Kıbrıs: 50. yılda ‘çözüm’ün uzağında
Bugün adanın kuzeyinde kutlama, güneyinde ise hüzün hakim. Ada’nın bütününde ise Barış’a özlem var. Aradan 50 yıl geçtikten sonra ne durumdalar? Neden “Ayşe artık tatilden dönsün” diyenlerin sayısı artıyor?
Bugün devletin zirvesi Kıbrıs’ta! Yalnızca iktidar değil, muhalefet de. Özel bando ve mehteran birliği konserleri, spor müsabakaları, konferans, seminer, sempozyum, makale yarışması gibi etkinliklerle kutlanacak “Barış Harekatı’nın 50. Yılı” için denizde Türkiye’nin ilk uçak gemisi TCG Anadolu, çok sayıda gemi, havada da F-16’lar, Akıncı TİHA’lar, Türk Yıldızları ve SOLOTÜRK ekipleri dolacak.
50. yıl önemli! Adanın Türk tarafında Türkiye devletinin zirvesi, Rum tarafında da, bir 20 Temmuz yıldönümünde ilk defa Yunanistan başbakanı var. Son dönemde “yapıcı” ve sık görüşmeler yapan Erdoğan ve Miçotakis’in, birbirlerine seslenseler duyacakları uzaklıkta olacağına işaret eden bazı gazeteciler, akıllarından “Acaba bir sürpriz yapar da Yeşil Hat’ta buluşurlar mı?” sorusunu da geçiriyorlar. Yunanistan’da ise, birbirlerine bu kadar yakınken bile görüşmeyecek olmalarının, iki ülke arasındaki ilişkilerin aslında ne kadar çetrefilli olduğunu gösterdiği konuşuluyor.
Bugün adanın kuzeyinde kutlama, güneyinde ise hüzün var. Ancak, geriye dönüp bakıldığında, ölümleri, cinayetleri, katliamları, adayı Yunanistan’la birleştirme peşinde koşan faşist EOKA ve EOKA-B faaliyetlerini, Kıbrıslıtürklerin yerlerinden edilip etrafı çevrili ceplerde yaşamak zorunda bırakılmalarını, ortak devlete son verenleri, Makarios’u deviren faşist darbeyi, Türk ve Türkiye tarafında ise taksim peşinde koşanları görmezden gelmek mümkün değil.
Kuşku yok ki, 50 yıl önce canlarının derdine düşmüş Kıbrıslıtürkler yürekleri ağızlarında “Ayşe’nin tatile çıkmasını” bekliyorlardı. Peki, aradan 50 yıl geçtikten sonra şimdi ne durumdalar? Neden “Ayşe artık tatilden dönsün” diyenlerin sayısı her gün biraz daha artıyor?
Bugün Türkiye’de ve KKTC’de resmi söylem, son 50 yılı çatışmaların ve ölümlerin olmadığı, barışın hakim olduğu bir dönem olarak tanımlarken, Rum-Yunan tarafı ve genelde dünya ise “işgal” olarak tanımlıyor.
Bugünkü törenler, kutlamalar bitecek ve birkaç gün sonra ada yine kendi gerçeğini yaşamaya devam edecek. Peki, o gerçek ne? Çözüm ne? Kıbrıslıtürkler geride kalan 50 yılı ve gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorlar?
İşte bu soruları, Kıbrıslıtürk gazeteci Hüseyin Yalyalı, uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi öğretim üyesi Dr. İlksoy Aslım, KKTC’nin ilk Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın oğlu Serdar Denktaş ve ikinci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’a sorduk.
YALYALI: HER YIL TÖRENLERE İLGİ AZALIYOR
Gazeteci Hüseyin Yalyalı’ya göre, 20 Temmuz 1974 askeri harekatının anıldığı, kutlandığı törenlere dair Kıbrıslıtürkler arasında farklı düşünceler olsa da, ilgi her geçen yıl biraz daha azalıyor. Bugün belki de adanın kuzeyindeki en ortak duygu; “Türk Lirası kullanmaktan kaynaklanan ve Türkiye’deki ekonomik krizi daha ağır yaşayanların ekonomideki kötü gidişattan duydukları rahatsızlık. Ekonomideki kötü gidişatın dışında, Türkiye yönetiminin, aslında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, seçimler dahil KKTC’deki her alana yönelik direkt müdahale ve baskısı bugüne kadar müdahaleye sıcak bakan kesimlerin bile 50 yıl sonra ‘Biz bunun için mi mücadele ettik’ söylemiyle tepki koymasına neden oluyor. Kıbrıslıtürklerin bir siyasal partinin başkanının bile Erdoğan tarafından belirlenmesine yönelik ortaklaşan tepkisi her geçen gün artıyor.”
