Attila Aşut
yazievi@yahoo.comKoltuk korkusu neler yaptırıyor?
Ülkemiz, Cumhurbaşkanlığı seçiminin en güçlü adayı Ekrem İmamoğlu’na yönelik Saray darbesinin ardından toplumsal bir deprem yaşamışken 23 Nisan günü İstanbul’da meydana gelen 6.2 büyüklüğündeki doğal depremle bir kez daha derinden sarsıldı. Can ve mal kaybına yol açmadığı için sevinip avunduğumuz bu yeni sarsıntı, pek hazırlıklı olmadığımız yakın gelecekteki büyük İstanbul depremini yeniden anımsatması bakımından çok uyarıcı oldu. Ne var ki merkezi ve yerel yönetimlerin sıkı işbirliğinin yaşamsal önem taşıdığı bu süreçte bile iktidar, muhalefetin yönettiği belediyeleri yok sayma tutumunu sürdürüyor. Nitekim Cumhurbaşkanı başkanlığında deprem önlemlerinin görüşüldüğü AFAD Merkezi’ndeki toplantıya AKP İstanbul İl Başkanı bile çağrılırken İBB’den kimsenin çağrılmaması, bu ayırıcı ve partizan yaklaşımın en taze örneği idi. İstanbul’da deprem çalışmalarını yürütmesi gereken İmamoğlu ve şehir plancısı arkadaşlarının, merkez üssü Silivri olan son sarsıntı sırasında Silivri zindanında bulunmaları ise filmlere konu olacak trajikomik bir siyaset sahnesi olarak belleklerde yer aldı.
Ülkede işler böyle yalapşap yürütülmeye çalışılırken iktidarın Ekrem İmamoğlu düşmanlığı hiç hız kesmiyor! Neredeyse “devlet politikası”na dönüştürdüler düşmanlıklarını. “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” gibi dünyada eşi bulunmayan nadide “Türk Tipi Tek Adam Rejimi”ni mimarı ve baş savunucusu Devlet Bahçeli de, ortağının hapse attığı İBB Başkanı’na her zamanki şifreli diliyle laf sokmaktan geri durmuyor. MHP Genel Başkanı, depremle ilgili demecinde, "Unutulan ve kaderine terk edilen İstanbul”dan söz ederek şöyle diyor:
"Devlet-millet dayanışmasıyla, dahası İstanbul’un ehline ve hak eden ellere emanetiyle olası felaketlerin üstesinden gelmek mümkündür.”
Bahçeli’nin “siyaseten” ettiği böyle sözlere alışığız! O da çok iyi biliyor ki halk, tam üç kez, üstelik her seferinde artan oy oranıyla İstanbul’u en “ehil ve hak eden” bir Başkana, Ekrem İmamoğlu’na “Şehremini” (kentin güvenilir kişisi) olarak emanet etmiştir. Ama “Cumhur İttifakı”, halkın seçtiği belediye başkanlarına ne yazık ki çalışma olanağı tanımıyor. Muhalefetin elindeki yerel yönetimlere düşmanca davranıyor. Cumhurbaşkanı, “silkeleyin bunları!” diye kamuoyu önünde bakanlarına talimat veriyor…
Bahçeli, Türkiye’nin gündeminde depremin ana konu olmasını istiyor. Ne güzel! Ama bu konuda en duyarlı belediye başkanlarıyla deprem uzmanı bürokratların siyasal gerekçelerle neden inatla cezaevlerinde tutulduklarını sorgulama gereğini duymuyor. Oysa İBB soruşturmasında hukuksuzluk o kerteye vardı ki artık tutukluların avukatları, hatta avukatların avukatları bile gözaltına alınmaya başlandı! 27 Mayıs’ın olağanüstü Yassıada yargılamalarında bile görmedik böylesini! Ne yapılmak isteniyor? Şimdi sıra, savunma hakkını hepten kaldırmaya mı geldi? Ekrem İmamoğlu, bu duruma haklı olarak isyan ediyor:
"Yeter artık! Kimsiniz siz, kime ve neye hizmet ediyorsunuz? Kimden öğrendiniz bu usulleri? İnsanların namusuna ve haysiyetine saldırmaktan hicap duymuyor musunuz?"
∗∗∗
“Heybedeki turplar” söylemiyle başladı bütün bu akıl almaz operasyonlar. Oysa Yozgat’ın Cumhuriyet Meydanı’ndaki mitingde “Turpunan, şalgamınan devlet yönetilemez; devlet adaletle yönetilir” diye haykıran çiftçi Abdullah Amca, Tayyip Erdoğan’ın heybesindeki hormonlu bütün turpları çöpe attı! Ama toplumdaki büyük uyanışı ve iktidarı değiştirme kararlılığını görmeyerek hâlâ o çöplükte boncuk arayanlar varsa yolları açık olsun!
HAFTANIN NOTU
Tabelasına bile tahammül yok!
Son günlerde öne çıkan siyasal gelişmeler yüzünden bu olayı yazmakta hayli geciktim. Ama yine de kısaca değinmekte yarar görüyorum. Çünkü ülkedeki çürümeyi yansıtan bir başka örnek gibi duruyor…
Ankara’nın Çayyyolu semtindeki Konut-1 Çarşısı’nın karşısında yıllardır yeşil alan olarak kullanılan bir arazi vardı. Demokrasi Parkı’na bitişik olduğu için orayı da bu parkın uzantısı sanırdık. Meğer özel mülkmüş. İyi de, mülk sahipleri otuz yıldır neredeydiler? Oranın özel kişilere ait olduğunu gösteren bir tabela bile asmamışlardı. Herkesin belediyeye ait sandığı ağaçlıklı yeşil alan, bir gecede iş makinelerinin hışmına uğradı! Ağaçlar kesildi, kalıplar yapıldı, betonlar döküldü. Hızla yükselmeye başladı yapı. Şimdi devasa bir spor kompleksi yükseliyor orada. Semt sakinleri, “Keşke belediye burayı yıllar önce kamulaştırıp parka katsaydı ne iyi olurdu!” diyor ama artık çok geç…

Neyse, olan olmuş, bari geride kalan Demokrasi Parkı’nı koruyabilsek! Doğal bir koru görünümündeki arazi yapılaşmaya açılınca Demokrasi Parkı’nın alanı yarı yarıya küçüldü. Ama kalanı korumak da pek kolay olmayacağa benziyor. Bir ucundan denemeler başladı bile! Adi bir hırsızlık mıdır yoksa “demokrasi düşmanlığı”ndan kaynaklı bir siyasal saldırı mıdır bilmiyorum ama parkın kocaman sarı metal tabelası bir gece sökülüp götürüldü. İnsan, aynı alandaki yapılaşma ile bu olayın bir ilintisi var mıdır diye düşünmeden edemiyor…