Gençlerin ruh sağlığını bozan toplumsal etkenlerin etkisini bireysel düzeyde ortadan kaldırabilir miyiz? Geleceğin birçok mümkünü içerdiğini görebilmek, bu mümkünlerden birisini seçmek için gereken takatı genç nereden bulabilir?

Korkma, bitmez gençlerin kıyısında olduğu mümkünler*

Davranış bilimlerinden çok şey bekliyoruz. “Bu durum”u (hangisi olduğunu siz seçin) açıklamak bir uzman görüşünün kaldırabileceği yük değil. Yine de içinden geçerek yaşadığımız krizler dizisinde ortaya çıkan durumlara akıl erdiremediğimizde bunun “akıl işi” olmadığını düşünmeye yatkınız; o zaman aklın olmadığını ya da yer değiştirdiğini varsaydığımız durumlarla ilgilenen bilim ve uygulama alanlarından bir şeyler söylemesini bekliyoruz. Onlardan da “akla yatan” bir açıklama gelmezse, yıldız haritalarına bakmaya sıra geliyor. 

Durumun bir başka yanı da var: Toplumun bir krizden çıkıp ötekine girdiği; deprem, savaş, pandemi gibi milyonların hayatını altüst eden olayların üst üste geldiği; şiddetin çocuklara, engellilere, yaşlılara ve kadınlara yöneldiği; tahammülsüzlüğün sokakları kapladığı durumlarda psikiyatrlara, terapistlere güya şakayla karışık söylenen sözlerden birisi, “işleriniz çok artmıştır herhalde” oluyor. Oysa toplumsal düzeydeki karmaşanın tırmandığı, geleceğe ilişkin beklentilerin karardığı zamanlarda tek tek bir iş yaparcasına ele alınıp çözümlenebilecek tipte, bildik ruh sağlığı bozuklukları anlamındaki “işler” değil artan. Toplumun soluduğu psikolojik havanın kirlenmesine, toplumsal iklimin bozulmasına bağlı olarak ortaya çıkan ruhsal dünyamızın verdiği tepkiler artıyor. Deprem döneminde sıkça tekrarladığımız gibi “anormal durumlara tepkilerimiz normal olamaz”.

Ruh sağlığının bir parçası olan başkalarıyla anlamlı ilişkiler kurarak birlikte yaşama ihtiyacının karşılanmasını bozan kutuplaşmaları düşünün. Başkasıyla ilişki kurabilmenin temel taşı bir başkasına güvenebilmek. Güncel yaşamsal durumumuza bakın: Seçimde hile yapılmadığına, oy verdiğimiz kişilerin bize yalan söylemediğine, bir yerlerde bilmediğimiz işlerin dönmediğine inanmakta güçlük çekiyoruz. “Aslında” neler olduğunu kestirmeye çalışıyor, gerçeğin bize gösterilmeyen bir yanı olduğuna inanıyor, gerçeğin ne olduğu hakkındaki tahminlerimizi duyduğumuz, gördüğümüz her yeni bilgi ile güncelleyerek, bir o gerçek bir bu gerçeğin önünde sürükleniyoruz. 

Çocuklar ve gençlerin ruhsal gelişiminin ana çıktılarından birisi büyümelerine paralel olarak gerçeği sahteden, doğruyu yanlıştan ayırabilir hale gelmeleridir. Çocukluktan gençliğe geçişi kapsayan ergenlik dönemi ise gerçeğin kendilerine göründüğü (ya da gösterildiği) gibi olduğundan büyük şüphe duydukları ve sorguladıkları zaman dilimidir. Bu şüphe bir yerde devrimci, ilerici bir görüntü taşısa da, şüphe bir fabrika ayarına döner. Şüpheden şüphe duymak akla gelmez. 

