Aylar öncesinden, hattâ birkaç yıldır gerek siyaset yapılan mahfillerde gerekse halk arasında konuşulan o "meş’um" senaryo yeniden tedavüle girmiş durumda. Son birkaç haftadır artık iyice "gidici" olduğunu hisseden ve hissettiren iktidar, 14 Mayıs için son düzlüğe girdiğimiz şu günlerde mâlûm ürkütücü senaryoyu, üstelik hiç de sıkılmadan yeniden gündeme getirdi.

Bunu sıkça kullandıkları şu (mealen) "Muhalefet kazandığı takdirde, biz bunu bir darbe olarak kabul ederiz" ifadelerinden anlıyoruz.

Üstelik de daha önceki pek çok darbenin arkasında olduğuna inanılan "Dış güçlerin desteği" söylemine başvurarak, bu korkunç iddialarına bir "Milliyetçi - vatansever kılıf" giydirmeye çalışıyorlar.

Bazı şeylerin "şuyuu vukuundan beterdir" derler ya... Hem öyledir hem de bazı şeyleri belli bir aşamada "açıkça konuşmak ve hazırlıklı olmak", yokmuş gibi davranmaktan ve konuşmamayı tercih ederek kendi aramızda mırıldanmaktan daha iyidir.

***

Demek istediğim şu ki, artık seçmenden oy isteyebilmek için "uçak, tank, gemi, füze, roket vb." birkaç askeri araç gereç yatırımı, her seçimde kabak tadı veren "gaz, petrol kuyusu müjdesi" gibi şeyler haricinde hiçbir kozu kalmayan AKP iktidarı, son çare olarak "sopa göstermeyi" tercih etmiş gibi görünüyor. Bu bağlamda, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’dan başlayarak, Saray danışmanı Mehmet Uçum ile devam ederek, pek çok "iktidar ağzı" bu "darbe senaryosunu" açık açık dillendirmeye başladı.

Bu amaçla FETÖ’den PKK’ye her türlü mel’un terör örgütünü de malzeme yapmaktan çekinmiyorlar.

Hattâ İstanbul’da milletvekili adaylığı kampanyasını yasadışı bir şekilde "İçişleri Bakanı şapkası" ile sürdürmekten çekinmeyen Soylu, "15 Temmuz’da yarım kalan bir hikayeden" söz ediyor. Daha önce de başka AKP’lilerin telaffuz ettiği şu meşhur (mealen) "O zaman pek can yakmadık. Bu sefer kimsenin gözünün yaşına bakmayacağız" yollu tehditler, açıkça "şiddete başvurmaktan" söz eden demokrasi dışı beyanlardır.

Zaten sandık güvenliği konusunda endişe verici bazı işaretler verecek bir şekilde "İçişleri Bakanlığı’nın adeta YSK’yi by pass ederek, sayım ve tasnif işini kendi eline almaya dönük arzusu, bu amaçla bir sistem kurulduğu" haberleri o akşama dair endişe verici sinyallerden bir başkasıdır. Her ne kadar YSK bu konudaki girişimlere bir set çekmiş görünse de, fiilen elinde devletin silahlı gücünü (polis, jandarma, asker) bulunduran iktidar, niyetini açığa vurmuştur.

Şunu mu demek istemektedirler?

"Biz, sonuçların kendi lehimize çıkması için devletin elindeki kolluk gücünü kullanmaktan çekinmeyeceğiz. Ola ki tersi bir sonuç çıkarsa da maraza çıkarmaktan çekinmeyiz..."

Bununla amaçlanan da belki de Cumhuriyet tarihimizin bu belki de en kritik seçiminde insanlar üzerinde bir korku iklimi oluşturup "Aman abi, başıma bir şey gelmesin" diye oy kullanmak ya da sayımda hazır bulunmaktan çekinip sandıktan uzak durması mıdır?

Yani "meydanın boş kalmasını" mı amaçlamaktadırlar?

Öyle ya "15 Temmuz gecesi darbecilere nasıl davrandıysak, bu sefer daha acımasız oluruz" yollu tehditlerin belli ölçekte etkili olması bile önemli bir kazanımdır iktidar açısından.

***

Mesele ve önümüzdeki görev bu demokrasi dışı, bu buram buram faşizm kokan niyetleri ve muhtemel hazırlıkları boşa çıkarmaktır.

Bütün siyasi parti ve sivil örgütlenmelerin var güçleriyle bu oyunu bozmak ve faşizmin üzerine üzerine yürümek amacıyla 14 Mayıs günü hiçbir korkuya kapılmadan sandığa ve oylarına sahip çıkması artık çok daha önemli hale gelmiştir.

Halkın sandık başlarına var gücü ile gidip oy kullanma ve sayım işlemlerini "kitlesel" olarak takip etmesi, hiçbir tehdit ve "sopa göstermeye" pabuç bırakmaması, kara propagandaya inanmadan güvenilir kaynakların vediği bilgilere itibar etmesi, resmi kanallardan yayılabilecek "korkutucu - sindirici" tebliğler karşısında boyun eğmemesi çok önemlidir.

Özellikle sayım esnasında Seçim Kanunu gereği tüm vatandaşların izleyebilme hakkına sonuna kadar ve kayıtsız koşulsuz sahip çıkması hayati önem taşımaktadır. Devletin güvenlik kuvvetlerinin yasa hükmünü çiğneyerek halkı oralardan uzaklaştırma çabalarına karşı da kararlılıkla direnilmelidir.

Unutmayın, "Gizli oy gizli tasnif" sisteminin "Açık oy gizli tasnif"ten yani totaliter rejimlerdeki göstermelik seçimlerden hiçbir farkı yoktur. O yüzden İstanbul’un, Ankara’nın vs. en orta yerinden kırsalın en ücra köşesine kadar", sayım ve tasnifin şeffaf yapılabilmesini sağlayabilmenin tek yolu, "evimizde oturmamak, sandıklara kitlesel olarak sahip çıkmaktır."

O gün evde kalmak ve "ayaklarımızı uzatarak, yuvamızın konforunda seçimi oturma odamızda izlemek lüksüne" sahip değiliz.

Bunu asla unutmamalı.

Faşizmin kirli, çirkin, aşağılık oyunlarını ancak kol kola girmiş kitleler bozabilir.

Bunun için de o gün alanda - sandık başında - müteyakkız olunmalıdır.

Korkudan öte zaaf, ölümden öte köy yoktur.

Aksi takdirde kaybedeceklerimizin neler olduğunu anlatmak zaten gereksizdir.

Bugünün Türkiyesi’ni belki de 10’la çarpın, ne demek istediğim anlaşılır.