Google Play Store
App Store

Kahvenin dünyada sayısız hazırlanma ve tüketilme şekli düşünüldüğünde, genetik ilişkilerini anlamak basit bir iş değildir. Espresso ve cappuccino’dan frappuccino ve soğuk demlemeye kadar geniş yelpazeyi düşünün!

Kafein ihtiyacı genetik midir?
Fotoğraf: Unsplash

Taze pişirilmiş bir kahvenin leziz aromasını tadarken, bu keyfi çekiyor olma sebebinizin tamamen kişisel bir tercih olduğunu düşünebilirsiniz. Ama yeni yapılan bir çalışma, kahve ihtiyacımızın DNA’mıza sandığımızdan çok daha katı bir şekilde kazınmış olabileceğine işaret ediyor.

Sabah rutinleriyle sosyal buluşmaların vazgeçilmezlerinden olan kahve, birçoğumuz için temel yaşam ürünlerinden biri haline geldi. Ama doğada suyunu sıkıp içebileceğimiz sayısız şey varken, kahvenin hayatlarımıza bu derece girmiş olması çevrenin bir oyunu mu, yoksa genlerimiz de işin içinde mi? Western Ontario Üniversitesi ve San Diego’daki Kaliforniya Üniversitesi’nden bir ekibin yaptığı yeni bir çalışma, kahve tüketimimizin genetik kökenlerine ışık tutarak bu antik sorunun cevabını vermeyi hedefliyor.

Ticari bir gen dizileme firması olan 23andMe’den ve İngiltere’nin Biobank isimli veritabanından verileri bir arada değerlendiren çalışma, “gen boyu ilişkilendirme çalışması” adını verdiğimiz bir araştırma yaparak kahve tüketiminin genetik altyapısını aydınlatmayı hedefledi. Neuropsychopharmacology dergisinde yayınlanan çalışmanın sonuçları bir yandan beklendik bazı detayları doğrularken, diğer yandan genlerimizin kahveyle olan ilişkimiz konusundaki etkilerini ortaya koyuyor.

Western’s Schulich Medicine & Dentistry’de doktora-sonrası araştırmacısı olan ve araştırmanın yazarlarından olan Dr. Hayley Thorpe, topladıkları veriyi kullanarak insan genomunun belli bölgelerinin o kişinin kahve içmeye meyilini arttırıp arttırmadığını keşfetmeye çalıştıklarını söylüyor. Sonrasında amaç, bu genleri teşhis ederek kahve alımını etkileyen biyolojik mekanizmaları anlamaktı.

Bulguları, kahve tüketiminin kesinlikle genetik bir bileşeni olduğunu gösteriyor. Yani anne-babalarımızdan aldığımız spesifik gen varyantları, bizim ne kadar kahve içtiğimizi direkt olarak belirleyebiliyor. Ama bu, buzdağının sadece görünen kısmı.

Kahve içme kadar basit ve gündelik bir alışkanlığın bile genetik yapımızca belirlendiğini düşünmek, yani sabah kalkıp da bir espresso shot atma ihtiyacı duymanızın sebebinin anneanneniz veya dedeniz olduğunu fark etmek gerçekten baş döndürücü. Peki ya bu eğilimler sağlık durumumuza etki ediyor mu?

İSTİKRARLI İLİŞKİLER

ABD’den elde edilen 130.153 kişiye ait 23andMe verisi ve İngiltere Biobank’ten elde edilen 334.649 kaydı bir arada değerlendiren uzmanlar, kahve tüketimiyle obezite ve madde bağımlılığına eğilim konusunda istikrarlı ve sağlam ilişkiler tespit ettiler. Ama bundan hemen büyük sonuçlar çıkarmaya çalışmamak lazım.

Thorpe’un söylediğine göre bulguları, kahve içen kişilerin illa obez olacağı veya gidip uyuşturucu kullanacağı anlamına gelmiyor. Daha ziyade bu, kahve alımına olan eğilimin bir şekilde bu özelliklere de sebep olan genlerle ilişkili olduğunu anlamına geliyor. İşin içine psikiyatrik detayları da katınca işler iyice karmaşıklaşıyor.

