Kazık mı çaktık bu dünyaya?
2025 aile yılı olacaktı, adliye yılı oldu. Adil bir yıl olarak başladı diyebiliriz, çoluk, çocuk, yetişkin, dede, nine kim varsa herkes soluğu adliyede alıyor. Adaletin siyasallaşmış pamuk eli vatandaşın ensesinin üzerinde hazır bekliyor. Bu sene belki de sıra sizde.
2025 aile yılı olacaktı, facia yılı olarak başladı. Yine denetimlerin eksik yapıldığı, rant olsun da taştan olsun denerek önlemlerin göz ardı edildiği, kimsenin hiçbir şeyden sorumlu olmadığı bir yangınla ocak ayına giriş yaptık. Yapılan açıklamalar zaten birbirinin aynı, yeni bir açıklamaya da gerek yok. Bir takım başsağlıkları niyaz ediliyor, zaten soruşturmalarda bizim tarzımız da belli. Bir süre sonra yine herkes elini kolunu sallaya sallaya ortalıkta dolaşır. Kafalar rahat.
Kafalar rahat olunca zaten hiçbir şeyin önemi kalmıyor. Kafamızın rahatını tek bozan şey koltuğumuzun tek ayağının tıkırtı yapması. Koltukta oturmak, hem de sonsuza kadar oturmak önemli çünkü. Bu kutsal amaç dahilinde ne gerekiyorsa yapmak lazım. Vekil mi alınacak, al, oy mu istenecek, iste. İsteyince oluyor çünkü.
Bir yandan da yolsuzluk ve yoksullukla uzun süredir yoğrulan bir toplum, ister istemez zamanla hamuruna da yolsuzluğu dahil ediyor. Sıradan bir günde sokağa çıktığınızda deneyimleyebileceğiniz günlük küçük kanunsuzluklar, artık toplumumuzun normları haline gelmeye başladı. Mesela kaldırıma, yaya yoluna park etmiş bir araç, bizim için artık sıradan bir durumken, artık kaldırımdan üzerinize gelen motor ya da ters yönde selektör yaparak ilerleyen bir araba bizi çok da şaşırtamıyor. Denetleme yok, haliyle kurallara uyan da yok. Kural da pek yok aslında.
Kurallara uymamanın ilk kuralı, en büyük kurala yani Anayasa’ya uymamak tabii ki. Topluma örnek olacak kurumlar ve makamlar Anayasa’ya ne kadar bağlıysa, halk da ister istemez “Bin kereden bir şey olmadı zaten” diyerek kafasına göre kendi şeklini çizmeye başlıyor haliyle.
Nereden nasıl para vursak, nereden kimi kazıklasak, nasıl yapsak da hemen zengin olsak gibi kutsal düşüncelerle, toplumun her yerinde yozlaşmışlığı ve çürümeyi hissetmek mümkün. Zaten kalite ya da standart gibi bir derdimiz de yok. Şimdi iyice saldık. Zaten çok fazla dert etmeyince de insanın derdi olmuyor. Dert etmeyi dert etmemek lazım hayatta.
Hayatta diyorum da, kimin ne kadar yaşayacağı da belli değil, şu bizim için özellikle ölümlü dünyada. Geceliği bin dolarlık bir otelde de aramızdan ayrılabilirsiniz, yerin yüzlerce metre aşağısında bir madende de can verebilirsiniz. Her an ölüm sizi bulabilir, yaşadığınız günlere şükretmeyi öğrenin siz de.
Şükür demişken tabii ki fakirliğe ve fukaralığa da övgülerimizi yollamazsak olmaz. Bugün bir sonraki günümüzden daha lüks geçecek, bunu biliyorsunuz. Her gün biraz daha fakirleşmek artık bizim için doğanın bir kuralı gibi. Markette aldığınız peynirin gramajından, zeytinin tanesinden, çikolatanın paketinden bile bunu anlamak mümkün.
Biraz da gelin güzel haberler verelim. Elon Musk şımarığının sahibi olduğu Starlink uydudan verilen internet sistemi 120 ülkede hizmet veriyor. Tahmin edin bakalım hangi ülkede hizmet yok? Kimmiş bu internetsiz? Aa bizmişiz! Zaten Starlink ülkeye gelse servis sağlayıcıları ve iletişim devlerimiz ne yapar? Neyse ki kalitesiz bir yaşam için gereken tüm kalitesizliklere sahibiz. Bizde prensip olarak vatandaş korunmaz. Ama taksicileri korumak için Über’i yasaklarız, internetten alış veriş yapılmasın diye fantastik vergiler getiririz, otel sahipleri vatandaşı kazıklansın diye booking.com’u yasaklarız. Arada kafaya göre Discord’u yasaklarız. Zaten on binlerce site de yasak. Bu kadar yasağa rağmen hala başınıza bir şeyler geliyorsa belki de hata bizde değil de sizdedir?