31 Mart öncesi, yerel seçimlerle ilgili dış basında çıkan yorumlar muhalefet adına karamsardı. Erdoğan’ın önündeki en büyük zorluğun ekonomi olduğu tespiti yapılsa da AKP’nin ülkenin çoğunluğuna galip geleceği ve Türkiye’deki kasvetli gidişatın devam edeceği öngörülmüştü. Bu, ışığı azalan demokrasinin iyice sönmesi anlamına geliyordu. Ancak CHP, içerde ve dışarda şaşırtan bir galibiyet kazandı. 31 Mart sonrası, yerel seçim sonuçlarının Türkiye’de siyaseti alt üst edebileceği yorumları yapıldı. Dahası, tabloyu değiştirenin, dünyayı sarmaşık gibi saran sağ popülist-otoriter rejimlerin panzehiri olup olamayacağı tartışılmaya başlandı. Türkiye’de önemli bir adım atılmışa benziyordu.

Bakışı dışardan içeriye çevirdiğimizde, 31 Mart öncesi basında temkinli bir havanın estiği söylenebilir. İstanbul’da yarışın bıçak sırtı ilerlediğini gösteren anketler kadar farkın yüzde onu geçtiğini dile getirenler de vardı. Ancak aynı anketler Mayıs 2023’te yanılmıştı, dolayısıyla rehavete kapılmamakta fayda vardı. İktidar medyasında ise emeklilerin sonuçta belirleyici olabileceği yorumları yapılıyordu. Erdoğan’ın, seçime kısa bir süre kala emekli maaşlarını önümüzdeki temmuz ayında tekrar masaya yatıracaklarına dair sözünün karamsar havayı dağıtacağı umut edildi. Ne de olsa Reis, son anda şapkadan tavşan çıkarmanın ustasıydı.

∗∗∗

Erdoğan’ın, “balya balya avrolar, dolarlar, Kandil’e kadar bunların gönderildiği bir dönem yaşıyoruz” diyerek mitinglerinde çokça yer verdiği CHP İstanbul il binasının alımıyla ilgili soruşturma, seçim öncesi iktidar medyasında bolca ele alınan konuların başındaydı. ‘Para kuleleri’ operasyonunun Ekrem İmamoğlu’na uzandığı ve İstanbul’daki CHP’li belediyeler etrafında bir rant çarkının döndüğü iddia edildi. Gazeteci Metin Cihan’ın belgelediği İsrail ile ticaretin yalanlanması, Kürt sorununun Erdoğan tarafından çözüldüğü ve Ayasofya’nın yine Erdoğan tarafından ibadete açıldığı üzerinde önemle duruldu.

Artan yoksulluk ise, iktidar medyası tarafından gözardı edilebilecek bir sorun değildi ama AKP bunca yıl halk için yol yapmış, köprü, baraj inşa etmiş ve hatta depremin yaralarını sarmıştı ve bir vefayı hak ediyordu. Muhafazakar, dindar Anadolu seçmeninden yana bir tereddüt yok gibiydi ama İstanbul kaybedilebilirdi. Davaya sahip çıkmak elzemdi. Halbuki sokaktan boş tencere sesi geliyordu. 2019’da, AKP’nin İstanbul ve Ankara’yı kaybetmesine neden olan ekonomik kriz beş yıl içinde ığıl ığıl Anadolu’ya yayılmıştı. İktidar, kur korumalı formüllerle zengine bonkör davranırken işçiye, çiftçiye, memura, emekliye karşı eli sıkıydı. Halktan vefa bekleyerek oy istenen Ankara ve İstanbul adaylardan birinin 600 evi olduğu ortaya çıktı, diğeri de kent lokantalarına burun kıvırarak yoksulluğu küçümsedi.

∗∗∗

31 Mart öncesi köşelerinde uzun uzun dava ve aday güzellemesi yapan kalemler, 31 Mart sonrası derin analizlere gerek duymadı çünkü öncesinde yazdıkları sadece bir niyetten ibaretti. Dolayısıyla kaybın sebeplerini ekonomik sıkıntı, emeklilerin durumu ve AKP’nin aday tercihlerindeki yanlışlar olarak sıralamakta zorlanmadılar. İçlerinden, ‘hain batının’ sevindiğine dikkat çekerek ‘dış mihraklar’ uyarısı yapan da çıktı ama çoğu, partinin bir bataklık gibi içine gömüldüğü kibre kayıtsız kalamadı. Fakat kibrin kaynağı belirsizdi ve AKP’nin zenginleştirdiği o bir kesimin görgüsüzlüğüne bilet kesmek kolaydı. Rejimin başındaki tek adamın işleri yoluna koymak için yapması gereken tek şey ‘çeteleşen şımarıkları’ partinin içinden söküp atmaktı.

Fakat iktidarın geri kazanmayı çok istediği İstanbul ve Ankara’da gösterdiği adaylardan da anlaşılıyor ki, adadan gönderilecek kibirlilerin yerini alabilecek ‘liyakatli ve alçak gönüllü’ isim bulmakta büyük sıkıntı yaşanıyor. Diğer yandan CHP’ye başarı getiren önemli faktörlerden biri olan partideki gençleşme de AKP’de bir nefeste yapılabilecek bir yenilik değil. Muhalefetin genç belediye başkan adayı sahada seçmenle buluşurken, iktidarın genç vekilli başka bir sahada paintball oynuyordu.

∗∗∗

Türkiye’de, siyasette bir kuşak değişimi yaşanıyor. Bu, eski kuşak siyasetçiler için her ne kadar görmezden gelinmeye çalışılsa da 2013’ten beri adım adım kendini dayatan bir gerçek. İktidarın Gezi’yi cezalandırma iştahının altında milyonlarca insanın yeni bir dil, uzlaştırıcı bir liderlik, büyük Türkiye ittifakı talebi yatıyor. Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan seçim sonuçlarını değerlendirirken “kazana kazana kaybettik” diyerek yerinde bir tespitte bulunmuş. Ben bu çerçevenin daha geniş olduğunu ve uzun zamandır kazana kazana kaybedenin eski kuşak siyasetin ve temsilcilerinin ta kendisi olduğunu düşünüyorum. Kibri, bütünleştiği bu anlayıştan çıkarabilmek artık imkansız. Durum, “kaybede kaybede kazandık” diyen Özgür Özel’in tarifi kadar sarih ve bu sadece bir başlangıç. Eskinin yeniyle yer değiştirmesi doğal ama her zaman zorlu bir süreç. Yüz güldüren başarılar kimseye oturduğu yerden gelmedi.