Kayyumlar ve belediye meclisleri
Son zamanlarda yeniden Belediye yönetimlerine kayyum atama karar ve uygulamalarının siyasi olarak en fazla Belediye Meclislerini etkilediğini söylemek mümkündür. Mesela adına ‘demokrasi’ denilen olgu neredeyse çıplak bir yalana dönüşmektedir. Çünkü seçilmenin veya seçmenin bir hükmü kalmamaktadır. Bu da ilk kurum olarak doğrudan Belediye Meclislerini ilgilendirmektedir. Çünkü bu kurumlar, gerektiğinde yeni belediye başkanını seçmek de dahil, her türlü denetleme yetkisiyle inşa edilmişlerdir. Ama kayyum kararı, Belediye Meclislerini, kendi başkanını bile seçemeyen edilgen kurumlara dönüştürmektedir.
Gerçi bu uygulama yeni değildir ve Türkiye’nin geçmişinde de kayyum deneyimleri oldukça fazladır. Fakat bugün hem ulaştığı düzey hem de uygulama biçimi, tek parti rejimindeki karar ve örneklerden daha da katı ve ölçüsüzdür. Üstelik bugün görünüşe göre çok partili bir siyasal rejimde yaşamakta olduğumuz halde. Ama yine de tek parti rejimindeki gibi politik kararlar ve uygulamalar adeta olağanlaş gibidir.
***
Bu açıdan Belediye Meclislerini etkisizleştiren bugünkü kararları, Cumhuriyetin ilk yıllarında alınan kararlar ve uygulamalarla karşılaştırmak oldukça ilginçtir. Cumhuriyetin en kapsamlı kanunlarından biri olan 1580 sayılı Belediye Yasasının çıkarıldığı 1930’dan önce İstanbul’un Cemiyet-i Umumiye-i Belediye ve Vilayet Umumi Meclisi adlı iki meclisi bulunuyordu. Vilayet Nizamnamesi ile 1864’de oluşturulan Vilayet Umum Meclisleri, vali başkanlığında yılda bir kez toplanarak şehrin sorunlarını görüşürdü. Şehrin diğer meclisi olan Cemiyeti Umumiye-i Belediye kurumu da birincisi 1908’de olmak üzere, ömrünü tamamladığı 1929’a kadar yedi kez seçim yapmış; hem kendisinin, hem de şehrin belediye başkanlarını seçmişti.
1930 yılında çıkarılan 1580 sayılı yasa ile her iki meclis lağvedilerek İstanbul Umumi Meclisi adında tek bir meclis oluşturulmuş ve başkanlığına da vali ve belediye başkanı getirilmişti. İstanbul’un onbeş kazasından gelen beşer temsilci ve sekiz encümenden oluşan meclis, valilik ve belediyenin işleyişini izleme, değerlendirme ve denetim yetkisine de sahipti. Bu meclis de temelini oluşturan yasal düzenlemenin ardından ilk seçimini yapmış; 1934 ve 1938 yıllarında da birer kez daha seçim yaparak meclisi ve şehri yönetecek kişileri belirlemişti. Hatta 1934’de yapılan seçimlerde meclisin yaş ortalamasını düşürmeye de karar vermişti. Özetle Cumhuriyet dönemindeki bu meclislerin de şehri yönetecek kişileri seçmesi olağan bir uygulamaydı.
***
Tek parti rejimi olmasına karşın İstanbul Umumi Meclisi’nin işleyiş biçimi de ilginçti. Sadece Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) dönemi olduğu için 1934 ve 1938 yıllarındaki seçimlere tek liste olarak giren CHF listesi kazanmıştı. Ama yine de mecliste zaman zaman sert tartışmalar yaşanmış; vali-belediye başkanı kimi zaman meclis üyelerinin sert muhalefetiyle karşılaşmıştı. Mesela 1934’de meclisin hastane yatırımı için ödenek ayırma kararına Vali-Belediye Başkanı olarak Muhittin Bey karşı çıkmış, ama meclis üyeleri, başkanın önerisinin aksine karar çıkarmışlardı. O kadar ki Muhittin Bey, o toplantıyı terk etmişti.
Şimdilerde Esenyurt, Mardin, Batman, Halfeti, Dersim, Ovacık, Behçesaray örneklerinde gördüğümüz kayyum uygulamaları, bu yerleşimlerdeki Belediye Meclislerini bütünüyle boşa düşürmüş görünüyor. Sistem, bu politik kararlarla, halkın oyu ile seçilmiş üyelerden oluşan ve görevleri de açıklıkla belirlenmiş olan bu meclisleri yok sayıyor. Bu meclisler şehirlerinin yönetici kurumları olarak işlevsizleştirilmiş bulunuyorlar. Herhangi hukuki bir ihtiyaç halinde şehirlerinin yöneticilerini seçmek şöyle dursun, yukarıdan bir emirle başlarına gelecek yeni ‘başkanları’ beklemektedirler. Üstelik bu beklenti bir tür ‘demoklesin kılıcı’ gibi pek çok Belediye Meclisi için de geçerlidir. Hem de ‘demokratik hukuk devleti’ ve ‘tarafsız bağımsız yargı’ söyleminin her zamankinden çok daha fazla telaffuz edildiği bir zamanda ve ortamda oluyor bunlar. Herhalde bu da demokrasinin ‘yerli ve milli’ türü olsa gerek.