Kim sökecek yüreğimizdeki bu acıyı*
Eğer dünya harikulade bir yerse orada şiir vardır. Eğer kötülüklerle kuşatılmışsa yine şiir vardır. İlkinde hayallerle buluşur, ikincisinde zalimlerle çarpışır. Şiir linçe, katliamlara dur der. Katliamcıların yakasına yapışır.
Özgün E. Bulut - Şair
Kusursuz bir cümle kurmak istersem, o cümlenin en fiyakalı sözcüğü şiir olurdu. Çünkü şiir kendimizi aradığımız şu belalı zaman içinde, ruhumuza eşlik eden, başını omzumuza koyan bir yol arkadaşıdır. Daha da ötesi, sırların yüklendiği, güven duyulan bir ortaktır. “Dolanıp duran ruhlarımızın aradığı ne” der ya Seferis. İşte dolanıp duran ruhlarımızın aradığı sabah yıldızıdır, yaraya sürülen yağdır, gökyüzünün engin maviliğindeki dinginliktir, buğday tarlalarındaki başaklardır, rüzgârın gizemli sesidir, içimizde hep diri olan yaratıcı ışıktır, canın canda olmasıdır.
Beni şiire getiren çok şey var. Öncelikle bir şairim ben. Şiir benim en büyük yaşanmışlığım. En garip aşk biçimim. Niye buralara geldim. Elbette yine şiirle. Şiir elimden tuttu ve beni Nobel alan şairlerin dizelerine getirdi. Yorgo Seferis, Pablo Neruda, Rabindranath Tagore, Octavio Paz, Wole Soyinka, Odisseus Elitis, Vicente Aleixandre, Saint John Perse, Salvatore Quasimodo, Boris Pesternak, William Butler Yeats, Hermann Hesse, Thomas Stearns Eliot, Juan Ramon Jimenez... Liste uzun. Ben kitaplığıma konuk olanları seçtim. Tadımlık bir liste demek daha doğru sanırım. Roman, deneme ve oyun yazarı olup şiirleri olanlar da var. Gerhart Hauptmann, Knut Hamsun, Ernest Hemingway, İvo Andriç, William Faulkner, Samuel Beckett bunlardandır.
Şiir, insanlık tarihinin en kusursuz, en amansız yolculuğuna çıkan yolcusu olarak bilinmelidir. Çünkü yazıyla birlikte şiiri görürüz. Tüm destanların dili şiirseldir ve şairlerdir tarihin tanıkları. Şairlerin o büyüleyici dizelerinden çoğu şeyi okuruz. Geçmişten bugüne kadar gelebilmiş ne çok örnek vardır. Çoğu destan diye geçer, oysa şiirdir.
Şairlerin yaşamı çile doludur. Tutuklanmış, sürgüne gönderilmiş, kendileri sürgünü seçmek zorunda kalmış, ağır işkenceler görmüş, derisi yüzülmüştür. İşte şiiri güçlü kılan şairlerin bu boyun eğmeyen tavırlarıdır. Faşizme kafa tutmuş, cephelerde yer almış, direnişin en görkemli dizelerini yazmışlardır. Bugün insanlık hâlâ teslim olmamışsa bunda şiirin önemli bir payının olduğunu düşünenlerdenim. Ülkemizin ’70’li ve ’80’li yıllarına uzanalım. O kâbus günlerinin en sevilen ve ezbere okunan başkaldırısıydı şiir. İnsanlara direnç ve güç veriyordu. Yıkıma karşı büyük bir umut aşılıyordu. Şimdilerde peki? Şiir yine var. Şiir yine seviliyor. Biraz kendi içine kapandı sadece. Ancak zulüm devam ettikçe, sömürü katmerleştikçe, zalim zorbalığını sürdürdükçe, şiir geleneksel direniş çizgisinde ısrar etmeye devam edecek, herkes için duyan ve herkes için söyleyen olacaktır.
