‘‘Kim o’’
İş dünyasının basamaklarını tırmanmanın yollarını öğreten el kitapçıkları hep aynı şeyi önerir. Başarıya ulaşmak
İş dünyasının basamaklarını tırmanmanın yollarını öğreten el kitapçıkları hep aynı şeyi önerir.
Başarıya ulaşmak için tüm ahlak kurallarını hedefe giden yolda devşir. Ahlaksızlığın hapı işte budur. Kişisel yetenek ve zekâlarını kapitalist verilere göre satmak, satarken kendini pazarlamak, pazarlarken çevrede ki herkesi araç olarak kullanmak, mekanikleşmiş bir duygu anaforu içinde hayat buluyor.
Kendini ‘‘sağlam’’ bir kazığa bağlamanın yollarını arayan bu karakterlerin en büyük özelliği ise, yine kendilerini herkesten akıllı saymalarıdır. Herkesten akıllı olduğunu düşünme hali aslında bir korkunun sonucudur; kaybetme korkusu.
Beyaz Yaka’nın dünyasında genel anlamda dostluklar hiçbir zaman kalıcı değildir. Bu dünya içinde olan herkes bilir ki ‘‘ayıya köprüyü gecene kadar dayı demek’’ bir mecburiyettir ve dayı ile ayı arasındaki ilişik ilişkiler dostlukların ana çerçevesidir. Acımasız olmayı öğrenmek için yapmanız gereken ilk şey, vicdanınızı ve tüm insani değerlerinizi kapının önüne koyarak tekmelemektir. Bunu bir kere yaparsanız her zaman yaparsınız. Çünkü ‘başarı’nın olmazsa olmazı kendin dâhil her şeyi her an satabilmektir ve bu kolay bir iş değildir.
Kendi içinde çift kişilikli bir dünya oluşturan ve onunla yaşamaya zamanla alışan yeni insan türünün en bariz örnekleri özellikle de iş hayatında bolca mevcuttur. Yapmak zorunda olduğu ile olmak istediği arasında bir erozyondur yaşanan. Kapıya koyup tekmelediğiniz tüm değerleriniz, ara ara kapıyı çalmaktadır ve siz ‘‘kim o’’ deme cesaretinizi çoktan kaybetmişsinizdir. İşte bu durumlarda aynı iş yerinde çalışanların birbirlerini şaşırtan davranış biçimlerine şahit olursunuz. ‘Tanımlanamayan bir cisim’ gibi gözüken bu ruh hali aslında hiç kimsenin birbirini tanıyabilecek kadar veriyi sunmamasından kaynaklanır.
Kendini ele vermemek bir kuraldır.
Çevresindekilere görmek istedikleri kadarını gösterir. İç huzursuzluklarını, bencilliklerini, hırslarını yeri ve zamanı geldiğinde arkadaşlarını harcamak için tetikte bekleterek geçirir ve böylece ayağını kaydıracak, kuyusunu kazacak kadar iç bilgiye sahip olunur. Arkadaşlık sırları, en masum paylaşımlar bir anda iç pazara gizlice sunularak, kendisine tehlike olabileceğini düşündüğü eski arkadaşları bertaraf edilir. Oyunu kuran da kendisi, teselli veren de kendisi olacaktır… Koynumda yılan beslemişim demeye bile vaktiniz olmayacaktır… Yılan sokmuş, zehrini akıtmış ve yanı başınızda ‘‘Nasıl olur hay allah’’ diyerek çoktan tıslamaktadır.
İçi kapitalist dünyanın değerleriyle doldurulmuş bir posttur üzerimize geçirilen. Ezilmemek için ez, yükselmek için sat, daha çok kazanmak için yok et, kendi bacağından asılmamak için başkalarını as, hep yedek bir masken olsun, göründüğün gibi olma, olmadığın gibi görün… O dünyanın içinde kimse kendisi gibi kalamaz. Kalmaya çalışanlar ise hep bir ayrık otudur ve ötekilerine geçmişlerini hatırlatan bir ayna gibidirler. İş dünyasında en korkulan şey bu aynaların ortam dışı varlıkları ile sürekli karşılarına çıkmalarıdır. Onlar istenmeyenlerdir. Sistemin uyumsuz, aykırı olanlarıdırlar. En çok eleştirilenler de onlardır. Göze batan duruşları rahatsız edici ve kışkırtıcıdır. Hesapsız oluşları hesaplı olanların hesabını ters yüz ettiğinden mutlaka ya uzaklaştırılmalı ya da burnu sürtüleceklerin listesine konulmalıdır. İşte bu noktada kötülük kolektifleşir ve harekete geçer… Sisteme uyumlu olanlar kendi aralarında ki it dalaşını kısa bir süreliğine bir kenara bırakıp, tek hedefe yönelirler. Bu, kötülüğün ortak ruhsal birlikteliğidir. Kapı arkaları, özel yemek masaları, kelime oyunlarına gizlenmiş akıl hocalığı, telefon görüşmeleri ve mesajlar gizli gizli işlemeye başlar. Kötülüğün aklının bir olduğuna bilenler bir anda en iyi kankalar oluverirler. Ama hiçbir zaman birbirlerine güvenmezler. Güvensizlik duygusu onları hep tetikte tutar ve tahmini tüm olasılıkları hesaplayıp durmaktan uykuları kaçar.
İnsanı ince ince işleyerek ruhunu ve tüm değerlerini ele geçiren sistemin, tüm topluma dayattığı ahlak budur. Sanattan, iş dünyasına, dostluklardan, aileye kadar bu ruhu hep canlı tutmaları gerekiyor. Bu ahlak biçimi gıdasını tüketimden alıyor. Bunun tek yolu ise sisteme uyumlu zombileri çoğaltmaktan ve onları yönetecek sistem kadrolarını sürekli kapitalist değerlerle aşılamaktan geçiyor. Sanırım bu aşının panzehiri içimizde saklı. Kapıyı çalan gerçek değerlerimize ‘‘Kim o’’ diyebilecek cesareti gösterebildiğimizde ve kapıyı açabildiğimizde dünyanın daha güzel olabilmesi için bir adım atmış olacağız ve çoğalacağız.