Kocaman bir memeye dönüşümün hikâyesi
Eserlerinde cinsellik, aile ilişkileri, Yahudi kimliği, Amerikan toplumu ve politikası gibi konuları işlerken tartışmalara yol açan Roth, ‘Meme’ kitabında gerçekleştirdiği dönüşüm ile insan doğasını, bedensel arzularını ve zihinsel kuruntularını derinlemesine inceliyor.
Kardelen TATAR SİNECAN
Amerika'nın en büyük romancılarından biri olarak anılan ve yaşamı süresince Pulitzer, PEN/Faulkner ve Booker gibi pek çok saygın ödüle layık görülen Philip Roth’un erken dönem eserlerinden 'Meme', bir adamın kocaman bir memeye dönüşümünü anlatıyor. Kullandığı dönüşüm metaforuyla birçok sanatçıya ilham olan Kafka’nın klasikleşmiş eseri 'Dönüşüm’ü bambaşka bir boyuta taşıyan yazar, adeta dönüşümün kendisi oluyor. Roth, okuru bir yandan kendi bedensel arzularının ve zihinsel kuruntularının içine çekerken, bir yandan da gerçeklik algısıyla oynuyor.
Bir sabah uyandığınızda artık hayatınızı bir meme olarak sürdüreceğinizi söyleseler, ne yapardınız? Toplumsal konuları ayrıksı ve ironik bir dille irdelemesi sebebiyle pek çok eleştirmen tarafından Amerika’nın 'bela yaratan' yazarı olarak tanımlanan Philip Roth, edebiyat dünyasının en cesur dönüşümlerinden birini kaleme alıyor.
Eserlerinde cinsellik, aile ilişkileri, Yahudi kimliği, Amerikan toplumu ve politikası gibi konuları işlerken sıkça tartışmalara yol açan ve üslubu oldukça kışkırtıcı bulunan Roth, 'Meme' kitabında gerçekleştirdiği dönüşüm ile insan doğasını, bedensel arzularını ve zihinsel kuruntularını derinlemesine inceliyor.
BEN BİR MEMEYİM!
Bir Roth şaheseri olarak anılan 'Meme’de, her şey Gogol ve Kafka uzmanı bir karşılaştırmalı edebiyat profesörü olan David Kepesh’in kasığında ortaya çıkan bir ağrı ile başlıyor. 38 yaşında, sağlıklı, kendini biraz fazla ciddiye alan ve aklı başında sayılabilecek biri olan romanın başkahramanı David, bir sabah uyandığında günümüzün Gregor Samsa'sı gibi değişime uğruyor. Kafka'nın kahramanı dev bir böceğe dönüşürken, Roth’un kahramanı David Kepesh ise kocaman bir memeye dönüşüyor. David hastanede kendine geldiğinde özel olarak hazırlanmış hamağına gömülü yatan, gözleri görmeyen, elleri olmayan, 1.80 metre boyunda, 70 kilo ağırlığında bir memedir artık. Bu dönüşümü, “Bazı şeyler ötekilerden daha şaşırtıcı biçimde tuhaftır ve ben de onlardan biriyim” diye açıklayan romanın başkahramanı, meme oluşunu ise şu cümlelerle ifade ediyor: “Ben bir memeyim. 18 Şubat 1971 tarihinde gece yarısı ile sabahın dördü arasında, sonradan 'masif hormonal iç akıntı', 'endokrinopatik değişiklik' ve/veya 'kromozomlardaki hermafrodit bir patlama' olarak tanımlanan bir değişim oldu gövdemde. Ve beni her türlü insancıl kalıptan kopuk bir meme bezine, ancak rüyada ya da Dalí’nin resimlerinde görülebilecek bir memeye dönüştürdü. Amerikan futbolu topuna ya da zepline benzer bir biçimim olduğunu söylüyorlar. Yetmiş beş kilo ağırlığında (eskiden seksen kiloydum), yine bir seksen uzunluğunda, sünger dokusunda bir şey olmuşum…”
YA DA ÇILDIRIRIM!
Yahudi kimliği sebebiyle küçüklükten itibaren antisemitizme ve zorbalıklara maruz kalan Roth, 'Meme' ile okuru bir nevi kendi kimlik arayışına da tanık ediyor. Terapisti Dr. Klinger’in, doktorların, hemşirelerin, eşi Claire’in ve babasının, onu artık bir meme olduğuna ikna etmeye çalışmalarına karşın yeni kimliğini kabullenmekte zorlanıyor. O yeni kimliğinin bedensel arzularıyla kıvranıp zihinsel kuruntuların içinde kaybolurken çıldırdığını, delirdiğini kabullenmeye hazır olsa da çevresindekiler ondan makul olmasını ve yeni doğasını kabul etmesini istiyor. Roth, David’in yaşadığı dönüşümü kendi kimlik arayışının gölgesinde şöyle kaleme alıyor: “İnanın, meme olmak etiketine zerrece aldırmıyorum. Tam tersine bu etiket, yapmam gerekeni yapmamı, ben olmaya devam etmemi sağlıyor. Çünkü ben değilsem kimim? Ya da neyim? Ya kendim olmaya devam ederim ya da çıldırırım - sonra da ölürüm.”
GERÇEK İLE DELİLİK
Seçkin Selvi çevirisiyle Can Yayınları’ndan yayımlanan kitap, Roth’un erken dönem şaheserleri arasında sayılıyor. Yazarın tanınmasında büyük etkisi olan eser, gerçek ile delilik arasında sınırları zorluyor. 72 sayfalık kitap, akıcı bir dile ve mizahi bir anlatıma sahip. Sayfalar boyunca, derin içsel monologlarla neden bir memeye dönüştüğünün yanıtını arayan David’in gerçekle delilik arasında gidip gelen çırpınışlarına şahit olurken, aradığı cevabı yine kendini ve hayatını adadığı edebiyatın içinde buluşuna da tanıklık ediyoruz.
“Belki de bu, benim bir Kafka, bir Gogol, bir Swift olma tarzımdır” diyen David şöyle devam ediyor: “Ben o değişimi kendim yaptım. Sözcükleri yaşama dönüştürdüm... Görmüyor musunuz, ben Kafka’yı bile aştım.”
“Kim daha büyük sanatçı, o harika dönüşümü hayal eden mi, yoksa harika bir biçimde o dönüşümü gerçekleştiren mi?” diye soran edebiyat profesörü David Kepesh, çalkantılı ruh halini okura iliklerine kadar hissettiriyor. Bir çırpıda okunan bu tuhaf değişimin tanığı olarak okura yaşam, arzular, değişim ve gerçeklik algısı üzerine düşünmek kalıyor. Kim bilir belki biraz da kendi dönüşümünü gerçekleştirebilmek…