Ülke tarihimizin en büyük felaketlerinden birisini yaşadık. Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde 6 Şubat’ta birbiri ardına yaşanan depremler 15 milyondan fazla yurttaşımızın yaşadığı 10 ilimizde büyük can kaybına ve yıkıma neden oldu. Hepimizin yüreğine büyük bir ateş düştü.

Depremin büyüklüğü, etkilenen bölgenin genişliği ve bölgedeki yapılaşmanın deprem dayanıklılığının olmaması yıkımın boyutlarının büyümesine neden oldu. Depremin üzerinden geçen dört günde resmi kayıtlara göre hayatını kaybedenlerin sayısı 15 bini aşmış durumda. Henüz arama kurtarma çalışmaları tamamlanmadığı göz önünde bulundurulduğunda bu sayının daha da artacağını öngörmek mümkün.

TÜM SORUMLU İKTİDAR

Yaşadığımız bu büyük felaketi toplumsal bir trajediye çeviren olay depremin yaşandığı ilk andan itibaren siyasal iktidarın tutumu olmuştur.

Bugüne kadar yaşanan her felaket sonrasında afetle mücadeleyi bir güç gösterisine çevirmeyi, devlet kurumlarının müdahalesini parti reklamına dönüştürmeyi, insanların acısını halkla ilişkiler kampanyasının parçası haline getirmeyi alışkanlık edinen siyasi iktidarın bu boyuttaki bir afet karşısında hiçbir hazırlığının olmadığı ortaya çıktı.

Tek adam rejiminin afet karşısındaki hazırlıksızlığı ile her şeyi kendi başına yapabileceğine ilişkin kibrinin bir araya gelmesinin ne büyük bir kaosa ve ne kadar acı sonuçlara yol açabileceğini hep birlikte deneyimledik.

Liyakatsiz atamalar ve partizanca kadrolaşmalarla tüm yetkinliklerini kaybeden devlet kurumları arasında yaşanan koordinasyonsuzluk nedeniyle enkazlara günlerce arama kurtarma ekibi gönderilemezken, enkazdan kurtulan depremzedeler kötü hava şartları altında adeta sahipsiz bırakıldılar. Aradan geçen bunca sürede, devlet kurumlarının sahip olduğu olağanüstü olanaklara rağmen arama-kurtarma ve yardım faaliyetlerinin hâlâ istenilen düzeyde olmaması hiçbir biçimde kabul edilemez.

Tek adam rejiminin kurumlarda yarattığı çürüme ve afetlere hazırlık konusundaki vurdumduymazlığı felaketin sonuçlarını ağırlaştırsa da depremi bu denli yıkıcı hale getiren deprem sonrasında yaşananlardan çok, deprem öncesinde yapılmayanlardır.

BİLİME KULAK VERİN

Daha önce de defalarca belirttiğim üzere can kayıplarına ve yıkıma neden olan şey, bilimsel ve teknik gerekliliklere uygun olmayan uygulamalar ve politikalardır. Deprem kuşağında yer alan ülkemizde yapıların depreme dayanıklı bir şekilde inşa edilmemesi, var olan yapıların sağlamlaştırılmaması, gerekli tedbirlerin alınmaması gibi nedenler tüm ülkemizi yıkım riskiyle yüz yüze getirmiştir.

Geçmişte yaşadığımız ve büyük yıkıma neden olan depremler, yapı stokumuzun deprem güvenlikli olmadığını ortaya koymuşken, sanki bir daha deprem olmayacakmış gibi imar planları yapılmış ve rant politikalarına devam edilmiştir. İmar afları ile kaçak yapılaşma teşvik edilmiş, yurttaşlarımız sağlıksız yapılara mahkum edilmiştir. Böylece projesi olmayan, hiçbir mühendislik hizmeti almamış kaçak yapılar ruhsatlandırılmıştır. 10 milyonun üzerinde kaçak yapı ruhsatlandırılarak yapı stokumuzun proje uygunluğu ve deprem dayanıklılığının denetlenme ihtimali de ortadan kaldırılmıştır.

Yapı alanındaki tek sorun kaçak ve riskli yapıların ruhsatlandırılması değil, yeni yapıların da gerekli mühendislik hizmeti almadan yapılmasıdır. Kamusal anlayışla yürütülmesi gereken yapı denetimi sisteminin tümüyle ticarileştirilmesi ve Odalarımızın mesleki yeterlilik, eğitim, belgelendirme ve denetleme gerekliliklerinin yapı denetim süreçlerinden dışlanması, yeni binaların yapı güvenliği konusunda da riskler doğurmaktadır.

Yaşanan deprem sonrasında, deprem toplanma alanlarına olan ihtiyacımızın ne denli büyük olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır. Oysa yıllardır sistematik biçimde kent merkezlerinde bulunan deprem toplanma alanları yapılaşmaya açılmaktadır. Ülkemizi yönetenlerin yaşadığımız acı deneylerden ders çıkarması ve görevlerini yerine getirmesi gerekirken, kent merkezleri imar rantının aracı haline getirilmiştir.

Rant hırsının, akla, bilime ve tekniğe, mühendislik, mimarlık ve şehir plancılığı mesleklerinin gereklerine, insan yaşamına üstün gelmesine daha fazla seyirci kalamayız. Ülkemizdeki yapı denetim sistemi, afetle mücadele planları, imar-kentleşme politikaları baştan aşağı değiştirilmelidir. Tüm kentlerimiz ve yapı stoğumuz depreme dayanıklı hale getirilmelidir.

DAYANIŞMAYA GÜÇ VER!

Tüm bu acı tablo içinde bizi ayakta tutan tek şey, deprem sonrasında bir kez daha ortaya çıkan toplumsal dayanışma oldu. Toplumun her kesimi elinden gelen her yöntemle depremzedelerin yaralarını sarmak için seferber olmuş durumda. Tek adam rejiminin kibirli beceriksizliği karşısında halkın yürekli dayanışması hepimize umut oluyor.

Depremde zarar gören halkın yaralarının sarılması ve yıkılan bölgelerin yeniden ayağa kaldırılması için çok uzun sürecek bir dayanışmaya ihtiyacımız var. Tüm halkımızı uzun sürecek bu yardımlaşma seferberliğine destek olmaya çağırıyorum. Halkın sorunlarını, halkın dayanışması ile çözeceğiz…