Google Play Store
App Store
Kendi ağında asılı kalmak mı, kendi olmak mı?
KEDİ OLMAK İSTEYEN ÖRÜMCEK MARİO, Michelle Knudsen, Resimleyen: Kevin Hawkes, Çeviren: Ümit Mutlu, Uçanbalık Yayınları, 2024

Seher CESUR KILIÇASLAN

Michelle Knudsen’in yazdığı, Kevin Hawkes’in resimlediği ve Ümit Mutlu’nun çevirisiyle Uçanbalık Yayınları tarafından ülkemizin okurlarıyla buluşan ‘Kedi Olmak İsteyen Örümcek Mario’, dışarıdan bir çocuk kitabı gibi görünse de, içinde her yaşa hitap eden evrensel bir tema barındırıyor: Başkası gibi olmak için uğraşmak yerine, kendin olmanın kıymeti…

Kitabın başkahramanı Mario, tüylü ve büyük bir örümcektir. Sessiz ve karanlık bir köşe arayışında girdiği eski bir evde, yaşlı ve sevecen bir kadınla karşılaşır. Kadın onu görünce şaşkınlıkla, “Kedi yavrusu gibi bir şeysin” der. Bu cümleyle birlikte Mario’nun iç dünyasında bir dönüşüm başlar. Kendi örümceklik niteliklerini görmezden gelerek, başkalarının sevgisini kazanabilmek için bir kedi olmaya karar verir. Çünkü, kedilerin arkadaşları da vardır, oysa örümcekler yalnızdır. Sevilmek uğruna bir başkasına dönüşme arzusu, ne kadar tanıdık değil mi?

Mario’nun 'kedi gibi’ olma çabası, yalnızca fiziksel bir taklit değil; alışkanlıklarının, davranışlarının, hatta duygularının da dönüşmesidir. Örümcek olduğunu bildiği hâlde ağ örmekten vazgeçer, tavandan sarkma isteğini bastırır, kendi içgüdülerine aykırı davranır. Çünkü bu yeni kimliğin, onun kabul görmesini sağlayacağına inanır. Mario’nun bu noktada yaşadığı iç çatışma, toplumun bireyleri bir kalıba sokma eğilimini açıkça yansıtır. İnsanların görünüşleri, cinsiyetleri, etnik kökenleri, düşünce biçimleri ya da yaşam tarzları nedeniyle dışlandığı bir dünyada, 'benzemek’ çoğu zaman’“var olmak’la eşdeğer kılınır.

Oysa kitap, Mario’nun örümcekliğini gizlemeye çalışırken yaşadığı yorgunlukla ve nihayetinde deşifre oluşuyla birlikte önemli bir mesaj verir: Başkası gibi görünmek, bir yere kadar mümkündür ama insan, kendisi olmadan huzurlu olamaz. Mario’nun sahte kulakları, bükülmüş bacakları, titrek 'miyav’ları onu bir süreliğine görünür kılsa da, gerçek benliği eninde sonunda ortaya çıkar. Bu an, onun için hem bir korku hem bir özgürleşme ânıdır.

Ve tam bu noktada devreye kitabın en dokunaklı repliği girer: “Burada benimle kalmak ister misin Mario? Tamamen kendin olarak…” Bu cümle, yalnızca Mario’nun değil, okurun da içine işler. Çünkü hepimizin hayalini kurduğu şey aslında budur: Olduğumuz gibi kabul edilmek, değişmek zorunda kalmadan sevilmek. Kadının, “Asıl istediğim senmişsin Mario” demesi, görünüşün, türün ya da benzerliğin ötesinde bir kabul biçimidir. İnsanların, farklılıklarıyla var olabilecekleri bir dünyaya duyulan özlemin ifadesidir.

Mario’nun öyküsü, bireyin kendi doğasını bastırmaya çalıştığında yaşadığı yalnızlığı ve bunun yerini alan sahte yakınlıkları sorgulatır. Her bireyin biricik olduğu gerçeğini, incelikli ve mizahi bir dille yeniden hatırlatır. Görünüş, yetenek, köken ya da davranış biçimi fark etmeksizin herkesin eşit derecede değerli olduğunu savunur. Çünkü farklılık, eksiklik değil; zenginliktir.

Kitap, özellikle çocuklara erken yaşta empati kurma, önyargılara direnme ve kendilik değeri kazanma konusunda önemli bir araç sunar. Yetişkinler içinse bastırılmış kimlikleri, toplumsal rollerle yaşanan çatışmaları ve gerçek benliğe ulaşma arzusunu hatırlatan bir aynadır. Mario'nun ‘kendini bastırdığı’ her davranış, birçok yetişkinin, toplum içinde görünür olabilmek için kendi gerçekliğini saklama zorunluluğunu yansıtır.

Kedi Olmak İsteyen Örümcek Mario’, 'herkes biriciktir’ ilkesini hem görsel hem metinsel olarak sade ama çarpıcı bir şekilde işler. Mario’nun sekiz bacağını, sivri kıllarını ya da ağ örme dürtüsünü gizlemesinin gerekmediği bir dünya, hepimiz için daha adil ve yaşanabilir bir yerdir. Ve belki de Mario’nun hikâyesi bize şunu fısıldar: Kendin olduğunda sevilmek, bir ‘başkası’ gibi görünerek kabul görmekten çok daha değerlidir.