Google Play Store
App Store

Kentsel mekân zincir kahve markalarının istilası altında. Starbucks ve Cafe Nero ile başlayan sürecin yükselenleri Kahve Dünyası ile EspressoLab. “Her yer EspressoLab, her yere EspressoLab” düzeninde cadde ve sokaklar aynılaşıyor; ve onlarla birlikte kullanıcıları da.

Kentin çözülmesi:  Dönüşen kentsel mekân, dönüşen toplumsal yapı

Cihan Uzunçarşılı Baysal - Araştırmacı, Yazar

İstanbul, özellikle son yirmi yıldır, ivmesi giderek artan hızlı bir dönüşümün içinde bambaşka bir kentselliğe sürüklenmekte. Kent sakinlerinin salt gözlemlerinin ötesinde bir-e-bir deneyimledikleri bu dönüşüm, her birimizin gündelik yaşamına, kentsel mekânla ilişkisine, anılarına, kentin kolektif hafızasına ve ötesine dokunmakla kalmıyor, aynı zamandan, kentte var olma bağlamında, sadece bugünümüzü değil geleceğimizi de tayin ediyor. Kent hakkı, şimdi eskisinden çok daha acil “bir feryat ve talep”!

Gidişat o kadar arsızca aleni ki kentin kalbinin attığı yer olarak tanımlayabileceğimiz Taksim Meydanı ve çevresinin çehresine bir göz atmakla dahi değişimin boyutunu ve kapsamını anlamak mümkün. “O bölgeye gelen kişi bir defa o merkezi gördüğünde bir İslam kentinde olduğunu anlayacak” (R. T. Erdoğan: 1994) hayalinin somutlaştığı Taksim Cami, kentin ve ülkenin en önemli agorasının, politik meydanının üzerini çizmekte. Kapıları sokağa açılan, kalabalıklarla, kamusallıkla hemhal sinemalarımız artık yok. Son kurban Kadıköy Reks (Rexx) Sineması. Kimileri onu hâlâ Emek sanıyor ama o şimdi “Grand Pera Emek Sahnesi”. Yeni nesil sinemalar, AVM’ler içinde steril, denetimli mekânlar olarak “tüketicilerini” bekliyorlar. Tiyatroların hal-i pür melali de farksız, AVM’lere tıkıştırılmakla kalmadılar sinemalar gibi bilet fiyatları da katlandı. Misal, ünlü tiyatro eserlerine, konserlere kapılarını açan Zorlu AVM. Eğer paranız varsa ne âlâ dünyaca ünlü performansları, eserleri, konserleri izleyebilirsiniz. Öte yandan, her izleyiş kamusal alana çöreklenmiş bu kentkırım projesini bir kez daha alkışlayış, aklayış; ama ne gam, biletler karaborsa.

İstiklal Caddesi boyu kitapçılar, sahaflar birer ikişer çekildiler. Onlarla birlikte o bilge esnafı da yitirdik. Ama olsun, şimdi Kültür Yolu Festivallerimiz var, hem de ülke boyu. Kentleri turistikleştirip, otantikliği pazarlamanın yeni araçları. 2023 Beyoğlu Kültür Yolu Festivali, bir başka kentkırım/kamusal alan gasp projesi Galataport’tan başlamıştı. Buluşma adresi tam bir sirkatin söylemeydi: “Saat Kulesi Meydanı”. Abdülmecid’in saat kulesi, nam-ı diğer Nusretiye/Tophane Saat Kulesi yamandı mı Galataport’a! Ve zaten, kapuçino fincanından saat kulesini çıkartarak reklamlarını yapmamışlar mıydı? Ne diyordu ünlü sosyolog Sharon Zukin: “Kapuçino ile pasifize ediliyoruz”. Galataport’un çöreklendiği o geniş kamusal alana iade-i itibar yaparak İstanbullulara muhteşem bir kamusal alan kazandırmak yerine neden bir tüketim/tüketicilik mabedini diktiklerini şimdi daha iyi anlayabiliyor muyuz? Her şeyin fazlasıyla düzenli, disiplinli, nerede nasıl hareket edileceğinin belirli olduğu bu kontrol ve otokontrol mekânında ye-iç-tüket serbest ama bir kamusal alanda olabileceği üzere taşkınlık, gürültü, eylem, yasak! Kenti var eden agoralar kapuçino fincanlarına ya da cami avlularına yeniliyor. Kent çözülüyor.

