Kısa ama gergin yolculuklar
Kuşkusuz her birimizin hayatında birden çok 'taksici hikâyesi' vardır. Genellikle konuşkan, hızla asabileşmeye müsait, her daim müziksever, memleket meseleleri konusunda 'uzman' ve radikal çözümlere yatkın bu meslek grubu ile yıldızımın barıştığını pek söyleyemeyeceğim.
Taksiye binmem gerektiğinde ilk kaygım, acaba gideceğim yeri beğenecek mi, oluyor. Acilen Gayrettepe'den Beşiktaş'a inmem gerekse, korkuyla kaldırıyorum elimi gelen taksiye... (Tersi de vakidir; sözgelimi havaalanına gideceksem gayet kendimden emin ve adeta gururla sesleniyorum: "Taksi!")
Kimi şoför arkadaşlar, daha baştan tavrını koyuyor: "Nereye gidecektin abi?" Beğenmezse, ters istikamette bir yer söyleyip basıp gidiyor. Kendimi yeterince cesur hissettiğim günlerde bu soruya hep aynı cevabı veriyorum: "Siz nereye gitmek istiyorsanız!" Tabii ilk anda ezberi bozuluyor, hafif bir tereddütün ardından "anlamadım abi" gibi bir şeyler söylüyor.
"Yo, doğru anladınız. Siz nereye gitmek istiyorsanız ben oraya gideceğim" diyorum.
"Abi kafa bulma bizle... Nereye gideceksin?"
Onun bu şaşkınlığından faydalanıp arka koltuğa süzülüyorum. Bu cesur giriş, muhtemelen kolay bir lokma olmadığım intibaı yaratıyor ki, itirazsız yol alıyor. Ama kendimi her defasında bu kadar cüretkar hissetmediğimi belirtmeliyim.
Taksiciyi gideceğiniz yer konusunda ikna ettiğinizde bu defa karşınıza güzergâh sorunu çıkıyor. İstanbul'da bir yerden bir yere gitmenin envai çeşit yolu var. Tecrübeyle sabittir, taksicilerin en sevdiği güzergâhlar hep uzun olanları. Belki de onlar hakli; İstanbul'da trafiğin en açık olduğu güzergâhlar genellikle iki noktayı birbirine bağlayan en uzun yol oluyor. Doğrusu bu konuda ısrar etmekten imtina ediyorum; çünkü benim seçtiğim güzergâhta trafik sıkıştıysa, yolun kalan bölümü tam bir cehenneme dönüyor. Üç kuruş fazla vermemek için çamura yatan adam sendromu ile o yol bitmek bilmiyor.
Seyahat boyunca başınıza gelebilecek 'hoşluklardan' biri büyük ihtimalle taksicinin radyo tercihi oluyor. Artık benim şansıma mıdır, neredeyse her defasında acayip bir istasyondan acayip bir 'dicey'e denk geliyorum. Kendisine ulaşan mesajları okuyup cevaplıyor.
"Nazan abla programın hiç bitmesin istiyorum, gönlümüzde taht kurdun valla. Bu arada vatani görevini yapmakta olan amcamın oğlu Mustafa'ya selamlar" falan diyor mesaj gönderen; Nazan abla da "Canlarım benim, ne güzel iltifatlar yapıyorsunuz öyle. Tabii bizim işimiz sevgiyi paylaşmak" şeklinde cevaplıyor ve bu böylece sürüp gidiyor. Tamam, bazen siz de şoför beyle birlikte mütebes-sim bir ifade takınıp dinliyorsunuz bu tuhaflığı, ama insanın ruh hali her defasında bu nevi eğlenceye müsait olmuyor. Haliyle yolculuk bir sinir harbine dönüyor.
Bir de sohbet meselesi var. Gün boyu direksiyon sallayan insanlar genellikle konuşmak istiyor, düşüncelerini paylaşmak, mümkünse sizin de fikrinizi almak. Futbol, trafik, televizyon falan neyse de iş memleket meselelerine geldiğinde, milliyetçi/cinsiyetçi bir vasatlıkla karşılaşınca... Nasıl diyeyim, bu konuda biraz eksiğim. Yani taksi şoförlerine laf yetiştiremiyorum. Ya da söze nerden başlayıp nereye bağlamam gerektiğini kestire-miyor, kem küm ediyorum. Bu huyumu bildiğimden genellikle diken üstünde geçiyor yolculuklarım, aman bir mesele açılacak diye...
Taksideyseniz, tedirginlikleriniz bununla bitmiyor. Yolculuğun bir de sonu var, yani ücret ödeme anı. Ya şoförün bozuğu yoksa! Haydi bakalım, elinde para gelip geçen diğer taksilere el sallamalar falan... Bir sıkıntı daha. Tabii insanı dumura uğratan başka durumlar da olmuyor değil. Yol 8 YTL tutmuş, ıo YTL uzatıyorsunuz ve gelen tepki şu: "Bozuk yok muydu kardeş?"
Bilirsiniz, ticari araçlar (taksi, minibüs, otobüs vb) başkalarına yol vermek konusunda ziyadesiyle ketumdur. Geçiş üstünlüğüne sahip olduklarına dair su götürmez bir inançları vardır. Bunu bir tür fantezi olarak yaşayanlar bile var. Bir defasında Barbaros Bulvarı'ndan aşağı taksiyle iniyorum. Kırmızı yandı, yavaşça durduk. O esnada bir yaya bizim taksiyle öndeki aracın arasındaki boşluktan karşıya geçmek için hamle edince, taksici ayağını hafifçe frenden çekip o küçük aralığı kapattı. Adamcağız, şöyle bir baktı, anlaşılan bulaşmak istemedi ve taksinin arkasından dolanıp karşıya geçti.
İster istemez sordum, "Niye yol vermedin?"
"N'apalım abi, bizim de eğlencemiz bu! Heh heh hee!"
İtiraf etmeliyim, bu cevabı beklemiyordum. Ben de gülmüşüm.