Google Play Store
App Store

2005 filan, bi uyumuşum. Uyandım baktım yatak odasında her şey biraz eskimiş geldi gözüme. Hanıma “Çok uyudum mu?” dedim, ses yok. Kafamı çevirdim ki ne göreyim, benim hanımın aynısı, hatta daha güzeli bir karış boyunda bir şey. “Rüya mı görüyorum?” dedim, parmağımın ucuyla dokundum, baya gerçek, oyuncak bebek boyunda ama bildiğin o. Dokununca hemen kızdı, titredi: “Dokunma bana, biliyorsun bu nedenle kavga çıkıyor” dedi.

Tam o sırada odanın kapısı açıldı, içeriye gerçek boyutuyla benim hanım girdi. Kalbim cız etti, otuz yaşında değil de elli yaşında gibi görünüyor ama makyaj filan, şirket genel müdürü gibi de giyinmiş. Bana bir şey demeden yastığın üzerinde az önce konuştuğum şeyi aradı, bulunca da çantasına atıp çıktı.

Yataktan kalkıp kendimi sokağa attım. Sokak aynı sokak ama bir değişiklikler var. Arkadaşım İbo’yu gördüm, bina önünde bir bankta oturmuş, yaşlanmış, şişmanlamış. “Yav İbo, hangi ara böyle değiştin? Şu göbeğe bak…” dedim. Bu güldü ve “Sen kendine bak…” dedi. Vitrinin camında kendime baktım, amanın. Bu ben miyim? Kafamı İbo’ya çevirdim bir baktım elinde aynı benim hanımın çantasına attığı gibi ufacık bir yaratık. Bunun farkı İbo’nun aynısı olması, daha doğrusu İbo’nun benim bildiğim eski hali gibi olması… İbo beni tamamen unutmuş gibi sol avucundaki bu minik adamın karnına sağ elinin baş barmağıyla dokunuyor ve bir yandan da karşılıklı gülüşüyorlar.

Sokak yavaş yavaş kalabalıklaştı, bütün insanlar ellerine kendilerinin küçük bir modelini almışlar, ya tuttukları elin başparmağıyla veya öbür ellerinin işaret parmağıyla ha bire dürtüyorlar. Dehşete kapıldım, bilim kurgu filmi gibi bir şey. Kendimi mahalle kahvesine attım. Son bıraktığımda burada herkes oyun oynar, sohbet ederdi, şimdi hepsi ellerindeki minik insanlara uğraşıyorlar.

“Tuncer bu ne abi?” dedim bir arkadaşıma. Kafasını çevirmeden mırıldandı: “Kendi’m.”

“Nasıl kendim?” dedim. “Kendinle mi oynuyorsun?”

Yan masadan Selçuk, Tuncer’e alay eder gibi seslendi: “Biraz Kendi’ne bak be oğlum. Çok eski modelsin.” Selçuk bir yandan da yepyeni olduğu belli olan “Kendi”sini gururla gösterdi: “Ben her yıl Kendi’mi yenilerim”… Tuncer “Ben Kendi’me iyi bakıyorum birader, senin gibi hor kullanmıyorum. O nedenle her yıl yenilemem de gerekmiyor.” dedi ama biraz kıskandığı belliydi.

Kahveci Nihat Abi iyice dedeye bağlamış. Çay ocağından araya girdi: “Ben bu yaşta hala Kendi’mle meşgulsem, sebebi torunlarımı görmekten başka bir şey değil” dedi.

Kahvenin önünden bir grup liseli öğrenci geçti. “Biz yine iyiyiz, yeni nesil sadece Kendi ile meşgul” dedi biri onları göstererek.

Dışarı çıkıp liselileri yakaladım: “Gençler Kendi’nizle aranız çok iyi gibi” dedim. Hiçbiri ilgilenmedi. “Kendi’nize bakmayı bırakıp biraz çevrenize baksanız,” dedim. Bir Kendi’yle göz temasını kesip, “Dayı senin Kendi’ne bakmadığın belli” deyince hepsi pis pis güldü.

Bana “dayı” demelerine içerledim. “Dünya Kendi’nizden ibaret değil” dedim. Biri “Ama herkes Kendi’nin beğenilmesinden hoşlanır” dedi. “Yahu amma abarttınız Kendi’nizi” demiş bulundum. En bıçkın olanı, “Sıkıysa göster Kendi’ni de linç edelim” deyince tırstım. Çok kalabalıklardı.

Orta yaşlı bir kadın elindeki yıpranmış “Kendi”sini sallayıp. “Beyefendi gençler Kendi güçlerinin farkında, hiç dalaşma. Kendi’lerini her alanda gösterir bunlar.” dedi. “Bırakın Allahaşkına, kendilerini kaybetmiş hepsi” dedim.

Telefonum çaldı, onay tuşuna basıp açtım. Arayan benim hanım. “Sene olmuş 2024 hala Kendi’nde değilsin. Bu nedenle senle böyle ilkel yöntemlerle iletişim kurmaya çalışıyorum. Bu gece geç geleceğim, beni bekleme” dedi. “Ne 2024’ü yahu, yirmi yıl mı geçti?” dedim. “Sen daha uyu uyu, miskin herif. Kendi’ni bulamadığın için hayatını tükettin” dedi ve telefonu suratıma kapattı.

İbo’yu gördüm hala aynı bankta Kendi’siyle oynuyordu. Yanına oturdum. “İbo nedir bu manyaklık, herkes kafayı Kendi’sine takmış.”

“Neye takacaksın başka, yapacak iş mi var?” dedi suratıma bile bakmadan.

“Ne bileyim işte hayat var, güneş var, deniz var, dostluklar var…”

“Bunların hepsi Kendi’nin içinde de var zaten.”

“Memleket nasıl mesela, özgür mü insanlar, adalet var mı, eşitlik var mı?”

İbo elindeki Kendi’sini cebine koyup bana döndü.

“Kendi’ni bırakıp böyle şeylere takarsan seni Kendi’den alırlar. Bu devirde kendi Kendi’ne bile dikkat edeceksin, en ufak açığında gittin…”

“Ne yaparlar, hapse mi atarlar? Hep atarlardı zaten…”

“Sana hapis dedim mi? Hapis işin kolayı, zaten hepimiz Kendi’mize hapsolmuş durumdayız. Kendi’ni elinden alırlar diyorum, anlamıyorsun… Seni bir hücreye tıkarlar ve Kendi’ni de sana asla vermezler.”

“Verseler sorun yok yani?”

İbo güldü ve cebindeki minik kopyasını çıkartıp kurcalarken mırıldanır gibi konuştu:

“Uyuyorsun birader, Kendi’si olmayan birine ben ne anlatayım?”

Hava kararmaya başladı, eve gittim. Biraz camdan baktım, canım sıkıldı. Yapacak tek şey var, uyumak. Kendi gibi olmayan her şeye yabancı bir çağda, uyumaktan iyisi var mı?