İçinizden bir ses itiraz etmeniz gerektiğini söylüyor ama hemen onun arkasından başka (ve muhtemelen daha kuvvetli) bir ses başınızı belaya sokmamanız konusunda uyarıyor. Ne yapacaksınız?

Kim özgür olmak ister?

Doğan Kökdemir

Wachowski kardeşler, 1999 yılında bizi, serinin ilk filmi, The Matrix ile tanıştırdığında kendimizi garip ve tekinsiz bir dünyanın içinde bulduk. Daha filmin hemen başlarında, kahramanımız Neo, Morpheus’un kendisine uzattığı kırmızı ve mavi renkli iki haptan birisini seçmek zorundaydı. Morpheus’un iddia ettiğine göre eğer Neo kırmızı hapı alırsa, gerçek dünyanın kapıları ona açılacak ve onlarca yıl süren sanal dünyadan uyanacaktı; eğer buna cesareti yoksa tabii ki mavi hapı yutup hayatına bir önceki günden farkını hissetmeden devam edebilirdi. Neo, kırmızı hapı seçti; aksini yapsa tahminen sinema tarihinin en kısa filmlerinden birisi olurdu.


The Matrix (1999), The Matrix Reloaded (2003), The Matrix Revolutions (2003) ve son olarak The Matrix Resurrections (2021) sinema filmlerinin ortak noktası hep özgürlük ve kontrol oldu. Üstelik buradaki özgürlük tanımı oldukça varoluşsal bir tanım içeriyor. Biz, günlük yaşamımızda özgürlüğün biraz daha romantik kısmıyla ilgileniyor olabiliriz. Özgürlük denildiğinde aklımıza, istediklerimizi yapmak, istediklerimizi yemek içmek, istediğimiz gibi giyinmek, istediğimiz yerde istediğimiz saat, istediğimiz kadar dolaşmak gibi özgürlükler günlük hayattaki özgürlük tanımımızın içinde var. Kuşkusuz, bu özellikler özgürlük kavramının dışında değiller. Ancak varoluşsal bir özgürlük kavramının peşinde olduğumuzda bu sefer karşımıza yaman bir kavram çıkıyor: Sorumluluk alma.

Şöyle düşünelim: Ne zamandır hiç roman okumadınız ve bugünlerde kendinizi biraz daha edebiyat dünyasının içine bırakmak istiyorsunuz. Alacağınız kitap için sanal ya da gerçek bir kitapçı doğal olarak ilk ihtiyacınız olan şey. Kitapçınız ne kadar zengin bir koleksiyona sahipse, yani size ne kadar çok seçenek sunuyorsa, seçim yapacağınız havuz da o kadar büyüyecektir. Gotik romanlardan, Fransız edebiyatına; bilim-kurgudan korku öykülerine kadar yüzlerce, belki de binlerce seçenek arasından birisini seçebilirsiniz. Hangisini seçeceğiniz konusunda özgürsünüz. Bu nedenle seçeneklerin çok olması sizin için gerçekten çok büyük bir avantaj. Özgürlük orada bitseydi; daha açık bir ifadeyle seçiminiz, seçim yaptığınız anda mutlak bir doğruya dönüşebilseydi harika olurdu. Ancak maalesef durum pek öyle değil. Seçtiğiniz kitap, onu seçtikten sonra artık sizin sorumluluğunuzda olan bir eylemin parçası; çok beğenebilirsiniz, kitaptan o kadar sıkılabilirsiniz ki yarım bırakabilirsiniz, ya da olur ya, bir anda size o kadar itici gelir ki, aylarca elinizi dokunmadan odanızdaki masanın üzerinde tozlanmaya terk edebilirsiniz. Yaşayacağınız her şeyi, o anı ve o andan sonrasını kendi seçiminizle (özgürlüğünüzle) belirlediniz ve artık takip eden olumlu ya da olumsuz, iyi ya da kötü her şeyin sorumluluğu (sadece) size ait.

Örneği biraz daha yaşamsal yapalım. Zihninizdeki uçuşan fikirlerin, duygularınızın, kültürel dünya görüşünüzün, ahlâk ve erdem anlayışınızın toplumdaki norm olan değerlerin dışında olduğunu varsayın. Kalabalıklar sizin gibi düşünmüyor, görmüyor olsun. Baktığınız yerden toplumun uçuruma doğru gittiğini hissediyorsunuz; bu hissinizin en azından kendi yöntemleriniz açısından sağlam kanıtları da olduğunu düşünün. İçinizden bir ses itiraz etmeniz gerektiğini söylüyor ama hemen onun arkasından başka (ve muhtemelen daha kuvvetli) bir ses başınızı belaya sokmamanız konusunda uyarıyor. Ne yapacaksınız?
Varoluşsal özgürlük bu soruya vereceğiniz cevabın en az iki alternatif arasından seçilmesi demek. Sessiz kalmak ya da itiraz etmek. Her ikisi de olabilir; hangisinin iyi olduğunu tartışmanın özgürlük açısından bir önemi yok. “Sessiz kalmamalıyız, itiraz etmeliyiz” demek gibi bir lükse de sahip değiliz. Ancak, seçimimiz hangisi olursa olsun bunun sorumluluğunu da almak zorundayız. Bu ‘bizim’ seçimimiz. Yaptığımız seçimin sonunda başka ve güçlü olan birileri bizim canımızı yakabilir, hatta hayatımızı tehlikeye de atmış olabiliriz. Bunun önemi yok. Sonrasında olanları kontrol edemeyeceğiz ancak yapacağımız seçimin kontrolü tamamen ve tamamen bize ait.

Kırmızı ya da mavi hap. Hangisini içtiğiniz değil, içme eylemine sizin karar verip vermediğiniz önemlidir.