Siyasal iletişim kitaplarımda adımın altına “bir dost” ibaresi koyuyorum. Bir trol gibi değil, bir dost gibi; yıkmak için değil yapmak için öneriler getiriyorum. Bu yazıyı da faydası olabilir umuduyla dostça yazıyorum. Türkiye’de benim “siyasetsiz seçmen” dediğim bir seçmen kitlesi var. Toplam oyun %25-30’u bu tip seçmenlerden oluşuyor. Bu seçmen siyasetsiz ama kararsız değil, 2002’den beri (2019 yerel seçimi hariç) neredeyse tamamı kararlı biçimde AKP’ye oy veriyor. Öte yandan “Erdoğan fanatiği”, “Koşulsuz AKP hayranı” da değiller. Nasıl ki CHP seçmeninin önemli bölümü “Şeriatçı AKP gitsin” diye CHP’ye oy veriyorsa, siyasetsiz seçmen de “Beceriksiz CHP gelmesin” diye AKP’ye oy veriyor.

Siyasetsiz seçmen çoğunlukla kentlerde yaşayan, köyden (veya kasabadan) kente veya metropollere taşınmış birinci, ikinci veya üçüncü nesil göçmenler. Kentte yaşıyorlar ama tam anlamıyla kentli sayılmazlar, özellikle ilk nesil altmış yıldır İstanbul’da yaşayıp, hala “Ben Sivaslıyım” diyenler. Üçüncü nesilde bu aidiyet silikleşiyor, üçüncü neslin çoğu kendini yaşadığı büyük kente ait hissediyor. Bu his arttıkça kökeni hemşericilik derneklerine dayalı AKP’nin altındaki halı çekiliyor ve doğru söylem duyarsa kararını değiştirebilecek AKP’li seçmen sayısı artıyor. AKP aslında “siyasetsiz seçmenlerle” bir koalisyon partisi. Erdoğan’ın en büyük hüneri, siyasetsiz seçmenleri partisinde tutabilmek. Erdoğan olmasa bu seçmen kitlesi orta sağ partilere, hatta kendilerince doğru sözleri bulurlarsa sol partilere oy verebilirler; tıpkı Özal öldükten sonra tüm doksanlı yıllar boyunca yaptıkları gibi.

Muhalifler AKP’yi, AKP’ye oy veren yüzde 50’lik seçmenden oy alarak yenebilirler. AKP’den gelecek her oy, farkı iki oy kadar açıyor. Bu nedenle Altılı Masa’da herkesin tek hedefi olmalı: “AKP’den oy getirmek”. Bunu başarabilirler mi? 2019 yerel seçiminde yüzden fazla il ve ilçe iktidardan muhalefete geçti. Demek ki o kentlerdeki bir kısım seçmen CHP’nin ülke genelindeki tonu ve adayların uyumlu kampanyalarından etkilenerek o güne dek oy verdiği AKP’ye oy vermekten vazgeçti.

Sonra bu durumlar pek analiz edilmeden (veya yanlış analiz edilerek) bugünlere geldik ve ortaya bir “masa” düştü. “Masa” altılı değil, “beş artı birli” masa olsaydı; yani diğer küçük muhafazakar partiler İyi Parti şemsiyesi altında birleşip, CHP ile masaya otursalardı kafamız da daha net olacaktı, seçim sonuçları da. Bu her nedense olmadı. İyi Parti mi yetersiz davrandı, diğer partiler (Özellikle Deva Partisi) mi gereğinden fazla nazlandı, bilmiyorum. Ali Babacan, siyasetsiz seçmen için çok şey ifade ediyor. Biz BirGün okurları böyle düşünmesek de, siyasetsiz seçmenler “anlaşılmaz” ekonomiyi en iyi anlayan kişi olarak Babacan’ı görüyor... Ama Babacan, tek başına bir oyuncu. Onun bir takıma ihtiyacı var ve bu takım sadece İyi Parti olabilir. Babacan transfer edilse, İyi Parti de lig birincisi olabilir. Her şey (neredeyse) bu kadar basitken, (belki de en tehlikesiz yol olduğu için) naif bir “Z Kuşağı” methiyeciliğinden başka bir şey yapmayan İyi Parti, “altılı masa” icad edildiğinden beri mum gibi eriyor ve daha da eriyecek gibi.

Öyle görünüyor ki masanın beşlisi bir araya gelemediği için Kılıçdaroğlu adaylığını rahatça ilan edecek. Bu durumu Akşener’dan başka sadece güçlü bir kamuoyu baskısı değiştirebilir ama böyle bir esinti bile yok. Kılıçdaroğlu aday olacak mı olmayacak mı tartışması pek yakında anlamını yitirecek ve geriye bir tek soru kalacak: Kılıçdaroğlu seçimi kazanabilecek mi?