Yalyalı, “Şimdi Suriyelilerden yakınan Türkiyeliler belki bizi anlar” diyerek adanın son 50 yılda değişen nüfus yapısına da işaret ediyor. 8 Ekim 2022’de yayınlanan verilere göre, KKTC nüfusu 382 bin 836. Kıbrıslıtürklerin neredeyse tümü AB üyesi olan Kıbrıs Cumhuriyeti kimlik kartı almış durumda. Bunların sayısı 105 bin 252 olarak açıklandı. Bunlardan 92 bini de Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu sahibi. Bu da gerçek Kıbrıslıtürklerin azınlık durumuna düştüğünü düşündürüyor. Ayrıca, son 4 yılda KKTC’de taşınmaz alarak yerleşen İsrail ve Rus vatandaşları var. Öğretmenler Sendikası, özellikle Tuzla bölgesinde sınıflarda Türkçe bilen öğrenci sayısının beşi geçmediğini açıklamıştı.”
Yalyalı’ya göre, 50 yıldır adayı ikiye bölen askeri müdahaleye sıcak ve sevgiyle bakan kesimlerin bile, “tek adamın” kendi hukuk ve yargılama sistemlerine doğrudan müdahalelerine tepkileri büyüyor. Ancak, büyüyen tepkinin bir başka boyutu daha var: “Türkiye’deki iktidarın kendi İslam yorumunun adanın laik ve seküler anlayışına dayatılması! Bu nedenle Türkiye yönetimine karşı gelişen sessiz tepki daha görünür hale geliyor. Bir de, Kuzey Kıbrıs’taki en küçüğünden en büyüğüne tüm ihalelerin Erdoğan ve onun yakın kesimlere adrese teslim verilmesi var.”
DENKTAŞ: İKİ HALK ARASINDA ORTAK HEDEF OLMALI
Serdar Denktaş, KKTC kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın oğlu. Adanın siyasal toplumsal hayatındaki yeri ve önemi yalnızca bununla sınırlı değil. Babasının politikalarının sürdürücüsü olarak da görülüyor. Geçmişte babası tarafından kurulan ve bugün de iktidar olan sağ çizgideki Ulusal Birlik Partisi’nden (UBP) milletvekilliği yaptı. Daha sonra ayrılarak Demokrat Parti’yi (DP) kurdu. DP’den milletvekili oldu, başbakan yardımcılığı yaptı. 2019’da DP Genel Başkanlığı’ndan istifa etti ve 2020 cumhurbaşkanlığı seçiminde bağımsız aday oldu fakat ilk turda yüzde 4,20 oy alarak yarış dışı kaldı. DP’nin ikinci turda mevcut cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ı destekleme kararı alması üzerine “Partim kendi onuruna sahip çıkamıyorsa bana düşen görev kendi onuruma sahip çıkmaktır” diyerek kurduğu partinin üyeliğinden de istifa etti. Bugünlerde, siyasi çevrelerde, 2025 cumhurbaşkanlığı seçiminde bu kez bağımsız olarak tekrar aday olacağı konuşuluyor.
Serdar Denktaş, 20 Temmuz 1974 askeri müdahalesinin 1963’de Kıbrıs Cumhuriyeti yönetiminden atılan Kıbrıslıtürklerin haklarını korumaya yönelik yapıldığını söyleyerek, o günden bugüne adada bir çözüm olmamasının ve “Kıbrıs sorunu”nun devam etmesinin temel nedeninin Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumların ortak bir hedeflerinin olmaması olduğunu vurguluyor. “Kıbrıslı Rumlar için hedef Enosis, yani Kıbrıs’ın Yunanistan ile birleşmesi; Kıbrıslı Türkler için ise bu Taksim’di.”
Denktaş, Kıbrıslırumların Avrupa Birliği (AB) üyeliğiyle, bir adım eksik de olsa, kendi hedeflerine ulaştığını; Kıbrısltürklerin de 1974’te yapılan nüfus mübadelesiyle yaratılan fiili ayrılıkla, yine bir adım eksiğiyle, hedeflerine ulaştığını söylüyor. İki halk arasında ortak hedef yaratılmadan soruna çözüm bulmanın mümkün olmayacağını, bunun da Kuzey Kıbrıs’ta pek çok olumsuzluğu yaşatmaya devam edeceğini ifade eden Serdar Denktaş, Annan Planı’nın da iki halk arasında ortak hedef olmaması nedeniyle başarısızlıkla sonuçlandığını vurguluyor.
