Karanlık bir dünya portresi
Taibaoui, sadece Cezayir’den değil, pek çok Arap ülkesinden ezilenlerin, kıyıda köşede kalmışların sesi olmaya, onların hayatlarından bazı acı hikâyeleri, özlemleri ve gerçekleştiremedikleri hayalleri göz önüne seriyor.

Kamil KARASU
Cezayir’de uzun yıllar Fransız dilinin ve kültürünün etkisinden sıyrılarak kendi edebî mirasını inşa etmek için 20. yüzyılın ilk yarısından itibaren Mevlûd Mu‘ammerî, Muhammed Dîb, Leylâ Sebbâr, Âsiyâ Cebbâr, Albert Camus ve Kâtib Yâsîn’le birlikte öykü ve roman yazma akımı hız kazanır. Bağımsızlığı takip eden yıllarda Abdulhamid bin Heddûka, et-Tâhir Vattâr ve Vâsînî elA‘râc’ın başı çektiği yazarlar yeni bir atmosferde anadilleri Arapçaya dönüş yaparak Cezayir’in siyasi, sosyolojik ve kültürel olgularını romanlarıyla dünya edebiyat hazinesine kazandırır.
Genç kuşak yazarlardan Ahmed Taibaoui de gözlemlerinden yola çıkarak toplumda kendisine yer edinememiş isimsiz bir kahramanın tuhaf çıkmazlarını, kimlik bunalımını, sömürgecilik ve İç Savaş sonrasında yaygınlaşan yozlaşmanın sosyoekonomik durum üzerindeki etkilerini ustalıkla resmeder. Taibaoui’nin toplumun kendi ürettiği kötülükleri nasıl vicdan azabı duymadan mahkûm ettiğine yönelik samimi bir eleştiri ile işlediği Bay Hiç Kimsenin Kayboluşu, Cezayir edebiyatına açılan yeni bir kapı niteliğinde.
CEZAYİR’İN ÇALKANTILI YILLARINA TUTULAN BİR IŞIK
Roman, Yüzünü Çalıp Giden Adam ve Cehennem Pencereden Bakıyor başlıklı iki bölümden oluşuyor. Ahmed Taibaoui’nin geçmiş ile bugün arasında, iç içe geçmiş olay örgüleriyle kurguladığı Bay Hiç Kimsenin Kayboluşu, sorunlarla dolu bir geçmişin travmasından ve günlük hayatın yüklerinden kaçarak yoksul ve muhtaç bir halde başkent Cezayir’in Ruveybe banliyösüne gelen isimsiz bir adamın hikâyesi. Burada kendisini oğlu tarafından yalnız başına hayatta kalmaya terk edilen demans hastası yaşlı bir adama bakmaya başlarken vicdanı ile ondan kurtulma arayışının sarkacında bulan Bay Hiç Kimse, yaşlı adamın ölümüyle birlikte ortadan kaybolur. Gizemli adamı tespit etmesi için görevlendirilen bir polis dedektifinin soruşturması onu bir zamanlar Bay Hiç Kimse’yle yolları kesişmiş kişilere götürür ve her birinde aradığı adamın bir yansımasını bulur. Adeta insanın etrafındaki dünyaya karşı varoluşsal yabancılaşma ve hayal kırıklıkları ile dolu yaşamından izler taşıyan bir habitus örneği olarak Cezayir’in kenar mahallelerindeki hayatın gerçekliğini derinden hissettiren bu etkileyici noir roman, okuyucusuna polis muhbirleri, rotasından çıkmış imamlar, kaçak içki satıcıları ve mezar soyguncularından oluşan karanlık bir dünya portresi çizer.
