Kapitalist hegemonyanın kabuk değişimi
Küreselleşme sonrası dönem yeni bir hegemonyacı güç altında şekillenecek, bu yeni bir kapitalizm olacaktır. Tabii eğer bu kez bu geçiş süreci uygarlığa son verecek felaketlere yol açmazsa. Bir olasılık da kapitalist üretim tarzının yerini bir başkasına bırakmaya başlaması olabilir.
Yusuf Tuna Koç
Trump’ın ikinci kez başkan seçilmesi sonrası, küreselleşmenin sonumu geliyor sorusu da yeniden gündeme geliyor.
Bir önceki Trump döneminden bugüne geçen 8 yılda, gümrük tarifeleri artık yalnızca ABD-Çin ticaret savaşının gündemi olmaktan çıktı, Avrupa’da da ekonomik korumacı eğilimler revaçta.
ABD’nin emperyal konumu açısından uzun bir süredir "imparatorluğun gerileme döneminde olduğu" tartışılırken, Trump’ın sözde “barışçıl” söylevleri de bu gerilemenin bir parçası olarak değerlendiriliyor.
Küresel Güneyde BRICS’in popülerleşmesi, bu değişimin bir başka çıktısı olarak niteleniyor.
Bu hafta, Ergin Yıldızoğlu ile konuştuk.
Trump’ın seçilmesi ile birlikte dünyada küreselleşmeden kopma tartışmaları daha fazla konuşulmaya başlandı. Ekonomik korumacılık, izolasyonizm, yükselen milliyetçilik etrafında tartışılan bir tür küreselleşme-sonrası döneme geçiş meselesine dair siz ne düşünüyorsunuz?
Ergin Yıdızoğlu: Küreselleşme sonrası sürece esas olarak 2008 krizinde, neoliberalizm tükendiğinde geçtik. Trump bu tükenişin ürettiği semptomlardan biri oldu. Şimdi eğer ekonomik korumacılık, izolasyon iddialarında ısrar ederse bu süreci hızlandırabilir. Ancak aşağıda değineceğim koşular ve ortam içinde bir hegemonya merkezinin “içine kapanma”, küreselleşme sonrası süreci “yeni liderlere” terk etme lüksü var mıdır? Ben yoktur diye düşünüyorum. Bu bağlamda ABD iç politikasında yeni bir gerginlik alanı oluşacaktır. Küreselleşme süreci durdu ve giderek tersine dönmeye başladı. Ancak, küreselleşmeden geri dönüş süreci tamamlanarak yerini yeni bir dünya “düzenine” henüz bırakmadı.
Bu soruya bir başka açıdan yaklaşırsam belki daha anlaşılır olabilirim: Küreselleşme a) kapitalizmin yapısal (sermaye birikim rejimi) krizi içinde egemen sermaye, krize uyum sağlamaya çabalarken (Bkz: Kâr oranları düşme eğilimi yasasının içindeki karşıt eğilimler) ortaya çıkan bir durumdur (bir kriz formudur); b) Küreselleşme ile kapitalizmin yapısal krizi, bu krizle de hegemonya devreleri arasında doğrudan bir ilişki vardır. Küreselleşme sonrası dönem yeni bir hegemonyacı güç altında şekillenecek, bu yeni bir kapitalizm olacaktır. Tabii eğer bu kez bu geçiş süreci uygarlığa son verecek felaketlere (Küresel ısınma, faşizm, savaşlar, yapay zekâ virüsler) yol açmazsa. Bir olasılık da kapitalist üretim tarzının yerini bir başkasına bırakmaya başlaması olabilir. Ama birinci olasılık şekillenmeye başladı bile. İkincisi ise şimdilik yalnızca bir ümit.
AVRUPA İÇ HEGEMONYA KRİZİNDE
Bu tartışmaların ABD dışında da özellikle Avrupa ve Çin açısından sizce anlamları neler?
