Kafiyesiz ve ölçüsüz
Leb demeden leblebiyi anlayabiliyorsanız, bu sizin zeki olduğunuzu değil, kafiyeli bir toplumda yaşadığınızı ve herkes gibi kafiyelere pek düşkün olduğunuzu gösterir. Gündelik yaşantınızda başlangıçlar ile sonlar kafiyeliyse döngüsel bir hayat sürüyorsunuz demektir. Kafiye, akıp gitmekte olan sözü kıvırır ve anlatıyı döngüsel hale getirir. Başınızı alıp gidemiyorsanız, yolculuklarınız Odyseus gibi evden başlayıp evde sonlanıyorsa, evin yerleşik değerlerine sıkı sıkıya bağlıysanız sadece tekerlemeler anlatabilirsiniz. Ya da “şiirsel bir hayat yaşıyorum” da diyebilirsiniz. Tekerlemeler, ölçülü ve kafiyeli basmakalıp sözlerdir; şiir de kafiyelerle zamanı kıvırdığı ölçüde anlatıyı bir tekerlek gibi döndürecektir. Ölçüsüz ve kafiyesiz serbest bir şiiri ancak tekerlemelere çomak sokanlar yazabilir. Antik tragedyalar, başları ve sonları kafiyeli döngüsel anlatılardır. Fakat Sofokles’in Kral Oedipus tragedyasında olduğu gibi, antik tragedyanın döngüsü bozulabilir, başlangıç ile son artık kafiyeli değildir. Oedipus çizgisel hale gelen zaman üzerinde yolculuğa çıkar, serseri bir hayat sürecektir. Farsça bir sözcük olan serseri başı boş anlamına gelir. Başları bağlı olanlar başları serbest olanları pek sevmez. Zira serseriler tekerlere çomak sokanlardır. Mesela 19. Yüzyılda, Sabot denilen tahta ayakkabılarını sistemin çarklarına sokarak sistemi işlemez hale getiren işçiler sabotajcı unvanıyla onurlandırılmışlardı. Döngüyü kırmak elbette cezasız kalmaz, cezası ebedi dönüştür. “Evvel zaman iken, deve tellal iken, ben anamın beşiğini tınkır mınkır sallar iken, ip koptu, beşik devrildi. Anam kaptı maşayı, babam kaptı meşeyi, döndürdüler dört köşeyi.”
Halkların uyutulduğu, tınkır mınkır sallanan beşik devrilebilir. Ve “artık başımı alıp yolculuğa çıkabilirim” dediğiniz an, tekerlemede olduğu gibi gelenekler devreye girer ve ebedi dönüş cezasına çarptırılırsınız. Sonsuz tekerrür mitlerde bir cezalandırma yöntemidir. Yunan mitolojisinde Danaidler, Libya kralı Danaos’un elli kızıdır. Kızlar kralın ikiz kardeşi Egyptos’un elli oğluyla evlendirilirler. Biri hariç hepsi düğün gecelerinde kocalarını öldürürler ve sonsuza kadar bir eleğe veya delikli kazana su doldurmaya mahkûm edilirler. Tanrıları kızdıran Sisifos da sürekli aşağıya düşen bir kayayı sonsuza kadar tepeye taşıma cezasına çarptırılmıştır. Anlattıklarına göre hepimiz, Tanrıyı kızdırdıkları için cennetten kovulan ve yeryüzünde sonsuz tekerrür cezasına çarptırılan Adem ile Havva’nın çocuklarıyız. Gündelik yaşantılarımız bitimsiz tekrarlardan ve döngülerden oluşuyor ve hepimiz leb demeden leblebiyi anlayabiliyoruz. Leb denildiğinde leblebiyi anlamayanlar, sonsuz yaprağı olan bir defterin satırlarını leb ve leblebi sözcükleriyle doldurmakla cezalandırılır. Kafiyeler önemlidir, kafiyeleri kaçırmamak gerekir, aksi takdirde kaybolursunuz.
Arapça kafiye sözcüğünün kökü “kafa” fiili “peşinden gitti, izledi” anlamına gelir (Nişanyan). Kafiyeli bir şiirde sözcüklerin birbiri ardına dizilmesi, birbirlerini izlemesi bir kafileyi andırıyor. Kafileler de kafiyelidir. Kafileden ayrılmamak gerek, ayrılanları kurt kapıyor. Ve kafilenin başı haykırdığında hep birlikte ilerliyoruz: “Haykırdı, ak tolgalı beylerbeyi “İlerle!”/ Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle.” Yabancı topraklar kafiyesizdir. Kafiye başlangıç ile sonu uyumlu hale getirir. Yolculuğumuza evden başlayıp evde sonlandırıyoruz; evin değerlerini her yere taşıdıkça yabancı topraklar kafiyeli ve ölçülü hale geliyor. Tekerrür bir cezalandırma yöntemidir, tekerrürle cezalandırılanlar gittikleri her yere kendi tekerrürlerini taşıyor. Yeryüzünde kafiyeli kafileler dolaşıyor. Kafiyesiz ve ölçüsüz serbest şiir şimdilik ufukta gözükmüyor.
Boşuna beklemeyin, ufuk yok çünkü. Küresel bir yeryüzü anlatısıyla büyütüldük, gelmekte olan ufukta belirecekti. Önce dumanını, sonra bacasını görecektik. Yeryüzü düzleştirildi. Ufku olmayan Öklidçi bir düzlemde yaşıyoruz. Düzlemden farklı olarak eğri bir yüzeyde bir üçgenin şekli ve iç açılarının toplamı bulunduğu yere göre değişecektir. Fakat nereye gidersek gidelim ne şeklimiz ne de iç açılarımızın toplamı değişmiyor. Şeklimiz evin şeklidir, iç açılarımızı topladığımızda ise sonuç olarak hep iktidarın bakış açısı çıkıyor.