Google Play Store
App Store
Attila Aşut

Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Dünyada ve ülkemizde kimi kentler kimi yazarların adlarıyla özdeşlemiştir. Sanki o yazarların ruhları sinmiştir yaşadıkları kentlerin üzerine! Oralardan geçerken hep duyumsarız varlıklarını…

Liste uzundur ama ben birkaç simge örnekle yetineceğim. Sözgelişi “Bodrum” dendiğinde akla ilk olarak “Halikarnas Balıkçısı” Cevat Şakir Kabaağaçlı gelir. Sait Faik, Burgaz’dır; Orhan Kemal, Adana’dır; Yaşar Kemal, Çukurova’dır; Necati Cumalı, Urla’dır. Kastamonu’nun Cide ilçesi, Rıfat Ilgaz’ın öteki adıdır. Can Yücel, Datça’yla bütünleşmiştir. “Dinar” demek, Nedret Gürcan demektir. Antalya, benim için Metin Demirtaş’tır; Gazipaşa; Fikret Otyam… Zonguldak’ın yazın dünyasındaki simgesi Rüştü Onur’dur. “Kalbimin Kuzey Kapısı”na gelince, ben önce “Bizim Reis” Bedri Rahmi Eyuboğlu’nu ve onun dilimden hiç düşmeyen “Trabzon Deyince” adlı şiirini anımsarım:

“Trabzon deyince aklıma bir salkım kareymiş gelir / Bahçeler dolusu zindan yeşili / İçin için kandil kandil ballanır / Kandiller içinde bir kandil yanar / Bir kız deli gibi koşmaya başlar / Yanaklarında amoftaların alı / Dudaklarında karayemişlerin moru / Göğsünde… elinin körü.”

∗∗∗

Kentlere her bakımdan çok yakışır yazar ve ozan adları! Çünkü onlar kentlerin kültürel kalbi ve belleğidir. Ama kimi yönetimler bu belleği yok ederek kentleri kimliksizleştirmeye çalışıyor ne yazık ki…

Beynimize mıh gibi çakılmış, bizde silinmez anıları olan sokak ve cadde adlarını ikide bir siyasal-ideolojik nedenlerle değiştirmek aymazlıktır. Ama tarih bilincinden yoksun kimi belediyeler bunu yapıyor. Absürt işlerle uğraşma meraklısı Melih Gökçek de Cumhuriyetin başkenti Ankara’yı dönüştürmek için az çaba göstermedi! Örneğin tarihi Tandoğan Meydanı’nı “Anadolu” yaptı. Bahçeli-Emek bölgesindeki yerleşik cadde adlarını bir gecede “Türki Cumhuriyetler”in adlarıyla değiştirdi! Ankara’nın 4. Cadde’si şimdilerde “Kazakistan Caddesi” olmuş. 8. Cadde’nin adı ise “Bosna-Hersek Caddesi” olarak değiştirilmiş. Ama insanlar pek ayırdında değil bu değişikliklerin; yine eski adları kullanıyor başkentliler. Hani çok gerekliyse yeni yerleşim yerlerine verilebilirdi bu adlar. Ama belli ki Türkiler”e jest yapmak istemişler!

Birçok yerde “Cumhuriyet”, “Mustafa Kemal”, “Atatürk” sözcüklerinin yanı sıra, tanınmış yazar ve sanatçıların adları da türlü bahanelerle cadde, sokak ve alanlardan kaldırıldı. Bu furyada Said-i Nursi’den Ziya Hurşit’e değin kimlerin adları verilmedi ki sokaklara! Belleğimizde yer etmiş sokak adlarını bir çırpıda değiştirip yerlerine gerici ve itici adları yazma inadı, günümüzde de AKP’li belediyelerde sürüyor…

HAFTANIN NOTU

İki sergi, iki özgün bakış

Siyasal ortamın yoğunluğu yüzünden kültür/sanat etkinliklerine yeteri kadar zaman ayıramıyoruz. Ama bu hafta iki önemli sergiyi gezme olanağını bulabildim. Kısaca onlardan söz ermek istiyorum.

Son yılların en üretken ressamlarından Ayla Aksoyoğlu’nun yeni resim sergisi, Ankara Kalesi’ndeki Satranç Müzesi’nde açıldı. Açılışta sanat insanları, ressamlar ve Aksoyoğlu’nun atölye çalışmalarına katılan öğrencileri de vardı. Ankara Anakent Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ı, eğitimci eşi Nursen Yavaş’ın temsil etmesi ise ayrı bir hoşluktu. İzleyiciler bu durumu “kadın dayanışması” olarak değerlendirdiler.

Nursen Yavaş - Ayla Aksoyoğlu

Ayla Aksoyoğlu, konularını daha çok mitolojiden seçen bir sanatçı. Eski çağlardaki hayvan motifleri ve Doğurganlık Tanrıçası Kibele, onun başat izlekleri arasında yer alıyor. "Kibele’nin Emaneti" adını taşıyan yeni sergisinde de bu yaklaşımın bütüncül örneklerini gördük. Sıcak renklerin egemen olduğu Aksoyoğlu tablolarında, insanlığın mitolojik var oluş öyküsü, kadınlık halleri ve aşk temaları çarpıcı bireşimlere dönüşüyor… Sergi 22 Ekime değin açık olacak.

Ayla Aksoyoğlu'nun bir tablosu.

∗∗∗

Haftanın ikinci sergisi, eski Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan’ın “Ankara’ya Bakmak” konulu çalışmasıydı. Serginin Nurol Sanat Galerisi’ndeki açılışına yazarlar, sanatçılar, gazeteciler ve sanatseverler büyük ilgi gösterdi.

Tezcan Hanım, bu sergisinde Ankara’nın görsel öyküsü anlatılıyor ve izleyenleri tarihsel bir yolculuğa çıkarıyor. Ulus’tan Çankaya’ya uzanan Cumhuriyet Yolu üzerindeki kamu yapıları görsel bir geçit töreni gibi sunularak başkentin belleği bilince çıkarılıyor. Sergilenen yapıtlar, cumhuriyetin tasarlanmış eski mekânları ve tarihsel yapıları özel bir teknikle ince ince işleyerek üretilmiş.

Tezcan Karakuş Candan'ın bir yapıtı.

Biz bu sergiyle mimar Tezcan Hanım’ın ressam yanını da öğrenmiş olduk. Ama Karakuş’un resimlerinde de mimar kimliğinin ve biçeminin çok belirgin olduğunu söylemeliyim. Kent suçlarına karşı yıllardır hukuk mücadelesi veren ve bu yüzden de başına gelmedik iş kalmayan Karakuş, “Ankara’ya Bakmak” sergisiyle savaşımını bir başka boyuta taşımış görünüyor. Çünkü ona göre mimarlık, “Sanatın yaratıcı ve dönüştürücü gücüyle toplum için yapılan; sağlıklı çevreler ve nitelikli mekânlar üretme sorumluluğunu taşıyan, kültürel ve doğal varlıkların korunması duyarlılığıyla gerçekleştirilen şiir gibi bir iştir.”

İbrahim Karaoğlu’nun küratörlüğünü üstlendiği “Ankara’ya Bakmak” sergisi 19 Ekim’e değin gezilebilir.