Bu tartışmaların (daha doğrusu somut gelişmelerin) Avrupa, Çin (BRICS ülkelerini de katmak gerekir) için anlamı, hegemonya devreleri, ABD hegemonyasının yerini alacak düzen kurucu irade bağlamında değerlendirilebilir. Bu bağlamda Çin bu yeni “düzen kurucu irade” olmaya adaydır. Avrupa bu sürece dağılmadan (bir blok olarak seçenekleri daha iyi değerlendirme kapasitesini kaybetmeden) uyum sağlama sorunuyla boğuşmaya başladı. Bir taraftan, blok içi hegemonya adayı Almanya’nın bu konumunu kaybetmekte olması, diğer taraftan yükselen faşizmin milliyetçi refleksleri blok olarak kalma olasılığını hızla zayıflatıyor.
KÜRESEL GÜNEY SİSTEMDE KALARAK ALTERNATİFLEŞEMEZ
BRICS ülkeleri, emperyalizmin geleneksel paylaşım alanları olarak bu kez bu konumun dışına çıkmaya çabalıyorlar. Ancak bunu kapitalizm içinde kalarak başarmaları son derecede zor. En fazla, geçen yüzyılda olduğu gibi büyük güçler arası rekabet ve savaş ortamında, bu ortamın dışında kalarak kendilerine bir manevra alanı açarak bir “gelişme” hamlesi yapabilirler. “Bu alan ne kadar süre açık kalır ve hangi bağımlı ülke bu olasılığı nereye kadar değerlendirebilir?” sorularının cevabı henüz yok. Bir olasılıkla, bilimsel teknolojik gelişmeye ayak uydururken ülkesi içinde barışı hakları ve özgürlükleri koruyabilenler (gelişme için gerekli şart) yükselmekte olan hegemonya merkezi ile ilişkilerini bu kez, (geçen yüzyıldaki ortama kıyasla) daha iyi, daha yüksek bir pazarlık gücüne sahip olarak sürdürme şansı yakalayabilirler. Ya da belki de kapitalist sistemden koparak, bağımsızlaşarak, kendilerine yeni bir yol (üretim tarzı) arayışına girişebilirler.
TÜRKİYE OSMANLININ KADERİNE YAKLAŞIYOR
Türkiye’nin geleceği açısından bu tür yeni eğilimler ve tartışmalar ne anlama geliyor olabilir?
Aslında bu soruyu önceki soruya cevap verirken kapsadım. Türkiye, kendi özel tarihi (imparatorluk bakiyesi), etnik demografik kompozisyonu, dış kaynağa (emperyalizme) bağımlı ekonomik yapısı, rantiye kapitalizmiyle, varlık ya da yokluk anlamında bir yol ayrımındadır. Eğer, yukarıda sözünü ettiğim yeni manevra alanını doğru değerlendirebilirse küreselleşme sonrası süreçte ayakta kalabilir. Bunu başarabilmesi için, eğer kapitalizm içinde kalacaksa, bilimsel teknolojik gelişmelere uyum sağlamalı (bu bağlamda eğitim sistemi yaşamsal öneme sahiptir), ülke içinde haklar ve özgürlükleri güvence alan, vatandaşlık ve dayanışma ruhunu güçlendiren bir barış istikrar ortamı yaratmalı, son 22 yılın, Siyasal İslam’ın rejiminin yarattığı kültürel-ekonomik yıkımı hızla onarmaya başlamalıdır. Ancak, güçlerin bugünkü dizilişi üzerinden bakınca, bu son derecede düşük bir olasılıktır. Türkiye’nin, Osmanlı imparatorluğunun son dönemini anımsatır biçimde parçalanarak, paylaşılan ülke konumuna düşme olasılığı çok yüksektir. Bu olasılığın karşısında, işçi hareketi ile buluşmuş, birleşik, sosyalist bir hattın oluşması umudundan başka bir seçeneği ben göremiyorum.