O halde yine Seferis’le başlamalı. “Hepimiz aynı şeyleri yazıyoruz sana / ve susuyor ötekinin karşısında her birimiz / bakarak herkes kendi adına o aynı dünyaya / karanlığa, sıradağlardaki ışığa / ve sana. / Kim sökecek yüreğimizden bu acıyı!” Şiir yola çıkmıştır bir kez. Artık onu durdurmak mümkün değildir. Özgürlük yürüyüşüdür, direnişin sesidir, adalet arayıcısıdır, aşkın tanığıdır. “Sevdalım, senin için söyledim türküsünü deniz ve gün akıntılarının / ve benim sandalcı türkümdeki ay uyukluyordu suda.” Neruda ayı uyandırıp, serüvencilerin koynuna koyup, devam ediyordu şiire. “Senin âşık olunası gözlerin hep benimle yolculuklar dünyasında / yüreğimde kendi mis kokan halkını yaratan gülü, / sana söyledim de / Serüvencilerin ve kahramanların andacına bırakıyorum seni / dünyanın yıldırımı ve yıldırımın gücü yoldaşlık ediyor benim öpücüklerime.”
Eray Canberk’in hazırladığı Nobel’li Şairler Antolojisi’dir bu yazının ilham kaynağı. Şiir ve ödül aslında çok şık durmasa da kitapta yer alan şairler ve şiirleri zaten kıymetli. Çoğu dünya edebiyatına önemli katkılar sunmuş ve şiirleri dünyanın dört bir yanında biliniyor. Yani Nobel almaları ne onları büyük kılıyor ne de küçük. İçlerinde ödülü reddedenler de var. Sovyet şair Boris Pasternak bu ödülü almamıştır. Yine Jean Paul Sartre ödülü reddetmiştir. Pasternak ödül olmasa da büyük şairdir. Sartre ödül olmasa da büyük bir yazar ve düşünürdür. Ödül onların var olma biçimini etkilememiştir. Hatta Sartre’nin tavrı büyük bir saygıyla karşılanmıştır. Çünkü uğruna mücadele ettiği bazı değerler vardır. Cezayir’deki savaşta taraftır. Fransız Komünist Partisi mensubudur ve büyük bir mücadele yürütmüştür. İşte ödül o dönemde verilseydi anlamı farklı olacaktı. Bu ve başka gerekçelerle kabul etmemiştir. Muhalifi olduğu De Gaulle tarafından söylenen; “Sartre Fransa’dır” sözü Sartre’yi anlamaya yetmektedir. Russel Mahkemesi’ne başkanlık etmesi onu Sartre yapmaktadır zaten. Türkiye’den de TİP başkanı Mehmet Ali Aybar’ın katıldığı mahkeme ABD’nin Vietnem’da işlediği savaş suçlarını mahkûm etmiştir.
Eğer dünya harikulade bir yerse orada şiir vardır. Eğer kötülüklerle kuşatılmışsa yine şiir vardır. İlkinde hayallerle buluşur, ikincisinde zalimlerle çarpışır. Şiir linçe, katliamlara dur der. Katliamcıların yakasına yapışır. İşte İrlanda’nın büyük şairi William Butler Yeats. Yeats, 1916 Paskalya ayaklanmasının dizelerini yazdığı için Yeats olmuştur. “Biliyoruz düşlerini. Bilmek / Yeter düş kurup öldüklerini; / Ya aşırı sevgiden / Çıldırıp öldülerse? / Yazıyorum şiirimde / McDonagh ile MacBride / Sonra Connolly ile Pearse / Hem bugün, hem gelecek günlerde, Yeşil giyilen her yerde, / Değişti, her şey değişti kökten: / Korkunç bir güzellik doğdu.”
Şiir koşmaya devam ediyor. İnsanların şiire ihtiyacı var. Şiir onların çığlığı olmaya ve evlerinde bulunan enstrümanları akort etmeye devam edecektir. Sokaklardaki ses şiirden dökülen notalar olarak hayatı kucaklayacaktır. Şiir hayatın ve aşkın soluğudur çünkü.
* Yorgo Seferis’in şiirinden alınmıştır. Bu yazıdaki şiirler Eray Canberk’in hazırladığı, Oğlak Yayıncılık’tan çıkan Nobel’li Şairler Antolojisi’ndendir.