İncelenen genetik ilişkiler arasında anksiyete, depresyon ve bipolar bozukluk da vardı ve bunların her biri, kahve alımına eğilimi arttıran genlerle çeşitli seviyelerde ilişki gösterdi. Ancak ilginç bir şekilde iki veri setinde bu ilişkilerin bir kısmı ters yönlü gibiydi: ABD’den alınan 23andMe verilerinde bu psikiyatrik sorunlar kahve alımıyla pozitif yönde bir ilişkiye sahipken, Biobank verilerinde tam tersi bir ilişki vardı. Bu, beklenmedik bir sonuç!

Araştırma ekibi, bu uyumsuzlukların sebebinin iki ülkenin kahve tüketimi ve diğer çevre faktörlerinin genlerle etkileşimi konusundaki potansiyel farklardan kaynaklanıyor olabileceğini ileri sürüyorlar. Örneğin İngiltere’nin çaya olan bağımlılığı (ama ABD’de çaya o kadar da büyük bir ilginin olmaması) aradaki farkları izah edebilir mi? Veya belki de iki ülkenin tükettiği kahvelerin yapısı birbirinden bambaşkadır? Mesela İngilizler “hazır kahve” tüketmeye daha meyilliyken, ABD’de öğütülmüş kahve çok daha yaygın olarak tüketiliyor.

METODOLOJİK KUSURLAR

Tabii işin içinde metodolojik kusurlar da var – ve araştırmacılar da bunun farkındalar. Örneğin 23andMe’nin ve Biobank’in veri toplamakta kullandığı sorular arasında farklılıklar var. Dahası, birebir aynı soruyu sormuş olsalar bile soru içinde geçen büyüklükler arasında farklar olabiliyor: Mesela İngiltere’nin “1 fincan çay” algısı ile ABD’nin “1 fincan çay” algısı arasında çok ciddi farklar var. Üstüne üstlük İngiltere’nin bir başka kafeinli içecek olan çaya olan düşkünlüğü (veya ABD’deki gazlı içecek tüketimi) gibi ek faktörler de bu araştırmada hesaba katılmadı. Tüm bunlar, elde edilen karmaşık sonuçları izah edebilir.

Kahvenin dünya çapında sayısız hazırlanma ve tüketilme şekli düşünüldüğünde, genetik ilişkilerini anlamanın basit bir iş olmadığı açıktır. Espresso ve cappuccino’dan frappuccino ve soğuk demlemeye kadar olan geniş yelpazeyi düşünün! Kahve severlerin her biri genetik yatkınlıklarımızla potansiyel olarak farklı şekilde etkileşime giren sayısız şekilde tüketiyorlar. Çalışmanın bir diğer kilit ismi olan Dr. Abraham Palmer, bu bağlamda genetiğin karmaşıklığını şöyle anlatıyor:

“Genetik pek çok şeyi etkiler. Ne kadar uzun boylu olabileceğinizi etkiler. İster ABD’de ister Birleşik Krallık’ta yaşıyor olun, bu tür şeyler muhtemelen benzer şekilde sonuçlanacaktır. Ancak kahve, insanların verdiği bir karardır.”

Anlayacağınız, tat tercihleri ve kültürel normlar tarafından yönlendirilen bu karar, tabloyu daha da karmaşık hale getiriyor.

Tüm bunlara rağmen çalışma, özünde kahve alışkanlıklarımızın sadece bir tercih meselesi olmadığını, genetik yapımızın dokusuna sıkı sıkıya bağlı olduğunu gösteriyor. Genler ve çevre arasındaki bu karmaşık dans, dünyanın en sevilen içeceklerinden birini nasıl deneyimlediğimizi şekillendiriyor.

Bu nedenle, bir dahaki sefere en sevdiğiniz kahvenin tadını çıkardığınızda, o yudumu almanıza neden olan genetik, kültür ve çevrenin karmaşık etkileşimini düşünmek için bir dakikanızı ayırın. Basit bir keyif verici olmaktan çok ötesinde olan o bir fincan kahve, biyoloji ile gündelik yaşamın büyüleyici bir birleşimini temsil ediyor.