Kılıçdaroğlu’nun kazanmasını isterim ama benim oyumun ne matematiksel ne de temsili önemi var. Önemli olan oy kararını değiştirebilecek AKP seçmeninin, yani “siyasetsiz seçmen”in kararı. Kılıçdaroğlu sadece iki puan AKP seçmenini ikna etse ihtiyacı olan kritik dört puanı almış olacak. Buna en yakın durum, (her nedense olağanüstü bir başarısızlık diye yaftalanan) 2014 seçiminde olmuştu. Ekmeleddin İhsanoğlu CHP’nin dörtte birini, MHP’nin yarısını ikna edememiş ama şaşırtıcı biçimde AKP seçmeninden oy almıştı. Sadece 750 bin AKP seçmeni daha kararını değiştirse tek bir miting yapmayan, yaşlı ve tanınmamış bir insan Erdoğan karşısında ikinci tura kalacaktı. Yani “Muharrem”i geçmek kolay, zor olan Ekmeleddin’i geçebilmek... Kılıçdaroğlu cebindeki CHP oyuna, İhsanoğlu’nun AKP seçmeninden aldığı oyu ekleyebilirse seçim ikinci tura kalır. Seçim ikinci tura kalırsa Erdoğan büyük ihtimalle kaybeder. (Bunun gerekçeleri başka bir yazı konusu)

Kılıçdaroğlu, geçmişte İhsanoğlu’nun (ve belediye başkanlarının) aldığı gibi AKP içindeki siyasetsiz seçmenden oy alabilecek mi? Bu soruyu şöyle de sorabilirdim: Kurallara sımsıkı bağlı bir devlet memuru, mahallesindeki esnafla nasıl iletişim kurar? Memur kuşkuyla inceleyerek seçtiği domatesleri satın alıp evine giderken, arkadan ona bakan manav ne düşünür?

Kılıçdaroğlu 2001 yılında Sabiha Gökçen Havaalanı için konuşuyor: “Uçağın inmediği bir yere havaalanı yapmak, Tuz Gölü’ne alabalık tesisi yapmak demek. Milyon dolarları boş yere harcadılar.” Aslında bu sözlerin bağlamı farklı ama yandaş medyada sürekli tekrarlanan kısımdan siyasetsiz seçmene giden mesaj değişmiyor... Acaba Kılıçdaroğlu hala böyle mi düşünüyor? Havaalanı bir yana, köprü, tünel, hastane vb dev inşaat projeleriyle ilgili olumlu sözleri var mı? Yoksa bu konuları İnönü ve Ecevit çizgisinde mi yorumluyor? Demir ağlar örmek ve milli burjuvaziyi yaratmakla övünen bir parti, neden yatırımlar karşısında eko anarşist bir örgüt gibi tavır alır? “Merkez Türkiye” neden unutuldu? Siyasetsiz seçmen merak ediyor: “Kılıçdaroğlu gelirse taş taş üstüne koyacak mı? Bu yollar, köprüler filan hep ‘laga luga’ mı? Ekonominin “dönmesi” için yatırım yapmak, dış ilişkilerde pazarlıkçı olmak ve biraz da hayal satmak şart değil mi?” Kılıçdaroğlu’nun “adalet”, “dürüstlük”, “güçlendirilmiş parlamenter sistem” gibi söylemleri, gırtlağına kadar borca batmış siyasetsiz seçmen için ne ifade ediyor?

Siyasetsiz seçmeni tanımazsınız, onu üzerine giydiği giysilerle tanımlarsınız: Sağcı, dinci, gerici der, onu bırakır giysilerini muhatap alırsınız. Oysa bu insanlar o giysileri çıplak kalmamak için giyiyordur sadece. Siyasetsiz seçmeni tanırsanız, hep daha fazla büyümek ve düşmemek için durmamak mitlerine ister istemez bağlanmış; “Biri bu düzeni bozarsa aç kalırız” diye korkan, kimse onun bu korkularını ciddiye almadığı için seçim zamanı dönüp dolaşıp yine AKP’ye oy veren kendi içinde mantıklı bir insan görürsünüz.

Parlamenter sistemin müzmin muhalifleri; başarı ne A takımları, ne Z kuşaklarıyla gelecek. Kırk yıllık manavınız zannettiğiniz gibi bir üçkağıtçı olmadığını size anlatmak istiyor, bir kez olsun onu dinlemeye var mısınız?