Denktaş, Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırumların ortak hedefinin ancak AB ve Birleşmiş Milletler’in iki halka eşit davrandığı zaman mümkün olacağına işaret ederek, “AB ve BM Rumlara, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin meşru sahibi sizsiniz dediği sürece ortak hedef ve dolayısıyla çözüm mümkün olmayacaktır” diyor.
Kıbrıslırumların 1963’te işgal ettikleri Kıbrıs Cumhuriyeti’ni paylaşmak istemediklerini ifade eden Denktaş, 50 yıl sonra bakıldığında adada barışın olduğunu, insanların birbirini öldürmediğini, eksik olanın ise bir “siyasal çözüm” olduğunu savunuyor. Denktaş’a göre, Kıbrıs Rum yönetimi uluslararası destekle ekonomilerini geliştirirken, KKTC’nin de tüm ambargo ve sıkıntılara karşı ekonomik gelişmeyi başardığını ve “Bugünlerde gayri safi milli hasılanın kişi başı 5 bin dolardan 10 bin dolara yükseltilmesini konuşuyoruz. Geçmişte bu 15 bin dolara kadar ulaşmıştı.”
TALAT: MÜDAHALE HİÇBİR ALANDA BAŞARILI DEĞİL
Mehmet Ali Talat adanın sol siyasetindeki önemli isimlerden biri. ODTÜ’lü. Solcu Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin genel başkanlığını, bakanlık, başbakan yardımcılığı, başbakanlık yaptı. 17 Nisan 2005’te yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini 1. Turda yüzde 55 oyla kazanarak, KKTC’nin Denktaş’tan sonraki 2. Cumhurbaşkanı oldu. 18 Nisan 2010 tarihinde yapılan seçimlerde ise oyların yüzde 43’ünü alarak cumhurbaşkanlığını Derviş Eroğlu’na devretti.
Talat da, Türkiye’nin 20 Temmuz 1974’deki askeri harekatı Kıbrıs’a bozulan anayasal düzeni yeniden kurmak gerekçesiyle Garanti ve İttifak anlaşmasına dayanarak yaptığını vurguluyor ama hemen ardından “o günden bu güne bakıldığında müdahalenin hiçbir alanda başarıya ulaşmadığının çok net görüleceğini” ekliyor. Talat, müdahaleyle Kıbrıs’ın ikiye bölünerek Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum’ların ayrı bölgelerden ayrı siyasi, ekonomik yapılar olarak 50 yıldır yaşamlarını sürdürdüğünü, aradan geçen 50 yılda KKTC’nin siyasi, ekonomik ve toplumsal olarak geriye gittiğini söylüyor. “50 yıllık süre içinde Ada’da pek çok değişiklik oldu. 50 yılın sonunda Kıbrıslıtürkler kendi kendilerini yönetmenin çok uzağına düştü” diyen Talat’a göre, Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünün KKTC’nin uluslararası hukuk sisteminin dışında olması sonucunu yarattığını, bunun da Kıbrıslıtürklere siyasal, ekonomik ve kültürel olarak zarar verdiğini vurguluyor.
Talat’ın KKTC açısından önemli bir gelişme olarak altını çizdiği konulardan biri Türkiye’de “Türk tipi başkanlık sistemi”ne geçilmesi. Özellikle bu rejim değişikliğinden sonra Türkiye’nin açık müdahalesiyle karşı karşıya kaldıklarını ileri sürüyor. KKTC’nin siyasal olarak kötü durumda olduğunun altını çizerek, bugün Türkiye yönetimin ülkedeki tüm siyasal olaylara müdahale edip, kendi istediklerini Cumhurbaşkanı, Başbakan hatta parti başkanı olarak seçtirdiğini söylüyor. Türkiye’nin 50 yıl önce kendisine bağlı uydu bir devletçik yaratmak için askeri hareket düzenlemediğini hatırlatan Talat, “bugün hukuk dışında KKTC kurumlarının tümünün baskı altında olduğunu” ifade ediyor. Türkiye’deki rejim değişikliği öncesinde KKTC’ye bu tür müdahaleler olmadığını ileri süren Talat, “Kararları istişare ediyorduk ama kararları biz alıyorduk” diyor.
“Kıbrıs’ta 50 yıl önce Türkiye’nin adaya askeri harekat düzenlemesinin gerekçesi Kıbrıslıtürklerin dışlandıkları siyasi yönetime yeniden katılmasıydı. 50 yıl sonra bugün, bir başka bağlamda Kıbrıslıtürklerin yine kendi kendisini yönetmekten uzak olduğunu görüyoruz.”
