Google Play Store
App Store

Her olayda olduğu gibi, meselenin özü tamamen siyasi ve ideolojik.

79 canın hesabını herkes birbirinden soruyor. Siyasi iktidar, utanmazca ve rezil bir tavırla olayı CHP’li belediyenin üzerine yıkmaya çalışıyor. “Esenyurt’ta teröristi, Beşiktaş’ta ihale yolsuzunu, hırsızı, Bolu’da da insan canını hiçe sayan katili başkan yapmışlar” algısı oluşturmaya çalışıyor.

İtfaiye, yani yangın korunumu denetimi yetkisini belediyelerden yıllar önce alıp “herşey kendi rant ve soygun mekanizmaları içinde hallolsun” saikiyle, sadece bakanlığın uhdesine aldıklarını gözden kaçırmanın hesabındalar. Yıllar önce yaptıkları bu değişikliğe benzer şekilde memlekette yapı denetiminden asansörlerin denetimine, yangın korunumundan ormanların güvenliğine, kıyı bölgelerinin düzenlenmesinden, maden alanlarına kadar başka bir yığın konuya kadar “tek elden yetki ve denetim” hakkını eline almış bir merkezi idare.

Diğer yanda ise, bir şeyler ters gittiğinde ya da Bolu Kartalkaya’daki toplu katliamda olduğu gibi 79 insan öldüğünde, parmakları “rakip siyasi odaklara” uzatan bir ahlaksızca anlayış. Çevreyi talan etmek kirletmek isteyenin önünü sonuna kadar açan bir Çevre Bakanı, daha birkaç hafta önce eline bir bardak kirli su alıp, “İzmir Belediyesi körfezi niye temizlemiyor?” diye utanmadan şov yapmadı mı?

Fabrika bacalarının, dev sanayi tesislerinin, çimento vb. imalathanelerinin, akarsulara zehirli atık salanların önünü açıp insanları göz göre göre zehirleyerek kansere mahkum eden bir zihniyet, bir gün kürsüde “Ahh! Şu paranın şu kapitalizmin gözü kör olsun” diye sahte nutuklar atmadı mı?

İmar afları ile, yani insanların çürük – çarık yapılarına izin verilmesiyle seçim meydanlarında övünen AKP kafası, deprem olunca adeta hiçbir sorumluluğu olmadığını söyleyip “Ne yapalım. Asrın en büyük felaketi, kader, kısmet, fıtrat, fay hattı, Allah’ın dediği olur” bahaneleri ile ahlâksızca kenara çekilmedi mi?

Pandemi sırasında, virüs dünya kasıp kavrulurken, bütün dünya alarme geçmişken, adeta “Bize bir şey olmaz abi” kafasıyla gereken önlemleri almakta geciken, aşıyı bile neredeyse “lütfen” getirip uygulayan, kendisi özel hastane patronu olduğu için “Yoğun bakım yataklarına hatta bütün özel sektördeki yataklara ülke çapında anında el koymayı” bile reddeden bir kişi Sağlık Bakanlığı yapmadı mı bu ülkede?

Böyle adamlardan Sağlık Bakanı, yine bir özel okul patronundan Milli Eğitim Bakanı, şimdi de (6 senedir) bir özel turizm işletmecisinden, üstelik sektörün en büyüklerinden birinin sahibinden Turizm Bakanı atamadı mı bu “merkezi akıl”?

Tüm yetkileri, ruhsatlandırmadan denetime her aşamada kendi uhdesine almış bir irade, 79 kişinin cenazeleri daha musalla taşında yatarken kalkıp da CHP’li belediyeyi suçlamaya kalkınca, insan buna yakıştıracak sıfat bile bulamıyor.

Ama halkımızın da bunu, yani 2002 yılından beri bu tür sorumlsuzluklar sonucu işlenen toplu cinayetlerden sonra artık hızla algılamasının zamanı gelmedi mi?

Depreminden cephanelik patlamasına, yangınından çevre felaketine, göçükten sel baskınına, iş cinayetlerinden terör saldırılarına kadar her türlü katlaiamda on binlerce ferdini yitiren bu toprakların insanı, bütün bunların arkasında “yanlış bir siyasi ve ideolojik tercihin” yattığını artık anlamayacak mı?

Hayatları para yani rant üzerine kurulu, siyaset anlayışları en ufak bir muhalif sesin bastırılmasından ibaret olan, sadece yandaş kayırmaya dayalı bir ekonomik ve siyasi sistemi giderek büyüten bir anlayışı mahkum etmek, farklı bir ideolojik tercihe yönelmek için daha neyi bekliyor bu halk?

Daha fazla ölmeyi mi?

Hani, felaket anlarında hep duyulan o klasik çığlık vardır ya:

“Nerede bu devlet?..” diye bağrışır ya insanlar.

Aslında “devlet” oradadır, orada olmasına da, devleti kimin yönettiğini önemsemeden yapılmış bir eleştiridir bu.

Devletin başında kimin olduğu kimin yönettiği, kararların hangi kafada insanlar tarafından alındığını pek düşünmeyen bir vatandaş zihniyetidir.

Bunun farklı algılanmasını sağlamak da bizlerin, yani “doğru tercihin nerede yattığını” bilen ve hayatlarını bu mücadeleye adamış insanların, başka bir deyişle “Solda – yani doğru yerde” duranların görevidir tabii ki.

Bizim de “Anlamıyorsunuz abi” demenin ötesine geçerek, bunu anlatabilmekten başka bir seçeneğimiz yoktur.

Sadece birkaç saniye süren bir depremde bile 53,000 canın birlikte yitirilebildiği, bir tek sorumsuz yöneticinin ya da işletmecinin ihmali ve  onun arkasındaki siyasi kayırıcının aymazlığı nedeniyle 79 insanın dakikalar içinde yanarak ya da dumandan boğularak ölebildiği, bir maden ocağından tek bir günde 301 cesedin çıkabildiği, bir tren yolculuğunun 25 cenaze ile sonuçlanabildiği bir ülkenin insanlarına bunları net biçimde anlatabilmeliyiz.

Devleti ve başındaki zihniyeti eleştirirken, bizim de bugüne kadar bu yolda ne kadar başarılı olabildiğimizi, yani anlatabilme anlamında görevimizi ne kadar başarabildiğimizi de sorgulamamız gerek.

Güçleri birleştirmenin ve rejimle mücadeleki başarımızın tam da buradan geçtiğini bir daha kendimize hatırlatmamız ve daha çok çalışmamız gerek.

Çünkü insan hayatından daha değerli hiçbir şey loktur. Bir tek canın üzerine bile bir “fiyat etiketi” koyabilmenin imkansızlığı mâlûmdur.