Google Play Store
App Store

Yıl 1994, Detroit’teyiz; sadece ABD’nin değil, uzunca bir süre tüm dünyanın otomotiv merkezi ve kapitalizmin dinamosu olan ‘Motor-Kent’ (‘Motor City’ ya da daha ünlü kısaltmasıyla ‘Motown’).

Hikâyenin geçtiği yer o eski Detroit değildir artık: Petrol fiyatlarının tetiklediği krizler başta olmak üzere küresel kapitalizmi sıkıntıya sokan süreçler otomotiv sektörünü öyle olumsuz etkilemiştir ki, Detroit yavaş yavaş bir ‘zombi-kent’e dönüşmektedir. Bu arada bazı fırsatçılar, eski binaları hiç pahasına mülkiyetlerine geçirmek için kurdukları çetelerle akıl almaz şiddet eylemleri düzenlemektedir.

Bu eylemlerden birinin hedefi, kentsel dönüşüm projesine karşı apartmandaki komşularından imza toplayan Shelly’dir. Shelly ve rock müzisyeni nişanlısı Eric, evlenmeden bir gece önce, evlerinde çetenin saldırısına uğrarlar. Tecavüz ve şiddet dolu gece, genç çiftin ölümüne neden olur.

Türkiye’de Ölümsüz Aşk adıyla gösterime giren fantastik aksiyon-gerilim filmi The Crow’un (1994) öyküsü, işte böyle bir toplumsal gerçeklik üstünde yükseliyor.

Film ilerlerken ara ara seyirciye hatırlatılan bu gerçekliğin etrafındaki fantastik buluttaysa şunlar olur: Cinayetten tam bir yıl sonra, Eric dirilerek bir karganın rehberliğinde intikam almaya başlar. Filmin evrenindeki inanışa göre karga, ölüleri öte dünyada gitmeleri gereken yere götüren kılavuzdur. Ama eğer ölümün nedeni çok kötü bir şeyse ve dayanılmaz bir kedere yol açıyorsa, karga huzursuz ruhun sahibini o yanlışı düzeltmesi için dünyaya geri getirmektedir. (‘Dünyevi bir hesaplaşma aracı olarak hayalet’ için bkz. Hayaletler meclisi, BirGün, 19 Ağustos 2024)

Yönetmen Alex Proyas’ın özgün bir kurgu estetiğiyle sunduğu bu çizgi-roman uyarlaması, kısa zamanda ‘kült film’ statüsüne yükselir.

Aradan yıllar geçer, Hollywood makinesinden bekleneceği gibi The Crow’un devam filmleri yapılır. 1996, 2000 ve 2005’te yapılan bu filmler, tahmin edileceği gibi başarısız olur. Sonra 2024’te, The Crow’un 30. yılında -tıpkı Eric’in birinci yıldönümünde dirilmesi gibi- film yeniden yapılır (re-make).

Ama ortaya çıkan film, neredeyse devam filmlerinden bile daha kötüdür!

∗∗∗

Geçen hafta gösterime giren The Crow/Ölümsüz’ün temel hatası, dramatik yapıda mantıklı bir nedensellik kurmamasıyla ortaya çıkıyor. 1994 öyküsünde kötüler, kentsel dönüşüm rantının peşinde koşarken orta ve alt gelir seviyesindeki insanları acımasızca ezen çetelerdi. Buradaysa, galiba şeytanla bir anlaşma yapmış -’galiba’, çünkü işin o kısmına dair hiç bilgi verilmiyor-, büyülü sözler fısıldayarak masum insanlara kötü şeyler yaptıran, böylece onların cehenneme gitmesine yol açan, bunun karşılığında da ölümsüzlük kazanan zengin bir adam var.

İlk filmdeki idealist genç çift, bu filmde uyuşturucu bağımlısı ve hiç de bundan şikayetçiymiş gibi görünmeyen iki gence dönüşüyor. Bağımlı gençlerin toplandığı bir merkezde tanışıp hemen birbirine aşık olan Shelly ve Eric, bu merkezden kaçıp uyuşturucu ve seks dolu bir hayata atılıyorlar. Bu arada bu gençlerin aileleri, eğitim durumları, toplumsal konumları, geçimlerini nasıl sağladıkları vb. konulara dair hiçbir şey görmüyoruz.

Filmin evreni o kadar özensiz yaratılmış ki, her tarafından tutarsızlık ve anlamsızlık akıyor. Bu güçlü ve zengin adam ne iş yapıyor? Dünyada 80 değil de örneğin 800 yıl yaşama arzusunun temelinde ne var? ‘Yoldan çıkarmak’, yani kulaklarına şeytani bir şeyler fısıldayarak bir tür hipnoza sokup arkadaşlarını ya da kendilerini öldürtmek için, neden ille de müziğe yetenekli gençleri seçiyor? Cinayet işlerken hipnoz etkisinde olduklarından, birazcık adalet anlayışına sahip hiçbir mahkemenin cezalandırmayacağı bu gençler, nasıl oluyor da cehenneme gönderiliyor?

Filmi yapanların da bildiğini sanmıyorum...

∗∗∗

2024’te yapılan bir Hollywood filminin Trump ve Biden gibi politik figürlerden, senato baskınından, yolsuzluklardan, Epstein davası gibi olaylardan vs. etkilenmemesi, bunların metaforik yansımalarını az ya da çok barındırmaması olanaksız elbette... Ama bu filmin senaryo çalışması o kadar kötü ki, sosyolojik temelini çözümlemeye çalışırken neresinden tutsanız elinizde kalıyor.

Örneğin, gençleri yoldan çıkaran Vincent Roeg ve etrafındakiler, dünyayı karanlık bir geleceğe mahkum eden Donald Trump ve şürekasıyla örtüştürülebilir mi? Belki evrenin uzak bir köşesinde, birazcık...

Ama o zaman da, her şeyden önce bu anlatıyı kuranların düşünme yöntemlerindeki sorunu tartışmamız gerekir: Trump’ın parçası olduğu çürüme ve yozlaşmanın temelinde boynuzlu ve keçi ayaklı şeytanlar değil, maddi dünyanın sömüren-sömürülen ilişkisine dayalı maddi gerçekliği var.

Bu basit temeli görmezden gelen hiçbir çalışmanın anlamlı sözler söyleyebilmesi mümkün değil...