Talat, Kıbrıs’taki çözümsüzlüğün sürmesinin temel sorumlusunun özellikle Annan Planı’na hayır diyen Kıbrısrum tarafı olduğunu vurgularken, “bu olumsuz durumu dünyadan kopuk politikalarla destekleyen şu anki Kıbrıslıtürk yöneticilerinin de çözümsüzlükte payları olduğunu” kaydediyor.
“KKTC’de adrese teslim ihale, kişiye özel, keyfi uygulamalar söz konusu. Müdahaleler sonucu eski bir meclis başkanı ve başbakanı sudan gerekçelerle elleri kelepçeli mahkemeye çıkarıldı. 50 yıl sonraki manzara bu!”
Talat’a göre, bu kötü durumdan ancak KKTC’nin uluslararası hukuk sistemine dahil olacağı bir çözümle kurtulmak mümkün. Bunun için de tüm tarafların kabul edebileceği bir formül zorlanmak gerekiyor. “Olumsuzlukların UBP ve şu anki cumhurbaşkanıyla aşılması mümkün değil. 2025 cumhurbaşkanlığı seçimi bunun için çok önemli. Halkın bu kötü yöneticileri değiştirmesi gerekiyor. Ancak bundan sonra 50 yıl önceki askeri müdahale hedefine ulaşabiliriz.”
DR. İLKSOY ASLIM: ÇÖZÜLMEYECEK 3 SORUN
Dr. İlksoy Aslım, uzmanlık alanı Kıbrıs olan bir akademisyen. Bahçeşehir Kıbrıs Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi. ABD Dış Politikasında Kıbrıs Açmazı (2022) kitabının yazarı.
Dr. Aslım, 20 Temmuz 1974 askeri müdahalesi sonucu adanın yüzde 37’sinin Türkiye’nin kontrolü altına girdiğini, 1983’te de “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” devletinin kurulduğunu anımsatarak; “Aradan geçen 50 yılda sorunun çözümü için iki toplum liderleri arasında ve Birleşmiş Milletler (BM) gözetiminde yapılan görüşmelerde federal devlet temelinde bir çözüm bulunamadı. BM parametreleri federal çözümü öngörürken Türk tarafı konfederal, Rum tarafı da üniter çözümü hedefleyen bir yaklaşım gösterdi. Son üç yıldır Türk tarafı iki devletli bir çözüm önerirken Rum tarafı BM parametrelerinde bir federal çözümü savunur görünüyor. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres durmuş durumda olan toplumlararası görüşmeleri yeniden başlatacak formül arayışını sürdürüyor” diyor.
Dr. Aslım, 2004’ten beri Avrupa Birliği (AB) üyesi olan Kıbrıs Cumhuriyeti’ne Kıbrıslıtürkler’in de AB vatandaşı olarak bireysel haklardan yararlanmak için yakın ilgi gösterdiğini, neredeyse tümünün Kıbrıs Cumhuriyeti (AB) pasaportu aldığını ve sağlık başta olmak üzere bazı hizmetler için adanın güneyine geçtiklerini vurguluyor.
“Ekonomik krizin tüm adayı etkilediği günümüzde yapılan kamuoyu yoklamalarında iki tarafın vatandaşları da federal çözümü ilk tercih olarak belirtirken, liderlerin bu konuda bir uzlaşıya varamadıklarını vurgulamak gerekir. Rum liderliği, AB üyeliğini kendi politikalarını hayata geçirmekte bir araç olarak kullanmaya çalışırken, Türkiye’nin Kuzey’de artan etkinliğini endişeyle karşılamakta ve bu durumu KKTC liderliğinin karar verici olamayacağının bir göstergesi olarak sunmaktadır.”
Dr. Aslım’a göre, Kıbrıs’taki liderler soruna çözüm bulmak yerine mevcut yapıyı korumaya çalışmaktalar. “Kıbrıs sorunu toplumlararası görüşmelerin başladığı 1968 yılından beri çözüm beklemekte ancak tarafların ‘ulusal çıkarları’ ve uluslararası aktörlerin sürecin uzamasından yaşadığı ‘yorgunluk’ nedeniyle bir uzlaşıya ulaşılamamaktadır.”
Dr. Aslım sözlerine noktayı uluslararası ilişkiler literatüründeki bir değerlendirmeyle koyuyor: Kıbrıs sorunu, Keşmir ve Filistin’le birlikte, “çözümlenemeyecek” sorunlardan biridir!
Dilerim liderlerden çok halkların sesinin çıktığı ve herkesin barış diliyle konuştuğu bir başka dünya kurulur ve “çözümlenemeyecek” hiçbir sorun kalmaz!