Kanziler zombilere mi dönüşüyor?
Size oyun tavsiyesi veren, çok da “makara”, “kral” bir arkadaşınız, sizinle aynı kaygılarla iktidarı eleştirirken birden “onlar da kötü ama bunlar da az değil diyerek” yeni bir aşamaya geçiyor. Siz de beraberinde geçiyorsunuz.
Eskişehir’de gerçekleşen ve sonrasında ivedilikle yayın yasağı getirilen vahşi saldırı üzerine yeniden “kanzi, z kuşağı, ataricilik” tartışmaları başladı. Oyun bağımlısı gibi gözüken, “editlerle yaşıyorum” havasında, ırkçı sembolleri zihnine bulamaç etmiş bir gencin eylemi, kuşak ve gençlik konularını da beraberinde getirdi. Birkaç yıldır Mevzular Açık Mikrofon gibi programlarda kanlı canlı gördüğümüz, tıpkı herhangi bir TikTok videosu gibi 30-40 saniyede “sordum soruyu, kapattım konuyu” tadında laf sokmalarla, belli ezber kalıplarla siyasi görüşlerini ifade eden, benzer saç modelindeki gençlere “kanzi” denmeye başlandı. Ortak zihin dünyasına sahip bir gencin katliama girişmesi de “kanzi cinayeti” gibi yorumlandı. Peki bu sorun nasıl açığa çıktı ve “kanzilik” ne kadar gerçek?
Yıllar içerisinde geleceksizlik, baskı politikaları, eğitim sistemindeki oynaklıklar, dinin en geri yorumuna dayanan siyaset tarzı, milyonlarca gencin tepkisini çekti. Gençler bu tepkilerini sosyal medyada, sokak röportajlarında son 5 yılda çeşitli vesilelerle gösterdi. “Çıkar telefonunu göster” dönemi bu tepkilerin sosyal medyada revaçta olduğu bir süreçti. Aynı dönemde liselerde, üniversite şenliklerinde yaratıcı kimi eylemler kimi zaman pankartlarla, kimi zaman marşlarla ortaya çıktı. 2023 seçimleri bu kuşağın belirleyici olacağı bir seçim olacaktı. Peki beklenen neden olmadı?
Tekrar biraz geriye gidersek… Şu ortadaydı, Saray rejiminin hamasi söylemleri gençlerin desteğini hiçbir zaman tam olarak yakalayamadı. Bu da “Z Kuşağı AKP’yi devirir mi” beklentisi yarattı. Ancak özellikle 2015 sonrasında artan baskı döneminde büyümüş, içe kapanık ve teknoloji ile ilişkisi yoğun olan gençler, organik bir siyasetin parçası olamadı. Bu yaşananlar, “kanzilik” ya da “ataricilik” diye basite indirgenebilecek bir fenomen değil. Sistem eliyle bilinçli bir şekilde manipüle edilip devletin arkasına dizilen bir topluluktan bahsediyoruz. Aşama aşama götürülen planlı bir süreçten… Nasıl mı?
“BİR KUŞAĞI KAYBETTİK”
Saray ittifakı, gençlerin AKP’ye mesafeli olduğunu görmüş hatta “bir kuşağı kaybettik” söylemi en yetkili ağızlardan dillendirilmişti. AKP iktidara geldiğinde doğan ve dincilikten, yasaklardan, Vahabi kültür istilasından, ekonomik problemlerden, kontrolsüz göç sorunundan başka bir şey görmemiş bir kuşak vardı ortada. Bu kuşak sosyal medya çağına doğmuş ve yeryüzünde farklı “olanakların” da olduğunun farkına varmış, derinlemesine bilmese de yaşadığı düzenin sorunlu olduğunu hissedebilen bir kümeyi temsil ediyordu. Saray rejimi bu kesimi önce izledi. Başta “sosyal medya beladır, zehirdir” gibi bir söylemle gençlerin iletişim kanallarını kapatmayı düşündü. Ancak bunun uzun süreli olamayacağını fark etti. Başka bir şey yapmaları gerekliydi ama neydi? Bir süre sonra bu gençlerin, özellikle orta sınıf mensubu olanlarının zihin dünyasının sınırları olduğunu keşfetti. Bu sınırlar içinde manipüle edileceklerdi. Böylece AKP’yi desteklemeseler de muhalefetten de uzaklaşacaklar hatta belli dönemlerde iktidarın arkasına dizileceklerdi.