Çoktan seçmeli sınavların, hangi yanıtın doğru olduğunu yanlışları ayırt ederek bulmanın yorgunu olarak büyüyen ergenlerin (ve büyümüş olanların) hayattaki seçimlerini benzer ikilemlerde nasıl yaptıklarını bilmek zor. Ama çok soru çözmüş olmak, daha önce çıkan sorulara bakmak, dağarcığı genişletmek, kendi cevabından şüphe duymayana kadar pratik yapmak faydalı olur. Başkasının yaptığı yanlışlar ölçüsünde ergen öne geçer! Toplumsal seçimlerdeki fark, başarılı olmak için çok sayıda kişinin doğru seçeneği işaretlemesini istemektedir, rekabet kişiler arasında değil, cevaplar arasındadır.

Kriz zamanlarında, yaşamın tehlikeli ve tehditkâr olduğu, kararlarımızın kısacık zaman dilimlerine sıkıştığı dönemlerde gencin gerçeği algılayış ve değerlendirişi, ve reaksiyonları (“cevapları”) giderek otomatikleşir. Dağılmanın, yolunu kaybetmenin korkusuyla girdiği yolun dışına çıkmaktan kaçınır. Otomatikleşmiş, otomatiğe “bağlanmış” kararlar, gerçeğin bildiğimiz gördüğümüz gibi ya da kuşku duyduğumuz gibi olduğunda ısrar etmemizi, öyle olmadığını düşündürecek bilgi akışına kapalı olmamızı getirir. 

Toplum belirsizliğin arttığı, tekinsizlik hissi yaratan ve geleceğin giderek sislendiği koşullarda “tehlikedeyiz” ruh haline kayar. Tehlikedelik algısıyla meşrulaştırılan yıllara yayılmış siyasi baskı ya da ekonomik ve sosyal eşitsizliğin getirdiği “altta kalma” baskısı gibi etkenler yarattıkları sürgit uzayan bir stres ile kimsede takat bırakmaz. 

Otomatiğe “bağlanmış” bir karara karşı koyabilmek, gözden geçirebilmek, sürüklenme ile değil irade ile alınan bir karar verebilmek için ise bir ek “efor” gerekir. Bu ek efor bir takat meselesidir. Takadı kalmamış toplumlar, o andaki durumu sürdürme yönünde olan otomatik kararlara yatkınlaşır. 

Gençlerin ruh sağlığını bozan toplumsal etkenlerin etkisini bireysel düzeyde ortadan kaldırabilir miyiz? Geleceğin birçok mümkünü içerdiğini görebilmek, bu mümkünlerden birisini seçmek için gereken takatı genç nereden bulabilir? 

Ergenler ve gençlerin bildikleri ve alıştıklarının dışına çıkma “efor”unu canlı tutmak, ruh sağlıklarını koruyucudur. Bunun için yetişkinlerin onlara bir şey yapması, örneğin iyimser olun, ânı yaşayın demesi, umut vermesi pek gerekmez. Gençlerin kendilerini canlı tutmak için buldukları yolları denemelerine “izin vermek” (gölge etmemek) ile başlanabilir.

Yetişkinlerin gençlerin bu yollarını tıkamaya otomatik yatkınlıkları olduğunu düşünürsek, yetişkinlerin de ciddi efor göstererek kendilerini “tutma”ları, umutsuzluklarını dönüştürmeleri gerekecektir. Yetişkinlerden beklenen bu eforun (ya da yıllar sonra aklıma gelen kelime olarak takadın) “bütün mümkünlerin kıyısında”ki bir gençteki karşılığı ise kendine güvenene güvenmek, uzun yoluna seçimlerini yaparak devam etmek olur. 

*Turgut Uyar’ın şiirinden çok alıntılanan, hatta kişisel gelişim sloganı bile yapılan dizelerden vazgeçemeden bir esinle. Şiirin tümünü okumanız en iyisi. "Belki de sevmek bir seçenek değil, sadece kalpten gelen bir şeydir, İçime işlemişsin, çıkarıp atamıyorum Bütün mümkünlerin kıyısındayım."