6 Şubat’ta meydana gelen deprem benim memleketim olan Malatya’nın Doğanşehir ilçesini de yerle bir etti. Doğduğum ev, okuduğum okullar yıkıldı. Çocukluk arkadaşlarımdan doktora öğrencime kadar, hayatın olağan akışı içerisinde yollarımız bir şekilde kesişen insanların günlerce göçük altında çıkarılmalarını umutla beklemek, sonrasında ölüm haberlerini almak…

Malatya’dan Hatay’a uzanan bölgede depremin yol açtığı acıya günlerdir tanık oluyoruz. Depremin üzerinden 12 gün geçti. Sanırım herkesin hayatına bir şekilde dokundu. Kimimiz sevdiklerimizi kaybettik, kimimiz hiç tanımadığımız insanların acılarını yüreğimizde hissettik.


Tüm yurttaşlarımız sahip oldukları sınırlı olanakları ile deprem mağdurlarına yardım etmek için seferber oldu. Adını hiçbir zaman bilemeyeceğimiz insanlarımız ekmeklerini depremzedeler ile bölüştüler. Müthiş bir dayanışma! Evet, bir tarafta isimsiz, fedakâr insanlarımız deprem mağdurları için seferber olurken, diğer tarafta…

YARDIM TOPLAMA

Çarşamba akşamı, hemen tüm kanallarda ortak yayınlanan “Tek Yürek Türkiye” yardım toplama programını görmüşsünüzdür. Bu yazının yazıldığı saat itibariyle yapılan açıklamalara göre 115 milyar liranın üzerinde bir yardım toplanmış. Merkez Bankası 30, Ziraat Bankası 20 milyar lira; Halkbank, Vakıfbank ve diğer kamu kurumları dahil, toplam yardımların yaklaşık yüzde 75’ini yapmışlar. Evet, yanlış okumadınız. Kamu kaynaklarının bağışlanmasından söz ediyoruz. Üstelik bunu yaparken de yayına telefon ile bağlanan kurum yöneticileri, uzun ve ağdalı konuşmalar yaparak ne kadar büyük bir lütufta bulunduklarını, yayını izleyen milyonlarca vatandaşımıza ima ettiler.

Kamu kaynakları büyük bir deprem felaketin yaşandığı, binlerce yurttaşımızın hayatını kaybettiği, yüz binden fazla insanımızın yaralandığı, milyonlarca kişinin evsiz, sokakta, soğukta, çadırda kaldığı bir zamanda bu insanlar için kullanılmayacaksa ne zaman kullanılacak? Peki, vatandaşlarımızın analarının ak sütü kadar helal olan, hak ettikleri, sağlanması gereken yardımlar, kamu kurumlarının “lütfu” nedeniyle sağlanıyormuş algısı neden yaratılıyor? Depremde yerle bir olmuş geniş bir coğrafyada yaşayan milyonlarca vatandaşımızın ihtiyaçları, kamu kurumlarının yöneticilerinin “yüce gönüllülüğüne” bağlı olarak değil, anayasada yazılı olan “sosyal devlet” ilkesi gereği sağlanmak zorundadır.

Ben bile yazarken “yardım” sözcüğünü sık kullanmışım. Evet, vatandaşlarımızın kıt imkânlarıyla sağladıkları destekler yardım olarak tanımlanabilir, ama kamu kaynaklarının kullanılmasını “yardım” olarak tanımlamak doğru değildir; çünkü bu, anayasal bir zorunluluktur.

Fakat bunun böyle bilinmesini istemedikleri çok açık. Kültürümüzde gizli kalmasına özen gösterilen “veren el” anlayışının yok edilmesine tanıklık ettik. Kamu gücünü kullananların, gözümüze sokarcasına, kamu kaynaklarını nasıl da büyük bir fedakârlıkta bulunarak deprem mağdurlarına aktardıklarını düşünmemizi istiyorlar.

Ama unutmayın, kamu kaynağı iktidarda bulunanların canları istediği için vatandaşa sunulan değil, vatandaşa sunulmak zorunda olan sizin kaynağınızdır.

Yönetim kademelerinde bulunanların görevi bu kaynakların etkin, hızlı ve organize bir biçimde deprem mağdurlarına ulaşmasının sağlamaktır; bu kaynakların kullanılıp kullanılmaması konusunda bir tasarrufta bulunmak değildir.