Google Play Store
App Store

2007 yılının Ekim ayın da Lordlar Kamarası “Tüm dünyadaki Müslümanları etkileyen dini bir entelektüel ve barış girişimcisi olarak

2007 yılının Ekim ayın da Lordlar Kamarası “Tüm dünyadaki Müslümanları etkileyen dini bir entelektüel ve barış girişimcisi olarak Fethullah Gülen’in etkisini anlamak” içerikli bir toplantıya ev sahipliği yaptı. Dünyanın en ünlü üniversitelerinden 45 akademisyen bu doğrultuda makalelerini ve araştırmalarını sundular. Bu yazının konusu elbette ki bu değil. Ama söz konusu entelektüel dünyaya katkı ise burada biraz durup nefeslenmek gerekiyor. Cemaatin entellektüel dünyaya katkı ölçüsü nedir ben bilmiyorum ama bildiğim bir şey var o da entelektüel olabilmek için beslendiğiniz kaynağın da o dünyaya ait olması gerektiğidir. Doğa resimlerinin üzerine Gülen’in sözlerini yazmak, vaaz kasetlerini basıp basıp çoğaltmak, hüngür hüngür ağlaklık, her iktidar döneminden peydahlanmak, güç karşısında el pençe durup nimetlenmek, devletin ağzı kolu kanadı olmak, entelektüel dünyaya bir katkı değil karşıtlıktır.Daha açık bir deyimle entelektüel dünyanın üzerine kustuğu her şeyi bağrınızda taşıyorsunuz demektir. Devletin kucağında el bebek, gül bebek büyütülen cemaatçilik birbirini besleyen, zaman zaman birbirini ile çatışan ama sonuç olarak hep uzlaşan bir yapıya sahiptir. Amaca giden yolda her şeyin mubah sayıldığı bir Makyavelizmcilik tam da bu duruma uymaktadır.
Entelektüel dünyaya katkıyı “Hitabet Çiçekleri’’ sunmak sanan bir ahmaklık elbette ki o çiçekleri yalan ile sulamaya devam edecektir. Vaaz verdiği camilerin kenarına serpiştirilen ve “Hoca’’ konuştukça “Allahhh’’ nidalarıyla kendini yerlere atarak “ver coşkuyu’’ gazcılığıyla yaratılan hava içerisinden bakarsanız, elbette ki dünyayı devletim, milletim, dinim tekerlemesi ile yorumlarsınız. Bütün anlayış bu üçleme üzerine inşa edilince ortaya gönüllü muhbircilik çıkar. İşte bu anlayışın sahipleri cemaat üyelerine “terörist, Anarşist’’ belledikleri solcuları devletin askerine, polisine bildirmeyenleri Allah katında sorumlu ilan edecek kadar pervasızlaşabilir. ''İstihbarat duysun, emniyet duysun, askeriye duysun, başbakan duysun, riyaset-i cumhuriye duysun. ''Polise, askere kurşun sıkan hainlere mahkemelerde ceza verilmezse ne devlet kalır ne de millet'' diyerek de kendinizi doğrularsınız.
O meşhur sızıntı-larına göz atarsanız 12 Eylül Cuntasına nasıl bir gönül desteği sunduğuna, sunduklarına tanıklık edersiniz. “Asker’’ ve “Son Karakol’’ başlıklı başyazılar, Cuntaya minnet ve teşekkürlerle doludur.  ''Ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe istihalelerin son kertesine varma dileğimizi arz ediyoruz.'' Tabi ki bunun karşılığını da gördüler. Gülen her yerde aranıyordu ama o her yerde elini kolunu sallayarak gezme özgürlüğüne sahipti. Bugün demokrasi savunuculuğu yapıyormuş gibi yapanlar o zamanlar 12 Eylül anayasasına “Evet’’ oyu çıkması için canhıraş çalışıyorlardı. Cemaatlerle cuntacıların el altı görüşmeleri cuntacıların anayasa ile meşruluk kazanmalarını ve daha rahat hareket etmelerini sağladı.  Cunta ile boy verdiler, serpildiler, büyüdüler. Varlıklarını devletin kendilerine sundukları hoşgörü ile her yerde örgütlendiler. Kimin kime sızdığının belli olmadığı bir yapılanmayla yol aldılar. Gülen cemaati sol düşmanlığını, tüm yayın organlarında Kontra ağzı ile sunmaktan hiç vazgeçmedi. Öyle ki türban eylemlerini eleştirirken bile, eylemi yapan kişilerin arasında anarşi çıkarmak isteyen solcu erkeklerin bulunduğunu söyleyebilecek kadar düştü. Devletle paralel ve eş güdümlü çizgileri elbette ki tek bir amaca hizmet ediyordu. ''Durmadan hazırlanmalıyız. Hem de hiç durmadan... Zamanı gelince, uygun boşluk bulunca maratona geçeriz. Bazıları benim için korkak diyor. Ama bazen hasımdan kaçmak, çok çok önemli bir manevradır. Takiyyeciliğin piri olarak nerede duracaklarını, hangi tarafta yer alacaklarının en ince hesaplarını yapıyor olmaları bu yüzden hiç şaşırtıcı değil.
''Birileri haksız yere laikliğe ve demokrasiye hücum ediyor'' diyen de,''Askerler, bazı sivil kesimlerden daha demokrat'' diyen de onlardı. Dün demokrat dediklerine bugün darbeci demeleri bir tutarsızlık gibi gözükebilir ama öyle değil. Burunları iyi koku aldıklarından ve hatta o kokuyu birileri burunlarına dayadıklarından dolayı çok iyi biliyorlar. Ayaklarını sistemin yorganına göre uzatıyorlar.
Ve bugün cemaatin sözde gazetesi tarafından, BirGün’ü  "Ergenekon'un solcu gazetesi" olarak lanse etmeleri cahilliğin ötesinde başka bir anlam taşıyor. Başımıza demokrasi havarisi kesilenlerin, hayatlarında bir kez bile olsun demokrasi mücadelesinin içinde bulunmamış olmaları bir yana, emek düşmanlığından tescilli olduklarını unutuyorlar. Bu yanıyla Kontra kültürüne katkılarından bahsetmek daha doğru olacaktır. Kontra-haber ve onun kankacılığı konusunda kimsenin ellerine su dökemeyecekleri tarihsel olarak zapta geçmiştir. Bu ülkede yaşanan her hak gaspından, her işkenceden, her faili meçhulden, her kayıptan siz de sorumlusunuz. Bir dönem Ergenekon denen yapılanmanın gönüllü haber ajanları olarak çalıştığınızı unutmuş olabilirsiniz ama mutlaka birileri size bunu hatırlatacaktır.
Belki de karın ağrısını bundan dolayı çekiyorsunuzdur.