"Kitap, kalem, defter bulamazdık!" yalanı
2003’yılından beri her öğretim yılı, ücretsiz dağıtılan ders kitaplarının sayısını ve kamu bütçesine maliyetinin çetelesini tutarım. Yine o tarihten beri şunu sorarım; kişi başı geliri 92 bin dolar olan İsviçre, kâğıt ithal ettiğimiz Almanya, Finlandiya, Çin ve İsveç bir ders kitabını beş öğretim yıl kullanırken Türkiye’de ders kitabı neden bir öğretim yılı sonunda atık kağıt olur?
Öğrenciye verilen kitaplar toplanıp orman ürünleri ihracatçısı olan Finlandiya’da olduğu gibi sonraki yıl geriden gelen sınıfların kullanımına sunulsaydı 2003’ten günümüze aynı kitabı 20 kez değil, dört kez basmış olacaktık. Bu, şu demek; 3 milyar 525 milyon 507 kitap yerine 881 milyon 250 bin 126 kitap basılıp, satın alma bedeli olarak 10 milyar 682 milyon 370 bin Tl. yerine 2 milyar 670 milyon 500 bin lira ödenecekti. Ayrıca 881 bin 250 ton kâğıt tasarruf edilecek, 55 milyon 781 bin çam ağacı kesilmekten kurtulacaktı (2021 yılından itibaren dağıtılan 136 milyon kaynak kitap ve ödenen 2 milyar 720 milyon Tl. bu hesaba dahil değil).
Konumuzu daha somut bir şekilde şöyle izah edebiliriz: Diyelim ki ardışık sınıflarda okuyan iki çocuğunuz var, biri 4. sınıfta diğeri 5. sınıfta olsun; 5. sınıftaki çocuğunuz 6. sınıfa geçtiğinde 4. sınıftaki 5. sınıfa geçmiş olacak. Bu durumda mantıklı olan, 5’e geçen öğrencinin 6’ya, 6’ya geçen öğrencinin de 7. sınıftaki başka bir öğrencinin ders kitabını devralmasıdır. Ama öyle olmuyor, devletimiz her öğrenciye her yıl her kitabı yeniden basıp dağıtıyor. Ve bu 20 yıldır böyle devam ediyor. Oysa dünya böyle yapmıyor; zengin ya da fakir her ülke, transfer yoluyla ders kitaplarının beş yıl süreyle kullanılmasını sağlıyor.
Türkiye neden böyle yapıyor dersiniz: Birçok nedenden birincisi kullan-at yönteminin “bedava” kültürüne sahip kitleye propaganda imkânı sunması; ikincisi, kitapların ihaleyle alınması… Bilirsiniz ihale, rüşvet ve usulsüzlük demektir. Erdoğan iktidarının kullan-at politikasındaki ısrarının bu ve benzer nedenlerini defalarca yazdım. Fakat kamuoyunun ilgisini yeterince çekemedik. Buna karşın Erdoğan “bedava kitap” uygulamasını propaganda malzemesi olarak kullanmaya devam ediyor, etkili de oluyor. 14 Mayıs seçim sürecinde de kullanılacak, “Gençlik Buluşmaları”nın ana konusunu ders kitapları olmasından anlıyoruz bunu.
Sınıfı dersi ve içeriği aynı olan kitapların öğrenci sırasına her yıl taze meyve gibi konmasının yalana başvurmadan ekonomik, çevresel ve ahlaki izahı mümkün değil. Hele hele “Biz çok garip okuduk be, çok fakir okuduk…” diyen birinin bu büyüklükteki savurganlığı propaganda malzemesi yapabilmesi, ancak mimiklerle desteklenen aynı büyüklükteki yalanlarla mümkündür. Erdoğan tam olarak bunu yapıyor, kitabı propaganda malzemesine dönüştürürken gerçeği çarpıtma yoluna gidiyor.
"Biz çok garip okuduk be, çok fakir okuduk. Biz kitaplarımızı, kalemlerimizi, defterlerimizi bulamazdık. Teksir notu nedir bilir misin? Biz kitap olmadığı için o teksir notlarıyla okurduk. O teksir notları da onun makinesi çalışır, bütün o mürekkepler o saman kağıdının üstünde dağılır ve ağabeylerimize 'bize satın' derdik, bize satmazlardı. Zaten kitabı kırtasiyeciden alamazdık. Defter için bir hafta, 10 güne gün verirlerdi ama biz ne yaptık 'biz bu çileyi yeni nesle, Ahmetlere çektirmeyelim' dedik. Okullar açıldığında sıralarınızın üzerinde kitaplarınızı buluyor musunuz kuşe kağıtla? Şimdi yardımcı ders kitaplarını da sıraların üzerine koyduk ama bunun hassasiyetini, bunun inceliğini bütün annelere, babalara, bütün komşularımıza anlatmamız lazım, değil mi? … marifet iltifata tabidir, öyleyse bunları yapan bir iktidar milletinden ne istiyor? Diyor ki ‘Gel, oyunu da bize ver.’"
Hitap ettiği gençlerin bu konuşmadaki gerçek dışılığı ve kasıtlı çarpıtmaları fark etmesi zor. Devlet bütçesinin vatandaşın ödediği vergilerden oluştuğunu düşünmeyen birinin, propaganda uğruna kamu bütçesinin uğradığı zararın öğrenci başına payının, öğrencinin kitabına ödeyeceği miktarın çok üzerinde olduğunu, dolayısıyla bedava sandığı kitabın maliyetini misliyle ödediğini anlaması olanaksız. Erdoğan’ın önüne çıkarılan gençlerin teksir makinesinin günümüzün fotokopi makinesi anlamına geldiğini ve okullarda parasız kullanıldığını, her öğrencinin kitaba, deftere, kaleme rahatlıkla erişebildiğini bilmesini de bekleyemeyiz. Ama bu ölçüde bir çarpıtmayı “Bizden önce üniversite mi vardı” diyen birinden rahatlıkla bekleyebiliriz.
Popülist politikacılar böyledir, hiç değişmezler; zamanı, şartları ve koşulları inkar ederek gerçeğe ulaşma imkanı olmayanları yalanlarıyla maniple ederler. Bir zamanlar Özal, cep telefonunu biz getirdik demişti. Özal, Türkiye’ye Mozambik’le eşzamanlı giren cep telefonunun yayılma hızını kendi iradesine bağlamıştı. Onunki yalan değil, makul bir çarpıtmaydı. “15 sene önce evlerde fırın, buzdolabı bulabiliyor muyduk?” diyebilen Erdoğan’ın “Kitap, kalem, defter bulamazdık!” demesi sizce masum ve makul bir çarpıtma sayılabilir mi?
https://www.cumhuriyet.com.tr/video/erdogandan-buzdolabindan-sonra-firin-aciklamasi-1003596