Google Play Store
App Store
Sercan Meriç

Sercan Meriç

sercanmeric@birgun.net

Daha önce pavyonlardaki sömürüyü anlatan Beyazlar Sönsün belgeseli ile tanıdığımız Aycan Karadağ ve İbrahim Kucuş, Dönüşüm: Bornova Sokağı filmiyle sokağın tarihsel seyrini beyazperdeye taşıdı.

Kent, sokak ve “Dönüşüm”

Sosyal kuramcı David Harvey, Sosyal Adalet ve Şehir kitabında şöyle der: “Kentsellik sadece mekânsal bir mantıkla şekillenen bir yapı değildir. Ona bağlı belirli ideolojiler vardır ve bu yüzden de bir halkın yaşam tarzını şekillendirmede belli özerk işlevlere sahiptir.”

Kentsel mekânın, “agoranın”, müşterek alanların 12 Eylül darbesinin ve AKP’nin iktidara gelişinin ardından nasıl dönüşüme uğradığını ve işlevsizleştirildiğini biliyoruz.

Sulukule, Fikirtepe, Başıbüyük, Hacıhüsrev kentsel dönüşümlere ve mücadeleye dair önemli örnekler. Bu örnekler sadece ilçelerle, mahallelerle sınırlı değil. 300 adımlık sokaklarda da dönüşümlere tanıklık ediyoruz. Kimileri alkışlanırken kimileri zora dayanan yöntemleri ile tartışmalara yol açıyor.

O sokaklardan birisi, İzmir’deki Bornova Sokağı… Bu kadim sokak bir dönem Levantenlerin mukim olduğu, birahaneleri ile anılan, Almanya’daki festivallere benzer etkinliklerle şenlenen bir sokaktı. “Ötekilere” tahammül edilmediği dönemde tüm bu şenlik devlet zoruyla sona erdirildi.

Ardından 1469. Sokak olarak isimlendirilen bu mekâna trans-bireyler yerleşti. Onların da kaderi gayrimüslimlerden farklı olmadı.

Sokak ile ilgili bu girizgâh, Bornova Sokağı’nın bu kısa tarihini anlatan bir belgesele sözü getirmek içindi... Daha önce pavyonlardaki sömürüyü anlatan Beyazlar Sönsün belgeseli ile tanıdığımız Aycan Karadağ ve İbrahim Kucuş, Dönüşüm: Bornova Sokağı filmiyle sokağın tarihsel seyrini beyazperdeye taşıdı.

Türkiye’de mekânlara ve mekânların dönüşümüne ait belgesel örneklerinin iyi bir temsilini sunan bu yapımda, Bornova Sokağı’nın çeşitli toplumsal gruplar açısından ne anlam içerdiğini izliyoruz. Sokakta ikamet eden translardan esnafa, Levantenlerden eski İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’e uzanan bir anlatıyla karşı karşıyayız Dönüşüm: Bornova Sokağı’nda…

Alsancak Garı’nın karşısından başlayıp Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ne uzanan bu sokaktaki ritim belgeselde başarılı bir şekilde izleyiciye yansıtılmış…

Bornova Sokağı, holding medyasında uzun yıllar boyunca translar, suç, çete, korku, uyuşturucu ile anılıyordu. Söz konusu medyanın homofobik, ötekileştirici dilini hesaba kattığımızda meselenin tam da böyle olmadığını belgesel bize gösteriyor.

Yine Harvey’e dönersek, şehrin her türden ve sınıftan insanın, gönülsüzce de olsa, yan yana gelerek durmadan değişen, gelip geçici, ama yine de müşterek bir yaşantıyı ürettiğini biliyoruz. Korku, şiddet, vahşet ile anılan mekânların ardında da sermaye sınıfının olduğu hepimiz tarafından sayısız kez tecrübe edildi. Bornova Sokağı’ndaki dönüşüm de sermaye sınıfının dışlayıcı bir biçimde “ortak mekân” üretmesinin örneklerinden birisi…

Aycan ve Kucuş, bu belgeselde daha önce söz hakkı tanınmayanlara da mikrofonu uzatıyor. Bu vesileyle ilk kez Bornova Sokağı’nın asıl sakinlerinin ne istediklerine veya istemediklerine derli toplu tanıklık ediyoruz.

Belgeselde konuşan İzmir Büyükşehir Belediyesi eski Başkanı Tunç Soyer’in sokağın “cazibesinin artırılmasına” yönelik açıklamaları da dikkat çekiyor. Sosyal demokrat olarak tasavvur ettiğimiz Soyer’in, “cazibe”den kastının ne olduğu meçhul… Mekânın cazibesi tüm çelişkilerinden arındırılıp mutenalaştırılması ve kapitalistlerin sermayelerine rahatça sermaye katması mıdır? Bu “cazibeleştirme” hamlesi, ötekileştirilenlerin, yok sayılanların, devlet otoriteleri tarafından lanetlenenlerin hayatını da hesaba katmaz mıydı?

Belli ki hesaba katılmamış ki, 4 Ocak 2023’te trans-kadın Ecem Seçkin Bornova Sokağı’nda katledildi. Hem bu katliam hem de içinde bulunduğumuz yılda saldırıya uğrayan trans-bireyler belgeselde gözümüze çarpıyor.

Bunların aksine birlikte yaşama pratiğinin nasıl inşa edildiğini restoran işletmecisi Nihat Say belgeselde izah ediyor. Trans-bireyler ile yaşamanın, aynı sokağı paylaşmanın lanetlenmiş bir durum olmadığını açıklıyor.

Soyer’in belgeselde, “Kentler, arabaların içinden hızlıca geçtiği mekânlar mı olmalı yoksa daha çok yayaların kaldırımlarda, parklarda bir araya geldiği mekânlar mı olmalı?” sorusu için yeniden Harvey’e dönelim:

“Arabanın henüz sahneye çıkmadığı dönemde sokaklar birer ortak alandı. Bu ortak alan yok edildi ve yerini otomobilin egemenliğindeki bir kamusal alan aldı. Bu durum belediyeleri, ‘daha uygar’ bir ortak geçmişin bazı unsurlarını geri getirmek amacıyla yaya bölgeleri, kaldırım boyunca dizilen kafeler, bisiklet yolları, çocukların oynaması için cep parkları vb düzenlemeye itti. Yeni tür kentsel ortak alanlar yaratmaya dönük bu çaba da kolaylıkla sermayeye çevrilebilir. Böylelikle şehir sakinlerinin pek çoğunun bu bölgede ucuz konut bulabilme şansı ortadan kalkar. Bu tür bir kamusal alanın oluşturulması çok zengin kesim dışında kalan herkesin ortak kullanım potansiyelini artırmak şöyle dursun, ciddi ölçüde kısıtlar.”

Harvey’in bahsettiği bu sınıfsallık meselesi belgeselde de yer alıyor. Zira, kimlikleri aşan bir farklılaşma sonucu mülkü olan transların kentsel dönüşüm için istekliyken, güvencesiz olanların tedirginliği de göze çarpıyor.

Hasılı, Dönüşüm: Bornova Sokağı hem estetik açıdan hem de belgesel sinemanın kuralları açısından bize iyi bir örnek sunuyor. Belgeselin festival yolculuğu sürecek. Öğrendiğime göre kısa bir süre sonra da bir dijital platformda izleyicilerle buluşacak.