Google Play Store
App Store

İstanbul’un müzik kültürünü gözler önüne seren Fatih Akın’ın İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek, belgeseli yeniden izleyiciyle buluşuyor. Belgeselin bugün yayınlanması yalnızca nostaljik bir anlam ifade etmiyor, aynı zamanda 20 yıl önceki Türkiye’ye özgün bir pencereden bakış imkânı sunuyor.

Köprünün altından çok şarkılar aktı

Işıl Çalışkan - Gazeteci 

Medeniyetlerin buluşma noktası, şarkılara, filmlere, romanlara, resimlere konu olmuş yedi tepeli şehir; İstanbul… Yaklaşık on altı yüzyıl boyunca sevinçleri, acıları, umutları, isyanları havasıyla, Boğaz’ıyla, taşıyla toprağıyla bugünlere taşımış metropol. Doğu’yla Batı’nın buluştuğu, buram buram tarih ve kültür kokan şehir…

Yüzyıllar boyunca İstanbul’a yüzlerce şarkı yazılmış, peki ya o bir şarkı olsaydı nasıl olurdu? Sözleri, müziği neye benzerdi? Hangi duyguları hissettirirdi? Rock mı olurdu arabesk mi? Rap mi olurdu yoksa caz mı? Şu an her birinizin zihnindeki duygu fırtınasına şahitlik etmek isterdim… Bu konu yalnızca benim değil Almanya’da yaşayan yönetmen Fatih Akın’ın da ilgisini çekmiş. Akın, 20 yıl önce çektiği İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek belgeselinde bu düşünceden yola çıkmış. İstanbul’un müzik kültürünü çeşitli tarz ve müzisyenlerle gözler önüne seren belgesel, şimdi MUBI aracılığıyla yeniden izleyiciyle buluşuyor.

Alman grup Einstürzende Neubauten’ın bas gitaristi Alexander Hacke’nin İstanbul’a gelişiyle başlayan belgeselde Hacke, akla gelebilecek her yerde profesyonel müzik kaydı yapmayı sağlayan, “sokak kaydı” adını verdiği bir yöntemle İstanbul’un müzik çeşitliliğini kaydediyor. Hacke’nin anlatımıyla şekillenen belgeselde kimler yok ki? Baba Zula’dan Ceza’ya, Duman’dan Müzeyyen Senar’a, Sezen Aksu’dan Selim Sesler’e, Brenna MacCrimmon’dan Erkin Koray’a… Belgeselin bugün yayınlanması yalnızca nostaljik bir anlam ifade etmiyor, aynı zamanda müzisyenlerin kişisel tarihine doğru da bir yolculuğa çıkarıyor ve 20 yıl önceki Türkiye’ye özgün bir pencereden bakış imkânı sunuyor. Akın, belgeselinde notalar aracılığıyla ülkenin anatomisini çiziyor.

OTEL ODASINDAN ÜLKENİN MÜZİK TARİHİNE

“Konfüçyüs der ki; yeni gittiğiniz bir yerdeki kültürü, derinlikleri, sığlıkları anlamak için o ülkenin müziğini dinleyin.” İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek Siya Siyabend’in kurucularından “Bizon Murat”ın bu anlamlı hatırlatmasıyla başlıyor. Hacke, şehrin kalbi Beyoğlu’ndaki bir otel odasından uzanıyor ülkenin müzik tarihine. Başlıbaşına bir belgesel konusu Beyoğlu’nun müzik tarihi. Özellikle o yıllarda… Her köşe başında ayrı bir müzik yankılanıyor. Ara sokaklarıyla, gece kulüpleriyle, yeraltı barlarıyla ve sokak müziğiyle… Gönül isterdi ki yalnızca Beyoğlu’nda nostaljik kalan sadece tramvay olsaydı. 2000’lerin başından bu yana AKP iktidarının bilinçli adımlarıyla kültürel çoraklığa maruz bırakılan İstiklal Caddesi, özellikle Gezi Direnişi’nin ardından yine iktidar eliyle kültür ve sanattan uzaklaştırıldı, rejimin propaganda merkezi haline getirildi. Belgesel, bu üzücü gerçekliği de ortaya koyuyor.

Alexander Hacke’in ilk durağı, psikedelik müziğin ülkemizdeki önemli temsilcilerinden Baba Zula oluyor. 1996 yılından beri kendi bestelediği parçaları seslendiren grup, geleneksel Doğu kökenli enstrümanları elektronik öğelerle harmanlıyor. Müziğin “kök”lerine inip kendi paylarına düşeni modern bir sunumla günümüze taşıyor grup üyeleri. Anadolu coğrafyasından izler taşıyan grubun üyelerinden Murat Ertel, bir söyleşimizde, “İnandığımız bu yoldan da sapmadık” demişti. Gerçekten de öyle. Grubun kıymeti ülkede ne kadar anlaşılıyor bilinmez ama Hacke, 20 yıl önce bile bunu anlamış görünüyor.

