Kamusal hizmetler satılınca
Özelleştirmelerle kamu birikiminin ve sosyal hakların tasfiye edilmesinin ne kadar hayati sonuçlar doğurduğunu yıllardır deneyimliyoruz. Yıllardır kamusal hizmetler ve kamusal alanlar özel şirket ve kuruluşlara devredildi, devredilmeye de devam ediyor. Eğitim, barınma, beslenme ve sağlık gibi birçok temel ihtiyacımızın piyasa koşullarına terk edilmesi toplumsal eşitsizliklerin derinleşmesine sebep oldu. Sosyal haklar ve örgütlenme sınırlanmalarıyla siyaset, teknokratik çözümler arayışına indirgenirken toplumsal müzakere değersizleştirildi ve aslında bu süreç de sermaye çıkarlarını korumaya yaradı. Kamu yararı rafa kalktı, özel karların artırımı öne çıktı.
Dünya genelinde yaşanan çevresel felaketler neoliberal talanın en çarpıcı örneklerinden biri olarak her gün kendini hatırlatıyor. Orman yangınları, seller ve aşırı hava olayları, hükümetlerin sermayenin kar artırımı uğruna göz ardı ettiği çevresel düzenlemelerin bir sonuçları oldu. Keza Türkiye’de örneklerini sık sık gördüğümüz orman alanlarının yapılaşmaya açılması, madencilik, turizm vb faaliyetler için doğanın metalaşması da… Piyasayı önceleyen bu politikalar ekosistemde geri dönülmez zararlara yol açmakla kalmadı yoksulluğu artırdı. Kırsalı sermayeye açmak için kamuyu kırdan çekerek hizmetlere erişimdeki sosyal ve sınıfsal eşitsizlikleri derinleştirdi; toplumsal bağları zedeledi.
∗∗∗
Bununla bağlantılı biçimde neoliberal politikaların en belirgin etkilediği bir başka alan da tarımsal üretim oldu. Yukarıdaki peşkeş süreciyle el ele giden büyük şirketlerin çıkarlarına hizmet eden serbest ticaret anlaşmaları vb politikalar; yükselen girdi fiyatları, tarım ürünlerinin düşük fiyatlandırılması ve devlet desteğinin yetersizliği küçük çiftçilerin piyasa insafına terk edilmesiyle sonuçlanarak çiftçilerin toprağını terk etmesine neden oldu ve olmayı sürdürüyor. Bu sistem, yalnızca küçük çiftçileri ve köylüleri değil, toplumun gıdaya erişiminde de ciddi krizlere yol açıyor.
Benzer bir tablo barınma ve eğitim alanlarında da karşımıza çıkıyor. Eğitimin ticarileşmesi, kamusal okulların yetersiz bırakılması ve özel okulların yaygınlaştırılması, eğitimin bir hak olmaktan çıkarak ayrıcalık haline gelmesine yol açtı. Keza konutun bir yatırım aracına dönüştürülmesi bugün toplumun geniş kesimlerinin geçim sorununun merkezine yerleşti, bırakın nitelikli konuta erişimi, kira öderken karın doyurmak dahi hayal oldu Bu sorunlar toplumun örgütsüzleşmesi ve örgütlenmenin kriminalize edilmesiyle de gün geçtikçe katmerleşti. Tarikatlar, çeteler vs kendilerine burada alan buldu.
Yenidoğan çetesi tüm bunların kesişiminde çağın en acı gerçeklerinden biri olarak karşımıza çıktı. Tıbbi gereklilik olmadığı halde bebeklerin özel hastanelerin yoğun bakım ünitelerine yönlendirilmesi yoluyla haksız kazanç elde edilmesi, neoliberal sömürü politikalarının sağlık alanındaki en acı sonuçlarından biri.
∗∗∗
Piyasalaşma her alanda halkın hayatını hiçe sayıyor. Kamusal hizmetlerin özelleştirilmesi ve yaşamın her alanını ticaretin konusu haline getirilmesi toplumu da piyasa odaklı bir anlayışla yeniden şekillendirildi. Bu süreçte oluşan korporatist ve kayırmacı ilişkiler ağı, toplumsal, kültürel, kurumsal birçok alandaki yozlaşmayı besledi. Başlangıçta uzmanlaşma ve refah vaatleriyle savunulan bu politikalar, kamusal denetimsizlikle önü açılan bir yozlaşmayı ve bununla bağlantılı felaketlerden başka ne getirdi?
Tüm bunlar bize neoliberalizme karşı yapılması gereken ilk şeyin hiç kuşkusuz özelleştirilen kurumların kamulaştırılması olduğunu gösteriyor. Ancak bunun yeterli olmayacağını da gösteriyor. Aynı zamanda kamu kurumlarının yeniden tasarlanması ve kamu ile piyasa arasındaki ilişkinin yeniden düzenlenmesi gerektiğini de gösteriyor. Bu sermaye birikim modelinin sonucu olan felaketlerin ve toplumsal dejenerasyonun teşhisine dayanan ve toplumsal dönüşümü hedefleyen bir örgütlenme nasıl mümkün olabilir? Bu doğrultuda, kamuyu toplumsal bir aktör olarak yeniden konumlandırmanın ve kamusal alanları yeniden inşa etmenin yollarını aramalıyız.