Kaldırımlara taşan kıyafetler
Yoksulluğun acı tablolarından birisi de Eşrefpaşa’da yaşanıyor. Eşrefpaşa pazaryerinden zabıtalar tarafından kovulan ve çareyi kaldırımlarda bulan yurttaşlar, ikinci el kıyafetlerini satarak karınlarını doyurmaya çalışıyorlar.
Fevzi Efe SEKİTMEZ
Konak’ın Eşrepaşa ilçesine büyük bir pazar kuruluyor. Büyüklüğü başından beri öyle mi bilmem ama sanki zamanla birikmiş ve sonra etrafa saçılmış gibi bir hali var. Selahattin Akçiçek Kültür Merkezi›nin önünde ve arkasında bir insan seli. Biriktikçe birikmiş, en sonunda ara sokaklara taşmış. Kültür merkezinin hemen ardında, sokağı denize çıkan, merdivenli, İzmir›in meşhur yokuşlarından birisinde, insanlar kendi ikinci el kıyafetlerini satıyorlar. Kaldırımlardan yollara kadar uzanan, bavulların içerisinden sarkan renk renk kıyafetler alıcılarını bekliyor.
Denize nazır kaldırımlardan birisini kapmış, başında şapkasıyla oturan satıcının yanına giderek sordum, "İşler nasıl gidiyor?’ Sonradan isminin Nihat Çay olduğunu öğrendiğim yaşlı adam İlk başta pek oralı olmadı. Ancak sonradan pek bir ‘hoş’sohbet çıktı kendisi.
HAYATLAR YAMALI ÇORAP
"Bacım bu sana 40 lira olur" diye müşterisini ikna etmeye çalışıyordu. Müşteri elindeki eski kıyafeti pahalı bu der gibi fırlatarak ayırılınca sokaktan, oturduğu yerden kalkarak yavaşça bana doğru döndü, "40 liraya bugün çorap alamıyorsun. Ama bak gördün onu bile alamıyorlar. Nasıl alacaklar ki. Ya kardeşim insanların gücü var ya boğazına yetmiyor ya. Eskiden annemiz babamız bizim çoraplarımızı yamardı, delinen yerlerinden. Yamalı çorap giyerdik. Şimdi insanların hayatı yamalı çorap olmuş durumda. Zabıtalar bizi pazaryerine sokmuyor. Ben ne yapıyorum biliyor musun oğlum; çöpten buluyorum, kenardan buluyorum, satabildiğimi satıyorum bu kıyafetlerin. Kendi kıyafetlerim de var içerisinde onları da satmaya çalışıyorum."
BURNUMA KOKUYOR
Uzun zaman sokakta yaşadığını söyleyen Nihat Çay, aniden öfkeleniyor aniden üzülüyordu. Tezgâhtaki kıyafetleri nereden aldığını sorduğumdaysa şunları aktardı: "İnsanların halini anla öyle yaz. Benim yerime koy kendini, garibanın yerine koy kendini, öyle düşün öyle yaz. Ben iki gün üç gün aç durdum. 200 metre öteden hangi evde ne pişiyor burnuma sürüm sürüm kokardı açlıktan. Evlerdeki yemekler burnuma kokuyordu. Dışarıda yaşayabilir insanlar, bundan utanmazlar dışarıdakiler. Dışarıdaki adamın artık utanacak bir şeyi kalmamıştır oğlum biliyor musun? Ama ben o insanlardan da olamadım; dışarda da kalsam gidip bir ekmek isteyemedim kimseden. Ben de burada böyle bulup buluşturduğum kıyafetleri, kendi kıyafetlerimi satıyorum. Anladın dimi beni koçum."
Epey bir konuşunca konu memlekete, memleketin aç karnına geldi. Çay, insanların karnını doyurma telaşından kimsenin kimseyi görmediğini söyledi: "Millet aç karnını doyuramıyor, Ben karnımı doyuramıyorum daha. Bugün benim insan olarak yaşamam için kaç lira gerekli? İnsan olabilmem için kaç lira kazanmam lazım? Acıkıyorum, gidiyorum yiyecek ekmek alıyorum, zeytin alıyorum param bitiyor biliyor musun? Benim günlük 500 lira masrafım var. Dört bardak orada iki bardak orada çay içiyorum. Başka bir şey de yapamıyorum. Ekmekle karnımı doyuruyorum. ‘Ekmek getirin bana’ diyorum, bir çorba içmeye gittiğimde. Farkını getireyim sana diyorum ekmeğin. Adam önüme yarım ekmek koyuyor; ben ekmek istemeye utanıyorum artık. Getirse ekmek, onunla karnımı doyursam... Katık edeyim suyuna banayım diyorum, yok ekmek bile getirmiyorlar artık.
BİZDE HAL BIRAKMADILAR
Yanından ayrılmaya yeltendiğimde kolumdan tutarak şunları da iliştiriverdi konuşmasına: ‘‘Ama ben insanlara kabahat bulmuyorum. Kültürlü de olsa zengin de olsa ne olursa olsun asıl kabahat bizim gibi yoksullarda, akıllanmıyor birleşmiyor, direnmiyorlar. Bu pisliğin başımıza gelmesinin sebebi yine bizim başımızda duranlardandır. Garibanlar, çorba ekmeğe geleceğini değişiyor oğlum. Ama işte onlar da aç ne yapsınlar çorba ekmek bulamazsalar ölecekler. Çoluk çocuğu geleceği düşünecek hal mi kaldı bizde?’’