Romanın biyografi tonundaki ilk bölümünde okuyucu, Bay Hiç Kimse’nin geçmişi ve bugünü arasında gidip gelirken, yetim kalmış, kaçırılmış ve akıl hastanesine yatırılmış bir adamın geçmişte bırakmak istediği, zorluklarla yüklü hayat hikâyesini öğrenir. Dönemin şiddet sarmalından nasibini alan ana kahraman, silahlı çeteler tarafından kaçırılmasından sonra tanıdığı bir kişi tarafından tesadüfen “kurtarılır”. Ben ölüme hayatımın hiçbir döneminde olmadığı kadar yaklaşmıştım. …beni tanıyınca onlardan kurtardı, ama bu beni başka bir tür ölüm treninin raylarına koydu kesitiyle okur, Bay Hiç Kimse’nin bir hayat yaşamaktan ziyade tesadüfen hayatta kalmış bir adam olduğunu daha baştan fark eder.
Bu yüzden kayboluş onun için gerçekliğin dayatmalarından ve baskılarından özgürlüğe kaçıştır. Bu olgu, kaybolmak, ruh için sahte ve aldatıcı bir varoluştan daha cömerttir cümlesinde kendini gösterir.
YOZLAŞMIŞ BİR SİSTEM VE ÇARESİZLİK İÇİNDEKİ BİREYLER
Taibaoui, Cezayir’de cereyan eden birçok gizli kapaklı şeyi örten ince bir perdenin arkasında kalmış bir toplumun varlığına işaret eder. Geçmiş ve şimdiki zamanın salınımıyla birlikte Bay Hiç Kimse’nin kaybolduğu ana kadarki hayat hikâyesinin anlatımından ikinci bölüme geçiş onun prototip kimliğini devre dışı bırakır. En az Bay Hiç Kimse’nin yaşadıkları kadar polis dedektifi Refîk’in yürüttüğü farklı soruşturmalarda başına gelenler de yolsuzluklara ve devlet bürokrasisi içindeki güçler ile illegal yapıların etkileşimli hegemonyasına getirilen eleştirinin bir ifadesidir. Cehennem Pencereden Bakıyor bölümüyle artık polis dedektifi Refik’in var oluş sorgulamaları başlar. Bay Hiç Kimse’nin tetiklediği bu sorgulama, onun kayboluşunu keşfetme çabasının aslında Cezayir’de her kesimden, yaştan ve cinsiyetten insanlardan bir parça taşıdığını fark ettirir. Zira etkileşim kurduğu kişiler aslında bir yönüyle ona benzer ve ondan izler taşır: Aranan adamın yaşadığı varsayılan mahallenin sakinleri çelişkili ifadeler vermişti… Herkes onu tanıyordu ama kimse tanımıyordu… Her birinde, kendisine tarif ettikleri ve kendisinin bulamadığı bu Hiç Kimse’den bir şeyler gördü. Taibaoui, bütün bileşenleriyle yozlaşmış bir toplumun etkilerine ışık tutarak ve onların nasıl bir araya gelip işlerlik kazandığını ifşa ederek ahlâk ve kimlikle ilgili önemli soruları oldukça etkileyici bir şekilde okuyucunun zihnine taşır.
AİT OLMADIĞI BİR DÜNYADAN KAÇMA ARZUSU
Bay Hiç Kimse, bir şeylerin değişeceğine dair umudunu yitiren insanların yüzlerine çarpan gerçekliğin vücut bulmuş halidir. Taibaoui, sadece Cezayir’den değil, pek çok Arap ülkesinden ezilenlerin, kıyıda köşede kalmışların sesi olmaya, onların hayatlarından bazı acı hikâyeleri, özlemleri ve gerçekleştiremedikleri hayalleri göz önüne sermeye çalışır. Zira birçoğu, kimsenin umurunda olmadan, gönüllü ya da zorla ortadan kaybolmuş olarak yaşayan ve sonra da toplum hafızasından silinerek bir mezarı olmadan göçüp gidenlerdir. Ana kahramanın bu şekilde sunumu, gerçekliği yansıtması bakımından romanı değerli ve güncel kılarken yenilikçi kurgusuyla birlikte heyecan verici ve sürükleyici bir okuma vadediyor.