Yavaş yavaş otoriter bir rejimin nasıl inşa edildiğinin hep birlikte tanığı olduk. Şimdi de bu rejimin nasıl sona ereceğine tanıklık edeceğiz. Bugüne kadar pek çok entelektüel bu iktidara bakıp somut gerçekleri görmek yerine, çoğu zaman gördükleri şeye kendi arzularını yansıtmışlardı, otoriterleşme eğilimini hep önceki rejimle demokratik bir hesaplaşma gibi düşünmeyi tercih etmişlerdi. Yine benzer bir biçimde kaç seçimdir bu iktidarın gideceğine dair sahte umutlar yeşertme eğilimi gösterenler de olmuştu.

DIŞ GERÇEKLİK

Onları dinler ya da okurken, aklıma her zaman Jean Améry’nin ‘Suç ve Kefaretin Ötesinde’ adlı kitabında yazdıkları gelir. Şöyle yazmıştı örneğin: "Entelektüel insan akla hayale sığmayan durumları, entelektüel olmayanların yaptıkları gibi, verili birer olgu olarak rahatça kabullenemiyordu." Bir eleştiri olarak demek istiyordu ki, bazı entelektüeller çoğu zaman dışarıdaki gerçekliği değil de kafalarının içindeki dünyayı referans alırlar ve bu yüzden de gerçekliğe uygun bir bakış ortaya koyamazlar. Bir yandan da bazı entelektüellerin, iktidarlara yönelik tarihsel ve sosyolojik etmenlerle açıklanabilecek kurtulamadıkları derin bir saygıları da vardır. Bu saygı, onları çoğu zaman yanılgılara sürükler. Sitüasyonistlerden Vaneigem’in şu sözünü hatırlamakta fayda var: "İnsanın hayatının yirmi dört saatinde, bütün felsefelerden çok daha fazla gerçek vardır."

BİTİRİLEN SİYASET

Bu iktidarın yaptığı ve yaşattığı pek çok kötülük oldu. Şu an seçim meydanlarında dile getirdikleri nefret söylemi bile, kazandıklarında neler yapabileceklerinin ipuçlarını veriyor. Yapılan kötülüklerin bana göre en etkilisi ise başından beri siyaseti bitirmeye yönelik hamlelerdi. Siyaset felsefecileri, demokrasinin vazgeçilmezi olarak ‘kamusal özerkliği’ işaret ederler. Kamusal özerklik, bireylerin kendilerini yöneten kuralların oluşumunda söz sahibi olmaları anlamına gelir. Kamusal özerklik, müzik yasaklarından yaz saati uygulamasına kadar yaşamın hemen hemen her alanında bireylerin elinden alındı ve tabi olmaya zorlandı. Siyaset, yani olan ile olması gereken arasındaki gerilim, karar mercii olarak otoritenin çözmesi gereken bir mesele olarak tayin edildi. Çözüme katılınması mümkün olmayan bir sistemde kim niye düşünsün, kim niye siyaset yapsındı ki? Muhalif olanları dış ve iç mihrak olarak nitelendirip etkisizleştirerek demokrasi için vazgeçilmez olan denetleme sistemi büyük oranda devre dışı bırakıldı. Siyasetin bitirilmesi, bir ülkeye ve bir topluma yapılacak en büyük kötülüktü, çünkü demokratik bir toplum olma çabasını engelleyerek yolsuzluğun ve yoksulluğun en önemli nedeni olan adaletsizliği yaygınlaştırarak toplum olma bilincine zarar verdi. Bu bilinç zayıfladığında, bireyler her tür anksiyeteye açık hale gelir, çünkü kendisini güvende hissettirecek bir şey kalmamıştır; güvenin olmadığı bir ortamda mafyalaşma ve çeteleşme kaçınılmazdır, kişi siyasete katılamadığı için yaşadığı topluma yabancılaşır ve her tür psikolojik sapma yaygınlaşır. Toplumun ruh sağlığı ciddi bir biçimde tehlikede.

DERİN VE YÜCE VARSAYIMLAR

Demokratik bir toplum, ancak siyasi faaliyetlerde aktif olarak yer alarak siyasi temsilcilerini eleştirel bir biçimde gözetleme yeterliliğine sahip vatandaşlar sayesinde ayakta kalabilir. Bu yeterliliğe ve deneyime sahip olmayan ve siyasi faaliyetlerden özellikle uzak tutulan bir toplum, sadece otoriter liderin kişisel arzu ve hırslarının kurbanı olur, tarihte pek çok defa büyük bedeller ödenerek deneyimlendiği gibi. Bu seçim, böylesi bir yol ayrımını işaret ediyor. Bu noktada karamsar olmaya gerek yok, farklı görüşten bu kadar insan bir umut için bir araya gelmeyi başardıysa, devamını da öyle ya da böyle mutlaka hayata geçirecektir.

Jean Améry, korku ve öfke arasındaki gerilim alanında insanca yaşanabilir mi sorusunu kitabında yanıtlarken, yaşanır diye yazmıştı; bütün bu yaşananlar, derin ve yüce varsayımlardan kurtulmamızı sağlayıp gerçekliği anlama konusunda bizi daha donanımlı kılıyorsa şayet…