Kaynağı açıklandı!
Ülke bir ilkelleşme süreci yaşıyor.
Asırlardır bilimselliği kanıtlanmış gerçekler yerini dogmalara bırakıyor.
Dogma, adı üstünde, tartışılmaz. Toplumsal düşünce uzunca bir süredir böyle bir tartışılmazlık ortamında kıvranıyor; akıl, kıpırdayamaz kalıyor.
Bu durumun yerini bir an önce bilimsel gerçeklerin beslediği doğrulara bırakmasının sağlanması, toplumun varlığı açısından, zorunlu oluyor.
“ALLAH VERDİ!”
Her bilimin varlık nedeni, daha doğrusu yanıtını bulmaya çalıştığı bir ana sorunsalı var: Ekonomi biliminin ana konusu da ekonomik zenginliğin ya da “fazlanın kaynağı nedir” sorusuna yanıt bulmaktır.
Ekonominin bilim olarak doğumu sırasında bu sorunun yanıtı altın arama ve ticaret özellikle de dış ticaret olarak veriliyor. İnsan aklı geliştikçe fazlanın kaynağı tarım üretimi olarak algılanmaya başlanıyor. Değişik mülkiyet biçimleriyle toprak önem kazanıyor; yel değirmeni temel üretim aracı oluyor.
Aklın daha da özgürleşmesinin bir sonucu olarak kapitalizme geçiş ile fazlanın kaynağının tarım dışında da olabileceği, her türlü ürün ve giderek hizmet üretiminin “fazla” yaratacağı bulunuyor. Ve fazlayı, sermaye, ücretli emek ve bunları bir araya getiren teknoloji üçlüsüne yerleştiriyor; bilinen betimlemesiyle feodalitenin “yel değirmeninin” yerini “buharlı makine”; bağımlı emeğin yerini haklarını elde etmek için savaşacak kadar “özgürleşen” emek alıyor. Elektrik, içten yanmalı motor, telgraf ve telefon kapitalizmi çok büyütüyor; sömürgeciliği ve paylaşım savaşları ile dünya düzeni yapıyor.
Gelinen aşamada fazlanın kaynağı da sermaye, emek ve teknoloji üçlüsünün sayı ve nitelik olarak gelişmesi, özellikle nitelikli işgücü ve araştırma geliştirmenin kurumlaşması ile açıklanıyor.
Geçtiğimiz Pazar günü bu ülkede bu bilimsel birikim yok sayıldı. Bir sermayedar ve siyasetçi AKP Gaziantep Milletvekili İrfan Çelikaslan “Bana zenginliğimi Allah verdi” diye açıklama yaptı. Sonrası da geldi.
Böylece ekonomi bilimin araştırma alanı ve onunla ilgili bilimsel ve sınıfsal savaşlar da, anında, tartışılmaz, karşı çıkılamaz, kutsal bir noktaya, Allah’ın verdiği noktasına taşındı.
Aslında sermayedarın söylediği çok da yadırganmamalıdır. Bilindiği gibi faiz sermayenin ya da kapitalin fiyatıdır ve bu üretim biçiminin adı da kapitalizmdir. Başkan Erdoğan çok sayıdaki demecinde, örneğin 4 Aralık 2021’de Siirt’te şöyle diyor: “Tayyip Erdoğan dün de düşük faiz diyordu, bugün de düşük faiz diyor, yarın da düşük faiz diyeceğim. Bu benim için tabi olduğum Nas'tır, Nas. Asla buradan taviz yok”.
Bir bakıma aynı anlayışı taşıyan Çelikaslan, Mecliste Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu üyesidir. Bilimi reddeden bu çok önemli açıklama tıpkı faiz olayında olduğu gibi kamuoyunda hemen hiç tartışılmadı; ne üniversite, ne siyaset ne de basın yayın yeterince ağzını açtı.
Ancak, Çelikaslan’ın işletmesinin emekçilerinin haklarını savunan Birtek Sen (Birleşik Tekstil Dokuma ve Deri İşçileri Sendikası) Başkanı Mehmet Türkmen tutuklandı. Allah’ın Çeliksan’a verdiği varlıktan pay almaya çalışmak gibi bir büyük günah ya da suç işlediği için içeri alındı. İşletmenin işçileri emek ve özgürlük için uğraş veriyor.
Rastlantıya (!) bakar mısınız? Tam da bu sırada ekonomi biliminin ana uğraş alanlarından olan sermaye-emek ilişkilerine ya da çelişkilerine çözüm fitrede bulunuyor.
VE FİTRE HAKKI…
Eğitimden hukuka kamu yönetiminin tüm birimlerini biçimlendiren Diyanet İşleri Başkanlığı-DİB, emeğin hakkı konusunda da çözüm yolunu gösteriyor.
Emeklilere ve asgari ücretlilere fitre verilebileceğini Din İşleri Yüksek Kurulu resmi sayfasında kaynak göstererek şöyle açıklıyor:
“Halk arasında fitre diye bilinen fıtır sadakası (sadaka-i fıtır); insan olarak yaratılmanın ve Ramazan orucunu tutup bayrama ulaşmanın bir şükrü olarak; dinen zengin olup Ramazan ayının sonuna yetişen Müslümanın, belirli kimselere vermesi vacip olan bir sadakadır (Nevevî, el-“12]; Müslim, Zekât, 12-21 [984-985])
Burada “hak” kavramı tamamıyla yok oluyor; yerini sadaka alıyor. Sadaka da yurttaşa değil kula verilir.
Haklar anayasalarla düzenlenir. İktidar, DEM ve HÜDA Par üçlüsü yeni anayasa yapılması gerektiğinde birleşiyorlar; yeni anayasanın ideolojisi de belli. Diyarbakır’da yapılan “Kürt Meselesine İnsan, Çözüm” toplantısı sonucu yayınlanan bildiride yer alan “İslami değerlere aykırı hiçbir çözüm modeli Kürt halkı nezdinde karşılık bulmayacaktır” tümcesi her şeyi açıklıyor. Emeğin haklarının fitre ya da sadakaya bağlandığı bir uygulama ortamının anayasasının da buna göre oluşturulması kaçınılmazdır. Aynı günlerde bir HÜDA Par milletvekili Meclis’te “Kemalizm zehirdir” diyor! Anlamanız için daha ne denilsin?
Bu gidişi eleştiren basın yayın çalışanlarına ve TÜSİAD’a yapılanlara neden şaşırılıyor? Ya da yeniden hızlanan “CHP’yi karıştırma” çabalarının asıl nedeni de o anayasanın yapılmasını kolaylaştırmak değil mi?
Cumhuriyet’in değerlerinin kökünün tamamıyla kazınması anlamına gelen bu yıkım gidişinin bir an önce ve seçimle durdurulması çok büyük bir önem taşıyor.