wilma Rudolph, tarihte tek Olimpiyat’ta bunu başaran ilk Amerikalı kadındı; hem de siyahtı. Yaşamaz denen, yürümesi bile beklenmeyen bu kadın imkânsızı başarmıştı!

Babasının iki ayrı evlilikten olan 22 çocuğunun yirmincisiydi Wilma. Zatürre, kızıl derken çocuk felci olmuştu. Sol bacağı felçliydi. Doktorlar ona bir daha yürüyemeyebileceğini söylerken, annesi asla pes etmemişti. Kızını sürekli sağlık merkezlerine taşıyan kadın, bir yandan da hizmetçilik yapıp onun için para kazanıyordu. O felçli bacağa her gün yapılan saatlerce masaj da cabasıydı.

Ailesinin çabasıyla ayakta duran genç kız, 12’sinde çocuk felcini atlatmıştı. O da yaşıtları gibi her şeyi yapabilirdi. Basketbola başlamış, kısa sürede de takıma girmişti. İyi bir oyuncuydu; çok da sayı atıyordu. Onu bir maçta Tennessee State Üniversitesi’nin atletizm antrenörü Ed Temple izleyince olaylar gelişiyordu. Wilma’nın uzun bacaklarını, çevikliğini gören Temple, karşısında büyük potansiyeli olan bir atlet olduğunu anında fark etmişti.

Adanmışlık, o gencin alınyazısıydı adeta. 1956’da Melbourne’e ayak bastığında, Amerikan Olimpiyat Takımı’nın en genç üyesiydi. 16 yaşındaki atlet 200 metrede elense de, 4x100 metre bayrak yarışında bronz kazanan ekibin bir parçasıydı. Dur durak bilmeyen sporcu, dört yıl sonra tarih yazıyordu.

54 yıllık yaşamına o kadar şey sığdırmıştı ki… Pistlere veda ettikten sonra siyahlarla beyazların eşit haklara sahip olması için çalışmasına herhalde şaşırmamalı. Hayatı boyunca karşısına çıkan her zorlukla savaşan atletizm efsanesinin ilham veren öyküsü o kadar yol gösterici ki…

Larisa Latynina 1956-60-64

Phelps’e kadar tarihin en iyisiydi Larisa Latynina. Bir döneme damgasını vuran Sovyet sporcu, ilk kez 1956’da merhaba dediği Olimpiyat Oyunları’nda dokuz altın, beş gümüş, dört de bronz olmak üzere toplam 18 madalya kazanmıştı. Bugün 89 yaşında olan artistik jimnastiğin efsanesinin gözü Katie Ledecky’de olacak. Eğer Amerikalı yüzücü Paris’te üç birincilik daha alırsa, Olimpiyat’ta en çok altın kazanan kadın unvanının yeni sahibi olacak. Fakat hemcinslerinin Latynina’nın madalya sayısını daha uzun süre aşması beklenmiyor.

Türkiye’den devam edelim…

1971’de Milliyet Gazetesi’nin verdiği yılın sporcusu ödülüne layık görülen ilk kadın olan Özden Ezinler, ertesi sene de Olimpiyat’a katılmıştı. Kafilede başka hemcinsi yoktu. Dört sene sonra da tablo aynıydı; Peri Suzan Günay Montreal’e giden tek kadındı!

1984 Los Angeles’a katılan tüm sporcuların yüzde 23’ü kadındı. Türkiye kafilesinde bu oran yüzde 4 kadardı. Yine de açılış töreninde bayrağımızı ilk kez bir kadın sporcu taşımış, unutulmaz atlet Semra Aksu böylece de tarihe geçmişti. Dört yıl sonra Güney Kore’ye taşınan sporun şahikâsında Aksu dışında atıcılıkta Zeynep Oka, okçulukta Elif Ekşi, Huriye Ekşi ve Selda Ünsal  yer almıştı.

İlk madalya

1992’de heyecan Barselona’ya taşınıyor; kafiledeki kadın sporcu sayısı sekize çıkıyordu. Onlardan judoda 48 kiloda mücadele eden Hülya Şenyurt, bronz madalyayı boynuna takarak spor tarihimize geçmişti. Bunu başardığında 19’unda bile değildi. Ailesinden gizli olarak spora başlayan judoka, bir gün müsabakalar için şehir dışına gitmesi gerektiğinde durumu ebeveynleriyle paylaşmak zorunda kalmıştı; zira onların imzası gerekiyordu.

1996’da 9, 2000’de de tam 15 kadın Türkiye’yi Olimpiyat’ta temsil etmişti. Genele bakacak olursak, 2000’de kadınların Olimpiyat sahnesine çıkışının 100. yıl dönümünde toplam katılımcıların yüzde 62’si erkekti. Uçurum kapanıyordu; kadınlar her sporu yapabildiğini tüm yeryüzüne ispatlıyordu.

Sidney 2000’de tekvandoda 57 kiloda üçüncü olan Hamide Bıkçın bronz madalya kazanmıştı. Dünya ve Avrupa şampiyonu da olan sporcu, başörtüsü taktığından kimi zaman müsabakaların sonrasında şık bandanalarla görüntüleniyordu.