ORTAK ÖZELLİKLER
Burada bir parantezle sosyal medya kuşağındaki gençlerin zihin dünyasına dair bir şeyler söylemek isterim, çünkü Saray bu noktayı yakaladı. Z Kuşağı ile ilgili yazılan kitaplarda, her ne kadar sınıfsal bakışları eksik olsa da, yapılan tespitlerin ortak noktası teknoloji ve sosyal medya odaklı olmaları. Sosyal medyanın akıllı telefonlarla her an ulaşılabilir hâle gelmesi, kimlik edinme sürecinin sosyal medyada gerçekleşmesi, gençlerin davranışını belirleyen temel etken olarak görüldü. Sosyal medyayı, ekranı, akan görüntüyü yoğun kullanan bir çocukluk ve gençliğin ortak özelliği ise bilgiye hızlı ulaşırken derinlemesine incelemek yerine çabuk geçişlerle öğrenmek, bunun bir semptomu olarak duygu geçişlerinin yoğun olması, sıkılganlık, konsantrasyon eksikliği, gerçek kimliğinin dışında da bir kimlik inşası ve bireyselleşme olarak sıralanıyordu.
Burada da algoritmalar devreye girdi. Zihin dünyasının fanatikleşmesi için derinlemesine okumaya gerek duyulmayan ‘edit’ler, kısa yazılar, arkasında müzik olan yazılı manipülatif videolar ve başka alanda sevdiği bir kişinin yarı küfürlü konuşmalarıyla yaptığı videolu tespitler. (Gamer yani video oyuncularının çektiği videolar buna örnek) Bir de küfredilebilecek karşıt/uç görüşler. Bu içerikler gençlerin önüne düşürülerek hem platformlar para kazanıyor hem de gençler parası olanın yönlendirmesine açık hâle geliyordu. Örneğin Twitter’da hesabı olan sıkı bir cumhuriyetçi, Atatürkçüsünüz ve çayınızı demleyip telefonu/bilgisayarı açtınız. Önünüze üç şey çıkar: Atatürk’e küfür eden meczuplar (onlara yanıt verin diye), meczuplara ağzının payını veren hesaplar (paylaşın diye) Muhalif gazeteler, gündelik tatlı bilgiler, Ata fotoğraflı döneme dair güzel ve kısa bilgiler veren hesaplar (platforma “güvenin” diye)… Bu örneği sosyalist, liberal, milliyetçi her ne iseniz aynı formüle oturtabilirsiniz.
İşte çocukların gençlerin günde 9-10 saat geçirdiği platformlarda yaşanan bu etkileşim süreci, zihni derin düşünmekten uzaklaştırıp sloganlarla ve yanıtı belli kısa soru cümleleriyle dolduruyor. “Peki filanca terörist mi değil mi…” Bir soru 50 senedir bir işe yaramıyorsa bu sorunun değişmesi gerekir ki zekanız biraz da sorduğunuz sorulardan belli olur. Ama bir sorunun bir işe yaraması burada önemli değil; alacağı alkış, siz ona ‘like’ deyin, size bir kimlik ve onay edindirdiği için yeterli oluyor.
Aynı gençler salgın döneminde evlere kapandı, gerçek sosyal etkileşimleri azaldı, dış dünya ile bağlantıları koptu. Farklı insanlarla, kimlik ve kültürlerle, hatta canlılarla bile karşılaşmadı. Empati yeteneği kalmadı, oyunlardan edindiği “yok et” kültürü egemenliği eline aldı. “Benim dışımda ve zararlı gibi mi gözüküyor? O zaman yok et!” İşte en kullanışlı yönlerinden biri de bu oldu maalesef. Parantezi kapattım.
