Google Play Store
App Store

Başkalarının hayatlarına karşı katı bir kayıtsızlık hali, Adorno’nun ‘soğuk zihniyet’ dediği durum, baskın bir özellik halini aldı sanki... Özellikle büyükşehirlerde bu kayıtsızlık hali daha bir görünürleşiyor. Sanki çoğu kişi, vahşi bir ormanın içinde hayatta kalmaya çalışıyor gibi. Bu yüzden sokak köpeklerinin katledilmesi yaşamın olağan akışı gibi gelebilir çoğu kişiye. Filistin’de olanlar da, depremzedelerin yaşadıkları da...

CANLI HAYALET

Bu kayıtsızlık hali üzerine düşünürken Kristeva başta olmak üzere, pek çok düşünürün ve yazarın yazdıklarına döndüm yeniden. Sanki, Instagram gibi şeylerin de gösterdiği gibi, çoğu kişi iç dünyasında negatif, dış dünyada pozitif bir görüntü veriyor. Kişilerin iç dünyalarına girdiğimizde gelecek ve geleceğe dair planlar yok gibidir. O iç dünyadan uzaktır sanki herkes, başka bir boyutta, başka bir yerde, sonsuz bir gecenin zamansız bir bölgesinde yolunu kaybetmiş gibi... Böyle hissedince sadece konuşmak değil, düşünmek de anlamını yitirir. İnsanın kaybedecek başka bir şeyi kalmayınca dünyanın kendisine sunduğu hazır seçenekleri deneyimlemeye yönelebilir. Hayatını bir tiyatrodaymış gibi sahneleyebilir, yaşamak yerine izlediği, arkadaş canlısı bir hayalete dönüştüğü... Kişisel gelişim endüstrisi, canlı hayaletlere ne yapacağını, nasıl hissedeceğini öğretebilir, böylelikle içine düşülen karanlığın uçurumu görülmeyebilir. Ama ara ara yaşanan depresyon ve anksiyete atakları kendisini göstermeye devam eder, sanki içeride bir şey "ben buradayım" diye haykırır böyle zamanlarda; ama sanki başka bir dilde konuşuyordur, anlaşılmaz. Hemen bir antidepresan ya da dikkat dağıtıcı başka bir şey devreye sokulmaya çalışılır. Bitmeyen diziler, sosyal medya içerikleri, abur cuburlar yardıma yetişir, yeter ki içerideki ses sussun, susmuyorsa da duyulmasın.

TOKSİK POZİTİFLİK

Julie Reshe, ‘Negative Psychoanalysis for the Living Dead’ adlı kitabında, keder, üzüntü, ıstırap veya travma gibi olumsuz şeyler hakkında sadece onları iyileştirme veya semptomlarını hafifletme bağlamında konuştuğumuzu, yani aslında onlar hakkında asla konuşmadığımız anlamına geldiğini yazmış. Sanki tüm bu olumsuz şeylerden kaçarak kurtulabilirmişiz gibi. Üzüntü mü hissediyorsun, tersini düşün ve kendine telkinde bulun, toksik pozitiflik... Ya da günümüzde baskın iyileşme yolu, negatif düşünceleri pozitif olanlarla değiştirme. Düşünme tarzını değiştirince seni üzen şey de kaybolur. İşe yaramıyor mu, travmanı silme seçeneği mevcut. Her şeyin kolayı var, tıpkı TV dizilerindeki gibi. Sorunlardan çok onlarla başa çıkma stratejilerine kafa yoruyor.

SESSİZ ANLAŞMA

Bunun bir de zor yolu var, bu mutluluk arayışını, iyileşme ihtiyacını ve ıstıraptan kurtulma amacını sorgulamak. Ama öyle bir sessiz anlaşma içindeyiz ki, sanki bütün bu acılar başka bir evrende olup bitiyor, kimsenin sorumlu olmadığı... Sanki kişinin sadece acıdan kurtuluş adına konuştuğunda konuşma hakkı varmış gibi. Bunu tersine çevirmek gerek belki de. Acı, hayal kırıklığı, kayıp ve umutsuzluğa dair herkesin bildiği ama reddettiği şeyleri, herhangi bir iyileştirme ya da çare bulma amacı olmaksızın olduğu gibi düşünüp hissedebilmek...

Julie Reshe, kitabında bir çözüm yolu önerir: "Kişi, kendini, başkalarını ve doğayı, canavarlıklarına, tuhaflıklarına ve ölümcüllüklerine göz yummadan, gerçeklerini (olumsuzluklarını) olumlu bir yanılsama ile değiştirmeden içtenlikle sevmeyi öğrenebilir." Örneğin gerçek aşk, neşe getiren ve bizi tatmin eden bir şeyden çok, katlanmayı tercih ettiğimiz bir şeydir. Bunun için doğayı örnek alabiliriz, onun güçlü ama bir o kadar kırılgan yapısını...