“Bu şehir her geceyi sever / Bu şehir adamı söver / Bu şehir kadınını döver / Bu şehir kanımızı emer / Bu şehir için ölmeye değer / İstanbul elinden öper…” İstanbul’a dair hislerini anlatan bu şarkıyla Hacke, Türkçe rock müziğin önemli gruplarından Duman’la tanışıyor. Kaan Tangöze, “İstanbul bir rock kenti” diyor. O zamanlar rock müzik yalnızca İstanbul’da değil tüm Türkiye’de popüler. Teoman, Şebnem Ferah, Özlem Tekin, Redd, Mor ve Ötesi müzik sektörünün başrolünde. Birçoğumuz için özlemle hatırlanan zamanlar…

YALNIZLAR RIHTIMI’NDA YALNIZIZ

Rock müziğin nev-i şahsına münhasır gruplarından bir diğeri Replikas’a geliyor söz. “Buralıyız ve buranın müziğini yapıyoruz kardeşim” diyor grup üyeleri. Rock müziğin efsane ismi Erkin Koray’ın yol göstericileri olduğunu söylüyorlar. Derken Erkin Baba’nın “aykırı”lığı mevzubahis oluyor. Hem yaşamında hem de müziğinde. Koray, “Yalnız başladım, uzun yıllar yalnız devam ettim. Ben hâlâ kendimi bazı alanlarda yalnız görüyorum” diyor ve ekliyor: “Ben başladığımdan beri hep engellerle karşılaşmışımdır. Hâlâ bile önümün açık olduğu söylenemez. Ben Türkiye için hep fazla bulunmuşumdur başladığımdan beri.” İnce bir sızıya neden oluyor bir sene önce aramızdan ayrılan Erkin Baba’nın bu sözleri. Telif hakları nedeniyle yaşamı boyunca mücadele eden sanatçının hayata gözlerini yummadan önceki son paylaşımında bile Türkiye’deki müzik sektörüne sitem içeren sözler yer alıyordu. Albümünü Kanada’da bulunan bir plak şirketi aracılığıyla çıkaracağını şu sözlerle duyurmuştu Koray: “Valla, memleketin bu hukuki arızaları bende hiç heves bırakmadı. Sizin de kazanmış olduğunuz mahkeme dosyalarınızın üzerine bir çizgi çekip, çapulcuya ‘sen devam et’ dense, sizde de aynı şey olur!” Bize kalan şarkılarıyla “Yalnızlar Rıhtımı”nda daha yalnızız şimdi.

Hacke, o dönemde henüz yeni sayılabilecek genç bir müzisyenle tanışıyor. Hip-hop müziğin ülkemizdeki önemli temsilcilerinden Ceza. Hiphopun “ciddi konuları” ilgilendirdiğinden bahsediyor. O zamandan bugüne rap müzik epey yol katetmiş. Hatta günümüzde altın çağını yaşıyor ama bu geniş havuzda rap’in Fuat Ergin, Çağrı Sinci, Gazapizm, Şanışer, Ozbi dışında toplumsal meseleleri ne kadar önemsediği tartışmaya açık…

ROMAN MÜZİĞİ VE  KEŞAN’DA YAŞAM

İstanbul’un zengin etnik yapısında Roman müziğinin payı da kayda değer elbette. Hacke’in dikkatini çeken bir diğer müzisyen de gırnata ustası Selim Sesler oluyor. Müziğin izinden giderek benim de memleketim olan Keşan’ın yolunu tutuyor Hacke. Yerlilerin 3’te 2’sinin Romanlardan oluştuğunu ve fasıllarda çalınan müziklere bayıldıklarını söylüyor. Selim Sesler bu dünyadan göçse de Keşan için 20 yılda değişen pek bir şey olmadı. Hüzün ve acıyı bir arada barındıran bu müzik türünü Keşan’da her saatte duymak mümkün. Hatta “Kapı gıcırtısına oynamak” tabirinin vücut bulmuş halidir Keşan’da yaşam. Zaman, mekân, sebep fark etmeksizin Roman havası çalıp oynayan insanlarla karşılaşabilirsiniz.

“Siya siyabend CD’leri, Siyasiyabend CD’leri… Kibre, aşağılık kompleksine iyi gelir…” Yolu İstanbul’dan geçen birçok kişi Siya Siyabend’in solisti Bizon Murat’ın bu sözlerine denk gelmiştir. İstanbul sokak müziğinin en önemli değerlerinden Bizon Murat olmazsa olmazdı bu belgeselde. Yazıyı, müziğin dünyayı değiştireceğine inandığını söyleyen Siya Siyabend’in Hayyam’ıyla noktalayalım: “Hiç hiçbir şeyi bilmiyorlar, bilmek istemiyorlar / Hiç hiçbir şeyi görmüyorlar, görmek istemiyorlar / Şu cahillere bak, dünyanın sahibi onlar / Şu cahillere bak, dünyanın hâkimi onlar / Onlardan değilsen eğer, sana zalim derler / Onlara aldırma Hayyam. Dostum.”