DERİN ETKİ AJANLARI
İşte bu düşünce kalıplarını gören sistem, önce “güven duyulan” kişiler üzerinden muhalefeti parçalamaya başladı. Size oyun tavsiyesi veren, çok da “makara”, “kral” bir arkadaşınız, sizinle aynı kaygılarla iktidarı eleştirirken birden “onlar da kötü ama bunlar da az değil diyerek” yeni bir aşamaya geçiyor. Siz de beraberinde geçiyorsunuz. Sonra size “like” alabileceğiniz belli cümle kalıpları sunuyor. Onları kullanıyorsunuz ve bir alkış cemaatine siz de sahip oluyorsunuz. Muhalifsiniz ama bir süre sonra bu tipler yüzünden, örneğin solculardan ya da doğaseverlerden nefret etmeye başlıyorsunuz. Çünkü “onlar da az değil!”
Bu “güvenilir” algı canavarları bir süre sonra derin devletin etki ajanlığına soyundu. Saray ittifakı şunu biliyordu. Bu kesim bize gelmeyebilir ama muhalefeti parçalamak için de kullanılabilir. Mesela AKP’ye karşı, seçimde tüm muhalefet birleşti mi? Hemen araya “bunlarla mı yan yanayız” tohumu atılabilir. “Ben de muhalifim ama…” kalıpları kullanılabilir. Bunları atan editçi, oyuncu tayfa fonlanabilir. Bu açıktan para vermek anlamında olmayabilir, tweetleri birilerinin önüne sistemli like atarak da düşürülebilir. Böylece hem içerik üreticisi kendince “helal para” kazanır hem de rejim istediğin alır! O tweetin altı “kralsın” yorumlarıyla sahte/kripto hesaplar üzerinden doldurulabilir. (Yüzü kapalı, kim olduğu belli olmayan hesapların ise doğrudan Saray bağlantılı olduğu ve devletin bir kanadı tarafından yönlendirildiği sıkça konuşuluyor.)
SİSTEM YANLISI GENÇLİK Mİ?
AKP ile özellikle dincileşme ile sorunu olan gençler kendisini ifade alanı ararken (seküler muhalefet de uyurken) yerine yönlendirilen kısım, İslam öncesi Türk tarihi ve kültürü oldu. Bu da olabilir. Ama bu ilgi ilk başta kendiliğinden gerçekleşirken daha sonra Zafer vb. partilerle de birleşti. Mülteci karşıtlığı ile sosladıkları bir eksenle bu kesim organikleşti. Ancak bu durum, o partilerin başarısının ötesinde bir fenomen olarak yine saray rejimi tarafından belirlendi. Rejim, gidişatı gördü ve ortaya çıkan bir sürü “İttihatçı” hesabın büyümesine yardım etti. İşin komiği Abdülhamit’i indiren, komitacı İttihatçı liderlerin profil fotoğrafı olduğu hesaplar sistem tarafından gençlerin önüne düşürüldü. “Devlet ayrı hükümet ayrı” söylemi ile “bizi eleştirin ama kritik anlarda arkamıza dizilin” propagandası gençlerin üzerine çöktü. Sınır ötesi operasyonlar, “Türk’ün gücünün gösterildiği anlar” vs. Böylece iktidar muktedirliğini yeniliyordu. Bayıldığınız İttihatçı figürün, iktidara karşı gözükürken aslında sabah akşam muhalefete sövdüğünü ve rejime karşı çıkan bloğun içine oynadığını düşünün. Enver Paşa bile şaştı bu işe…
KAMPLAŞTIR VE YÖNET
Bu düşünce biçimiyle saray, muhalefeti her konuda karıştırabileceğini gördü. Etiketle, kamplaştır ve birbirine saldırt. Bunun en kritik aşamalarından biri son hayvan hakları meselesinde karşımıza çıktı. Parantezde bahsettiğim, doğayla ve toplumla ilişkisi özellikle salgın/karantina döneminde kopmuş kuşağı, korkularla “yok et” mantığına doğru kolayca çekiştirdi. “Başka çözüm yok mu” diyenler ise aynı etki ajanları yüzünden “fonlanıyorlar, mama lobileri” gibi bir çamurun içine çekildi. (Benzer biçimler aşı karşıtlığı, düz dünya, LGBTİ hakları meselelerinde dünyada da oluyor.) İktidarın bu konuyla çok da ilgilendiğini düşünmüyorum. Esas dert, muhalefetin birbirine girmesi ve nefret tohumlarının ekilmesiydi.