Kentsel mekân zincir kahve markalarının istilası altında. Starbucks ve Cafe Nero ile başlayan sürecin yükselenleri Kahve Dünyası ile EspressoLab. “Her yer EspressoLab, her yere EspressoLab” düzeninde cadde ve sokaklar aynılaşıyor; ve onlarla birlikte kullanıcıları da. Şimdi herkes beyaz, bembeyaz! Motosikletli ağır abiler, lüks araç sahipleri, tesettür sosyetesi, kafelerin bellibaşlı kullanıcıları. Bunlara, Zorlu, Galataport, Grand Pera vb hem giderim hem AKP’nin kent politikalarından ağlarımcıları da katmalı. Narmanlı da artık bir kafeler ve alışveriş mekânı. Mekânın ruhunu tüketime gömenler “Edebiyat Günleri” düzenleyeceklermiş. Tanpınar mezarında ters dönüyor! Nargileciler ile adlarını daha önce hiç duymadığımız ama her nasılsa geçmişlerinin 80-100 yıl öncesine dayandığı iddia edilen bilcümle Hafız, Hacı, vb namlı şekercilerle lokumcular Körfez ülkeleri turistlerine yönelik yükselen esnaf. Esnaf lokantaları ise sürecin kaybedenleri; ama zaten onların müdavimleri ne esnaf ne de öğrenci kaldı. Onlar astronomik kiralar kentinden kovuldular. Mahallenin bakkalı, manavı, kasabı, terzisi ve bilcümlesi de aynı kaderin yolcuları. Mekân dönüştükçe, ilişkileri dönüştürüyor. Kıyma çekim üzeri mahalle dedikodusunu gel de marketin kasiyeri ile yap! Zukin’in New York saptamalarını, İstanbul’a uyarlayabileceğimiz bir sürecin içindeyiz: “Son yıllarda İstanbul (New York) çok değişti. Yeni binalar, yeni insanlar, gerçek özelliklerini kaybeden mahalleler. Her yerde soylulaştırma, canlandırma, göç. Yeni butikler ve kafeler üç kuruşa mal satan dükkânların ve köşedeki emektar bakkalın yerini aldıklarında ne olur?’’ (Zukin 2011). Ne olur?

Sermaye sadece kentin fiziki formunu değil, toplumsal formunu da dönüştürüyor. EspressoLabgillerle giren istila ve soylulaştırma, gündelik yaşamı pahalılaştırdıkça alt ve alt-orta gelir gruplarının kente tutunmaları zorlaşıyor. Ve aslında zurnanın zırt dediği yer de tam burası, madalyonun bu diğer yüzü. Afet dönüşümü bahanesiyle mahalle yıkımları ve zorla tahliyeler, mega projelerin tetiklediği yıkımlar, rezerv alan ilanları… Bunlar görünür ihlal ve kıyımlar. Muhalefet öyle ya da böyle buralardan inşa edilebiliyor. Tam bu yüzden Şahintepe bugün bir muhalefet alanı. TOKİ mağdurları Tuzla’da, Kirazlıtepe’nin zorla tahliye edilen nüfusları Üsküdar’da, biber gazlı, TOMA’lı şiddetin mağdurları Tokatköylüler Beykoz’da yerel yönetimleri alaşağı ettiler. Oysa, kapuçino/espressogilerin sinsice kentsel mekâna sızmalarını ve dönüştürme güçlerini çoğu kimse göremiyor. Onların mekânı her istila edişinde, gündelik hayatımızda önemli yer tutan bir mekân düşüyor. Bireysel ve kolektif hafızalarımız sıfırlanıyor. Dahası, kentte var olma hakkımız elimizden alınıyor. Kent artık beyaz, bembeyaz ve tüketebilen varlıklı sakinlerle turistlere göre şekilleniyor. Kent planları ve ilgili yasalar kentlilerin talep ve arzularına, ihtiyaçlarına uygun yaşanabilir kentlere yönelik değil sermayenin çıkarları doğrultusunda meta ve sermaye akışlarına göre düzenlendikçe kent hakkımız gasbediliyor. Gündelik yaşamın içinde aktığı mekânlara dayatılan bu sermaye projeleri, hepimizin hakkı olan bir yaşamdan kopmamamıza, yabancılaşmamıza yol açıyorlar. Sadece orta-üst gelir gruplarına göre dizayn edilen kentte, öteki ile rastlaşma/buluşma mekânlarından yoksun, hijyenik/steril yaşamlara mahkûm ama mahkûmiyetlerini algılayamayan lüks tüketim nesneleri kapuçinolarını zevkle içiyor. Ve kent çözülüyor.

1 Bu bağlamda, başta Ankara, bellibaşlı kentlerimizi de sayabiliriz; ancak, yazı İstanbul ile sınırlı olacak.