Takvimler 14 Ağustos 2004’i gösterirken, Nurcan Taylan Atina’da sahne almıştı. Olimpiyat Oyunları’nın beşiğinde 48 kiloda yarışan halterci, dünya rekorları kırıp kürsünün en üst basamağına çıkarak tarih yazmıştı. İlk kez bir kadın sporcumuz altın almıştı!

2004’te 21 olan kadın sporcu sayısı, 2008’de 19’du. Tekvandoda 57 kilonun finalinde Güney Koreli Lim Su-Jeong’a yenilen Azize Tanrıkulu yine de yüzleri güldürüyordu. Ünlü tekvandocu Bahri Tanrıkulu’nın kız kardeşi, abisinden dört yıl sonra gümüş madalya kazanmıştı. Çin’deki madalya tablosu yıllar sonra değişiyordu. Atletizmde 5 ve 10 bin metrede ikinci olan Elvan Abeylegesse ile halterde 48 kiloda ikinci olan Sibel Özkan’ın gümüş madalyaları sonradan doping nedeniyle geri alınmıştı. Spor dünyasının en büyük illeti bizi de vurmuştu!

Kafilede kadın damgası

2012 Londra Yaz Oyunları, bizim için adeta bir devrimdi! İlk defa bir Olimpiyat’ta erkekten fazla kadınla temsil edilmiştik. Hem basketbol hem de voleybol takımlarımız bu büyülü organizasyonda ilk kez boy göstermişti. Açılış töreninde bayrağımızı da voleybolcu Neslihan Demir taşımıştı. Kafilemizde 48 erkek, 66 kadın sporcu vardı. Suat Hanım olmasa da Halet Hanım o günü görmüş; verdiği röportajlarda 1936 Berlin’i anlatmaya devam etmişti.

Tarihler 10 Ağustos’u gösterirken, havalara uçuyorduk. Tekvandoda Nur Tatar 67 kiloda gümüş madalya kazanırken, 1500 metrede Aslı Çakır Alptekin birinci, Gamze Bulut ise ikinci olmuştu. Olimpiyat’ın belkemiği atletizm, Türkiye’nin pek kürsü gördüğü bir spor dalı değildi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ulusları tekrar bir araya getiren 1948 Londra Yaz Oyunları’nda Ruhi Sarıalp’ın üç adım atlamada kazandığı bronz madalya masal gibi anlatılmıştı.

Tozpembe rüya yıllar sonra kâbusa dönüyor; iki atletimizin de madalyaları doping nedeniyle ellerinden alınıyordu. Yaşanılan hayal kırıklığını anlatmak imkânsızdı.

2016 Rio’da 103 kişilik kafilemizde 55 erkek vardı. Nur Tatar geleneği devam ettirmiş, bu sefer bronzda kalmıştı. Tokyo 2020’de genel katılımcıların yüzde 48.8’i kadındı. Türkiye’yi temsil eden 108 sporcunun 49’u kadındı.

Son Olimpiyat öncesi kadın sporcularımızın kazandığı madalya sayısı beşti. Japonya’da tek bir organizasyonda bu rakamın egale edilmesi, tarihî bir başarı oldu. Türkiye gibi kadınların şiddetle, hak ihlalleri ve eşitsizlikle anıldığı bir ülkede gelen başarılar, binlerce kız çocuğuna da ilham verecek gibi duruyor.

İlk kez Olimpiyat sahnesine çıkan kadın boksörlerimizden Busenaz Sürmeneli altın, Buse Naz Çakıroğlu ise gümüş madalya aldı. Karatede Merve Çoban, tekv

andoda Hatice Kübra İlgün ve güreşte Yasemin Adar’ın aldığı bronz madalyalar, Japonya’nın akılda kalan önemli başarılarıydı. Sadece onlar mı, cirit atmada Eda Tuğsuz’un dördüncülüğü, modern pentatlonda da İlke Özyüksel’in beşinciliği hayal gibiydi. İkisi de ülkemizi Olimpiyat’ta kendi alanlarında temsil eden ilklerdi!

İkinci defa katıldığı Olimpiyat’ta çeyrek final gören Kadın Voleybol Milli Takımı, Oyunlar’ı 5. sırada bitirirken, başarıları birileri için turnusol kâğıdı gibiydi.

Tokyo’da madalya rekorunu kıran Türkiye, Fransa’ya büyük umutlarla gidiyor. Şimdiden milyonlar voleybolcularımızın sahne alması için gün sayıyor. Halet Hanımların 88 yıl önce açtığı kapı asla unutulmuyor.

Paris 2024, ilk Olimpiyat’tan 128 sene sonra da olsa nihayet eşitliğin sağlandığı tarihî bir kilometre taşı olarak anılacak. İlk kez bu yıl madalya verilecek 32 sporun 28’inde kadın-erkek sayısı aynı olacak. Kadınlarla erkeklerin birlikte mücadele ettikleri karma kategorilerin sayısı da 18’den 20’ye çıkacak. Kadınlar 152, erkekler ise 157 yarışmada sahne alacak. Tabii sağlanan kontenjan eşitliği. Ya fırsat eşitliği? Sizce de dünyanın dört bir köşesindeki kız çocukları, istedikleri yaşta, istediği sporu yapabilseler ve erkekler kadar desteklenseler bugün kadın sporu çok daha iyi bir durumda olmaz mıydı…