Google Play Store
App Store

Biliyorsunuz geçen haftaya damgasını vuran Erdoğan-Trump görüşmeleri öncesinde, 22 Eylül 2025 tarihli Resmi Gazete’de bir karar yayınlandı ve ABD menşeli pirinç (%25), tütün (%30), kuruyemiş (%10) ve meyve gibi tarım ürünlerine uygulanan ek gümrük vergileri kaldırıldı. Bu adım, siyaseten ABD ile ticaret ilişkilerini normalleştirme yönünde atılmış bir jest olarak yorumlandı.

Karara tarım politikaları açısından bakıldığında, emperyalizmin tarımı bir dışa bağımlılık mekanizmasına dönüştürerek ülkelerin üretim ilişkilerini yeniden şekillendirdiğini ve Türkiye’deki gümrük kararının da bu bağımlılığı derinleştiren bir adım olduğunu görüyoruz.

Buna karşın, karar üretici kamuoyu haricinde pek de yankı uyandırmadı. Bunda, bu tür kararların artık sıradanlaşmasının da payı var.

Diğer yandan takip edebildiğim kadarıyla karara bir tek baklava üreticileri sevindi. Geniş halk kesimleri artık baklava yiyebilecek mi, göreceğiz ama pirinç, tütün, kuruyemiş üreticilerinin tasfiyesi olası. Onlar da buğday, arpa, mısır üreticileri gibi aşağı çekilen fiyatlarla mücadele edecekler gibi görünüyor.

∗∗∗

Hoş, üreticinin derdiyle ilgilenen yok. Tarım bakanlığı bile bir açıklama yapmadı. Halbuki gümrük vergileri içeride üretimin devamlılığı için elzem.

Öyle ki Trump beyaz saraydaki basın toplantısında F35’ler gibi konuların yanı sıra kendi seçmen kitlesini de oluşturan ABD’li çiftçilere gümrük vergileri üzerinden vaatlerde bulundu. Kimi ülkelere uygulanan yüksek gümrük tarifelerinden gelecek parayı Amerikalı çiftçilere yardım olarak dağıtacağını söyledi: “Aldığımız tüm gümrük vergilerinden bir miktar para alacağız ve gümrük vergileri çiftçilerimizin yararına olana kadar bu parayı çiftçilerimize dağıtacağız.”

Trump yönetimi, bilindiği üzere bu tarifeleri ABD’nin emperyal hegemonyasını yeniden tesis etmenin bir aracı olarak kullanıyor. Bunun için bir yandan diğer ülkelerin ticaretini kısıtlarken diğer yandan da buradan hareketle içeride, kimi alanlarda -ki tarım da bunların arasında geliyor, üretimi güçlendirme vaadiyle kendi geleceğini de sağlamlaştıracak bir politika izliyor.

Bizde ise tam tersi bir durum söz konusu. Ya da şöyle diyelim; Türkiye’nin ABD’ye yönelik ek vergileri kaldırması, ABD ekonomisi için faydalı olabilir ancak bu adım, Türkiye’nin tarım politikasının yapısal zafiyetini derinleştirir.

∗∗∗

Elbette bu emperyal tablo yalnızca ülkemize özgü değil. Trump’ın Latin Amerika’daki hamleleri de aynı mantığın ürünü. Nitekim Trump geçtiğimiz hafta Milei ile de görüştü ve borç ve finansman desteği, Dünya Bankası aracılığıyla ödeme, madencilik ve enerji gibi stratejik sektörlere yatırım ile diplomatik destek sağlama karşılığında Milei’den Washington’un çıkarlarına uyumlu politikalar izlemesini, ihracatçılara tanınan mali ayrıcalıkların geri alınmasını, stratejik sektörlerin öncelikle ABD’ye açılmasını, Çin ile yakın ilişkilerin sınırlandırılmasını talep etti.

Bu anlaşma “Arjantin’i, kendi seçmediği bir kadere bağlayan bir can simidi” olarak yorumlandı. Dahası iki ülke arasındaki ilişki, koşullar dayatan ile bunları kabul eden arasındaki eşitsiz bir güç ilişkisi olarak tanımlanırken, can simidinin bir dostluk göstergesi değil, bedeli bağımsızlık olan “Arjantin’in kaynaklarını ve siyasi yönelimini kontrol etmek için hesaplanmış bir hamle” olduğu söylendi (Trump’s Bailout, Milei’s Dilemma: Sovereignty for Dollars?, TeleSUR).

Bizdeki durumu da güzel özetleyen bir çıkarım.

Kısacası bugün Türkiye’ye dayatılan tablo, küresel ölçekte yaşanan yapısal krizin bir parçası. Bu nedenle mesele yalnızca “tarifeler düşsün mü, artsın mı?” tartışması değil; siyasetin, tarımın, ticaretin hangi sınıfın çıkarına düzenleneceği sorusunda, içeride ve dışarıda bağımsız olabilmekte kilitleniyor. Ve bu yapısal krizin tek çözümü, Trump’ın temsil ettiği emperyalist kapitalist modelle bir kopuş; ve buna karşı bağımsız ve adil bir ticaret sistemi için mücadele ederek bunu gıda sistemine de uygulamaktır.