12 Eylül davası nedense daha sanık duruşmaya bile getirilemeden gündemden düşürüldü.  Mahkemenin MHP, CHP ve bazı sendikalarla, bazı milletvekilleri dışındaki bütün müdahillik taleplerini reddetmesi BirGün dışındaki bütün gazete ve televizyonlarda haber bile olmadı. Oysa bu karar davanın konusunun sadece parlamentonun feshedilmesiyle sınırlı tutulacağını göstermesi bakımından önemli bir gelişmeydi. Çünkü daha önce de defalarca belirttiğimiz gibi, 12 Eylül sadece seçimle işbaşına gelmiş parlamentoyu görevinden alıkoymaktan ibaret bir hükümet darbesi olarak görülemez. Öncesiyle sonrasıyla milyonlarca insana işkence yapıldığı, cinayetler işlendiği, bütün bir topluma, bütün ülkeye karşı tarihinin en büyük kötülüklerinin yapıldığı bir dönemdir. Kenan Evren 12 Eylül darbesinden sonra yaptığı ilk konuşmalarından birinde “eğer biz idareye el koymasaydık, şimdi bizim yerimizde 'tek yol devrim' diyenler olacaktı” diyerek darbenin asıl muhataplarının devrimciler olduğunu itiraf etmişti. Mahkemenin müdahillik taleplerini reddetmesi aslında 12 Eylül mantığının devam ettiğinin de bir göstergesi sayılmalı.

*

Bu davanın baştan itibaren söylediğimiz gibi, iki darbecinin sembolik olarak yargılanacağı bir dava olmaktan öteye gidemeyeceği şimdi çok daha açık olarak görülebiliyor.

Kuşkusuz bu davanın sembolik bir dava olmasına bakarak, bu tür davaların hiçbir öneminin olmadığı ve ona karşı bütünüyle ilgisiz kalınması gerektiği sonucuna varılamaz. Biz daha 12 Eylül'ün ilk aylarında işkenceciler hakkında dava açarken de elbette cuntanın kendi işkencecilerinin mahkum edilmesine izin vermeyeceğini biliyorduk. Buna rağmen o en karanlık günlerde bile işkencecileri yargılatmak için mücadele ettik. Keza 12 Eylül mahkemelerinin hukuk dışı niteliğini de bilerek o mahkemeler önünde savunma yaparak mücadele ettik. O günlerin Türkiye gerçeklerinin en önemli belgelerinden biri olarak bu gün altıncı baskısı yapılan “Devrimci Yol Savunması” o koşullarda verilen devrimci mücadelenin de bir belgesidir.

*

Biz 12 Eylül davasına Devrimci Yol davası adına müdahil olma talebinde bulunduk. Bu her şeyden önce bizim tarihe karşı bir sorumluğumuzdu. Mahkeme bizim bu talebimizi kabul etmeyerek aslında davanın 12 Eylül faşizmiyle hesaplaşma diye bir derdinin olmadığını da itiraf etmiş oldu. Buna rağmen sembolik de olsa, müdahillik talepleri kabul edilmese de, devrimciler bu davanın da takipçisi olmaya ve 12 Eylül faşizmiyle gerçek bir hesaplaşma mücadelesini, onun devamı olan bugünkü yeni düzene karşı mücadeleyle birleştirerek sürdürmeye devam edeceklerdir. 12 Eylül'le hesaplaşma mücadelesi asıl olarak askeri faşist darbelerinin bir ürünü olan bugünkü düzene karşı mücadele içinde yürütülecektir.

*

Türkiye yaklaşık otuz yıldır ekonomik yapısından siyasi, idari, askeri yapılanmalarına kadar uluslararası sermayenin yeni dünya düzenine entegrasyon/uyumlaşma doğrultusundaki bir dönüşüm/değişim sürecinin içinde. Bu süreçteki bütün iktidarların politikaları temelde aynı doğrultuda olmuştur. Kürt sorunu dahil bütün sorunlar yeniden ortaya dökülerek bu sürecin özellikleri çerçevesinde çözüm arayışlarına yol açmıştır. Ergenekon davaları, 12 Eylül ve 28 Şubat davaları gibi davalar devlet yapısındaki dönüşüm gereği olmanın yanı sıra sistemin kendi geçmişinin kirlerinden arınma ihtiyacının da bir sonucu olarak gündeme geldi. Bu “temizlik” işleminin şimdi bütün bu darbelerin kucağında beslenip gelişen bir iktidar eliyle yürütülüyor olması gerçekten “tarihin bir ironisinden” başka bir şey değil. 28 Şubat Türkiye’deki Milli Görüşçü akımın bu sürece uyumlaştırılarak sürecin baş aktörü olmasına yol açan bir müdahaleydi. Bu müdahalenin ABD-İsrail mahreçli bir müdahale olduğu şimdi dönemin canlı tanıkları tarafından da desteklenen bir görüş haline geldi.  

*

Bu süreçte solun karşılaştığı en önemli mesele, sermayenin yeni-neo liberal - düzenine karşı mücadeleyi (eski baskıcı sistemin savunusuna dayanan bir muhafazakarlığa düşmeden) yürütme konusunda ortaya çıkmıştır. Farklılıklar, ayrışmalar temelde buradan kaynaklanmıştır. Bu bir bıçak sırtı gibi zor bir dönemdi. Ehven-i şer mantığıyla hareket edenler, iktidar sahiplerinin elindeki imkanların iğvasına kapılanlar yeni sermaye düzeninin safına düştü, çareyi geçmişte arayanlar bir başka yana…

Ayakta kalanlar sadece kendi devrimci yolunda yürüyenler oldu.

DİP NOT
İki yıl önce yapılan anayasa referandumunda, “iktidarın elini güçlendirelim, yargıdaki darbeciler temizlensin, askeri vesayet rejimi bitsin, sivilleşelim, demokratikleşelim” gerekçeleriyle evet oyu veren “yetmez ama evetçi” arkadaşlar, özellikle seçimler sonrasında  AKP tarafından uygulanan baskıcı politikalar nedeniyle bir hayli zor duruma düşmüştü. Bazıları hata yapıldığını kabul eti, çoğunluk sessiz kaldı. Politikada elbette herkes hata yapabilir. Hatayı kabul etmek de bir erdemdir, sessiz kalmak bile… Ama bazıları var, Afiş ve pankartları AKP tarafından yaptırılanlar, işi yandaşlığa kadar vardırdı. Bunlar cuntacı paşalar hakkında açılan davaya sarılarak içine düştükleri kuyudan kurtulacaklarını sanıyor. Bunlar da Tayip Erdoğan gibi “ siz referandumda 15 maddenin kaldırılmasına hayır oyu verdiniz, 12 Eylülcülerin yargılanmasına karşı çıktınız, şimdi ne hakla bu davaya müdahil oluyorsunuz” şeklindeki saçmalıklarla vaziyeti kurtaracaklarını sanıyorlar. Düştükleri kuyunun dibinden böyle sayıklıyorlar, ama kendilerini dinleyen de yok, seslerini duyan da. Bu Tayip Erdoğan’ın yeni yoldaşları artık döneklikte kendilerini aştılar, “yandaş liberal” payesine ulaştılar.