KÜFÜR ETMEK DIŞINDA NE YAPTIK?
Dünyada da benzer bir fenomenin özellikle algoritmalarla açığa çıktığı ve sistemin bunu manipüle ettiği biliniyor. Neredeyse tüm seçimlerde bu metotlar kullanılıyor. Bunu söyleyince de “e biz ne yapabiliriz, her yerde böyle” gibi bir anlam çıkmamalı. Hiçbir aklı başında insan, kendi halkının, kendi çocuklarının göz göre göre böyle bir cehalet ve şiddet batağına sürüklenmesini istemez. O zaman şunu da sormak gerekir: Son beş yıldır Z kuşağı tartışmalarıyla muhalif bir kuşağın geldiğini gören sol, demokrat kesimler ne yaptı? Dinselleşmeye karşı çıkan çocuklarla nasıl bir bağ kurdu? Milliyetçilerin elinde gözüken platformları ne kadar etkin kullandı?
Çocuğa küfür ederek bir şeylerin değişmeyeceğini, bu olan bitenin yukarıdan, rejim ve sistem tarafından ortaklaşa belirlendiğini görmek ve mücadele dozunu yükseltmek gerekir. Bu da eski tarzla, tebliğ yöntemiyle ya da kızarak olmayacak. Bir yanıyla saray rejimiyle kesintisiz bir mücadele sürdürürken bir yandan da gençleri, yeni dönemin kimi olumlu özelliklerini de görerek, mücadeleye katmak zorundayız. Muhalif gençleri mevcut siyasi örgütlenmelerimize de sendika ve parti örgütlenmelerimize de derneklerimize de eski biçimlerimizle katamayız. Kendi kurduğumuz ve aramızda mutlu olduğumuz iç dilimizle gençleri dâhil edemeyeceğimizi artık görmeliyiz. Yeni birisi gelmeye niyet ettiğinde, bize benzemediği için kaygı duyan, rahatı kaçan bir anlayışla toplumu değiştiremeyeceğimiz açık. Bu durum sadece genç-yaşlı meselesi değildir, çağın hızlı deviniminde artık herkesin meselesidir. Gençlere bağımsız alanlar, kota ve kontenjanlar yaratmak gerekiyor. Bu “alın yapın” kolaycılığına ya da başa bir genç getirip kaçmaya indirgenemez. (Bir TikTok fenomeninin “bu böyledir abi” zırvalarını tepemize çıkarmaya gerek yok.) Bahsettiğim daha organik ve tanımlı bir model. Hem genç tanımından kaynaklı hem de yukarıda saydığımız yeni özelliklerin bir sonucu olarak gençler kendileri olabildikleri ve kendilerini parçası hissettikleri işleri sahiplenirler. Siyasi hareketlerin tarihsel yönelimini, değerlerini koruyacak ancak kimi zaman konforun kaçmasını da göze alacak bir pratik gerekli.
Uzun lafın kısası… Kanzilerin eli silahlı zombilere dönüşmemesi için önce neyle mücadele ettiğimizin bir farkına varalım. Yoksa iş işten geçecek.