Google Play Store
App Store

Yıllar önceydi.

1970’ler. Lise talebesiyiz. 18-19 yaşlarımızda bir gün. Karaköy-Kadıköy arasında seyreden Şehir Hatları vapurunda, can kardeşim “Şerafettin” ile seyahat halindeyiz. Şöyle tavana doğru baktı ve şunu söyledi: “Batsa da kurtulsak...”

Yanlış hatırlamıyorsam, 3 ya da 4 kişilik arkadaş grubu olarak, hepimiz birbirimize bakakaldık. Bir yandan da etrafı “kesiyorum” bir duyan olmasın diye. “Nasıl yani?” diye sorduğumu hatırlıyorum bizim Şerafettin’e ve şu yanıtı aldığımı:

“Yani, vapur batarsa şu tavandaki ve koltuk altlarındaki can yeleklerini kullanıp da kurtulmayı test edebiliriz belki...” İlginç bir mizah anlayışı vardır, 56 senedir bir gün bile ayrılmadığım can kardeşim, bizim Şerafettin’in. Hâla zaman zaman öyle espriler patlatır, sohbet arasında. Bu olayı, düşmekte olan bir uçaktan paraşütle atlamaya, ya da başka vasıtalara da uyarlayarak fıkra gibi anlamışımdır hep. Türkiye’nin bugün geldiği kapkara noktada, insanların (mecazen) “tavanda ya da koltukların altındaki can yeleklerine” bakarak içlerinden neler geçirdiklerini merak eder olduk. Çünkü insan doğası gereği, bir tehlike vukuunda tutunabileceği bir can simidi, can yeleği ya da paraşüt arayışındadır.

Böyle tarihi dönemeçlerde, alternatif arayışları bir “kurtarıcı” beklentisi, zirve yapar toplumsal düzeyde. Bu ülkenin geçen yüz yıllık tarihinde, böylesi “kurtarılmayı” beklediği fırtınalar, kasırgalar çok yaşanmıştır. Hani şu “Yok mudur kurtaracak bahtı kara mâderini?” sözlerine cevaben edilen o ünlü sözdeki gibi “Bulunur elbet kurtaracak bahtı kara maderini” duygusuyla da buna bir şekilde erişmiştir. Bugün, o konumda gördüğü siyasi odak, Cumhuriyet Halk Partisi olarak ortaya çıkmıştır. 31 Mart seçiminde seçmen böylesi güçlü bir mesaj vermiştir. Kasım 2023’te en azından yönetici kadrolarıyla “değişime” uğrayarak yepyeni bir liderle yoluna devam eden CHP, 1977 yılından bu yana ilk kez “Birinci Parti” olarak tebarüz etmiş ve vatandaşın “Gelin ve bir an önce bir seçimin yolunu açarak bizi bunlardan kurtarın” talebine muhatap olmuştur. Oysa ki partinin yeni lideri Özgür Özel, bu mesajı ve talebi, adeta algılamak istemezcesine, “Türkiye’nin yumuşamaya ve normalleşmeye ihtiyacı olduğu ve sert muhalefetin Türkiye’ye zarar vereceği” varsayımından hareketle, sözünü ettiğimiz kitlelerin duyguları hilafına bir yol izlemektedir. Dahası, TBMM açılışında partili cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Şahsına değil, makamına saygı” gereği ayağa kalkma talimatı vermiş, kendi parti grubundan bile itaatsizlik ve tepki görmüş, birkaç gündür yaptığı açıklamalarla da “Gerekirse yine gider bire bir görüşürüm elini sıkarım” söylemleriyle Erdoğan - Bahçeli ikilisinin adeta “Hah... Şöyle... Hizaya gelin bakalım... Bizim elimizi sıkmaya ihtiyacınız var” (bir nevi Yenikapı ruhu) tavrıyla dönen değirmene, “kova kova su taşımaktadır”.

Bununla da kalmamış, Türkiye’yi bugünkü felaket tablosuna 22 yıldır götüren “Ben, ben, ben, ben” diye özetlenebilecek “Erdoğanvari” zihniyetin benzeri bir “Ben, ben ben” tavrına girişerek “Hata yaparsam da, benim hatam, ben öderim faturasını” sözlerini sarfedebilmiştir. Oysa ki sayıları on milyonlarla ifade edilebilecek geniş halk kitlelerinin umudu durumundaki siyasetçilerin yaptıkları hataların bedelinin o kitleler tarafından ödendiği gerçeği ortada iken, çıkıp da “Ben öderim. Benim sorunum” diyebilmek, ya siyaseti bilmemek ya da ne söylediğinin farkında olmamakla açıklanabilir. Ana muhalefet lideri Özgür Bey, bir yandan da 31 Mart öncesinden başlattığı şu “Anket, anket, anket” saplantısından kurtulamadığını, her fırsatta göstermektedir. Anketlerin “her yerde doğru aday belirlenmesine vesile olduğunu, seçim zaferinin de buna bağlanması gerektiğini” söyleyerek siyaset yapan Özel, kim ne sorarsa ya da derse desin, “Anketlere bakarız” diyerek yanıt vermekte, şu anki durumu da “Birkaç puan daha azalsa da, yine iyi bir yerdeyiz” diye izaha çalışmaktadır. Özgür Bey, siyasetin “kılcal damarlarından” yani en temel düzeydeki parti örgütlerinde mücadeleden yetişmiş deneyimli bir siyasetçi olmasına rağmen, “anket” derilen şeyin, kitlelerin nabzını tutabilmenin sadece “bir yan yöntemi - aracı” olduğunu gayet iyi bilmesi gereken biridir.

Her şeyi anketle ölçmek gibi bir saplantının, CHP’ye de, yönetici kadrolarına da, kendisine de bir katkı yapmayacağını hatırlaması icap eder. Parti içindeki farklı kanatların kendisine muhalefeti, eski genel başkanın (bence de artık bıktıran) “giderek kızışan rekabet görüntüsü”, bir takım (şahsi) iddialarla yıpratılmak istendiği yolundaki izlenimler, ya da bizim bilemediğimiz başka faktörler, Özgür Bey’i zorluyor olabilir.

Ama ortada, ertelenemeyecek, sulandırılamayacak ve “asla yumuşamaması gereken” bir ciddi muhalefet görevi öylece durmaktadır.

Bu görev de, kitlelerin her alanda taleplerine “Daha sert, daha kararlı, daha inançlı, daha yüksek sesle” sahip çıkarak “mücadele ateşine daha fazla odun atmakla” başarılabilir. CHP’yi ve Özgür Bey’i “el uzatarak, yumuşatarak, yatıştırarak,” yatıştırmak isteyen muktedir yıkım ekibi, ancak böyle avuçlarını yalayabilir, ülke ancak böyle “umut olarak sarılabilir” ana muhalefet partisine.

Can simidi, can yeleği, paraşüt... Her neye benzetirseniz benzetin. “Delik” ya da “arıza” kaldırmaz. En iyi ve en kullanılabilir, en sağlam durumda olmalıdır. Sokağa iyi kulak verin.