Covid 19 salgınının ilk aylarında yerlere göklere sığdırılamayan başta doktorlar olmak üzere sağlık emekçilerine yönelik giderek artan bir tepki oluşmaya başladı. Artık, tutuklayın bu doktoru, susturun bu bilimciyi kampanyaları görünür oluyor. Handiyse salgından ve bitmemesinden doktorlar sorumluymuş gibi bir hava esiyor.

Her zamanki masonik gizli bağlantılar, aşı, ilaç şirketleriyle çıkar ilişkileri, toplumun aşı ile denetim altına alınacağına dair komplo teorileri sosyal medyada yayılmaya başladı. Bilime olan inanç bilim karşıtlığına/ düşmanlığına evriliyor. Gerçeklere değil hislere göre kanaat geliştiriliyor. Zamanın ruhuna da uygun bu hal katlanarak çoğalıyor.

Doktorlara ve bilimcilere, önce şöyle söylüyordun şimdi böyle söylemeye başladın, itirazları yükseliyor ve bu durum doktorun yalancılığı ya da art niyetine bağlanıyor. Bu hal basitçe bilim okuryazarlığının çok düşük olmasıyla, bilimsel düşüncenin işleyişini bilmemekle açıklanabilir gibi durmuyor.

Korkuyoruz…

Hastalık ve ölüm, her geçen an daha çok yaklaşan bir ateş çemberinin içinde kalmışız hissi yaratıyor. Nerdeyse hepimizin en az bir tanıdığı hastalığa yakalandı ya da öldü. Hastalık ve ölüm rakamlarında her evden bir insan var gibi. Yas ve korku iç içe geçerek ruhumuzu kaplıyor.

Ruhumuzu işgal eden korku “akılcı düşünme işlevimizi” bozar. Olayları nesnel değerlendirme, neden sonuç bağlantılarını kurabilme, bildiklerimizle olan bitenler hakkında akıl yürütme işlevlerimiz zedelenir. En basit hali sınav korkusu yaşayanlarda görülür. Sınav anında çok heyecanlananlar, basit matematik işlemlerini bile yanlış yapar, iki ile ikiyi toplayıp beş bulurlar. Sınavdan sonra korkunun etkisi geçtiğinde yaptıkları hataları nasıl yapabildiklerine kendileri de şaşırırlar ya bu durumun en basit örneğidir.

Yapılan araştırmalar Covid 19 hastalarında “beyin sisi” olarak tanımlanan bir durumun geliştiğini ve kimi zaman aylarca sürdüğünü gösteriyor. Bellek, dikkat sorunları, şaşkınlık, zihni bulanıkmış gibi hissetme, sanki içinde bulunulan an ve yerde değilmiş hissi gibi belirtiler görülüyor. Neden olduğuna dair araştırmalar ve ön görüşler var.

Büyük, ölümcül korku ve tehdit durumları uzun sürdüğünde toplumun ortak aklının da sislendiğini ve akılcı düşünme becerilerinin bozulduğunu söylemek mümkün. Kaybedilmiş yakınların yası ve hastalanıp ölmenin korkusu bir arada aklımızı zorluyor. Aynı anda hem tehlikenin büyüklüğünü inkar ederek korkumuzdan sıyrılmaya hem de bir sorumlu- düşman bulmaya çalışıyoruz. Düşman arayışının ardında olayları başlatan bir “güç” olması beklentisi var. Bu düşünce (düşünememe) olayları bir güç başlatmışsa, aynı gücün sonlandırmaya da muktedir olduğu yanılsamasını sağlıyor. Düşmanı, bedenselleştirmek, insanlaştırmak, elle tutulur gözle görülür hale getirmek onunla mücadele etmeyi de kolaylaştıracak gibi geliyor.

Şimdi çoğu insana paradoks gelebilecek bir gözlemim var. Böylesi büyük felaketler, hele de böyle uzun sürdüğünde “dinselleşmiş” bir toplumda olayları Tanrının sınavı ya da cezasına bağlama eğiliminin güçlenmesi, Tanrının kaderine teslim olma halinin yaygınlaşması beklenirdi. Oysa ilgi çekici bir şekilde en azından Türkiye toplumunda bu hal pek görülmüyor.

Tersine içinde ne kadar çok akıldışı, bilimdışı argüman olsa da toplumun çoğunluğu salgını yeryüzü güçlerine bağlıyor ve çözümünü de bilimden bekliyor.
Doktorlara ve bilimcilere olan kızgınlığın kaynağı “salgını hala durduramamış, kesin tedaviyi bulamamış” olmaları. En kabası siz neden oldunuz siz çözmelisiniz olarak özetlenebilir. Tanrıdan medet umanların, ona sığınanların sayısı sanıldığı kadar çok değil.

İkincileyin büyük felaketlerde korkuyla dolu insanların güce sığınma ve ondan çözüm bekleme eğilimleri de güçlenir. Türkiye özelinde iktidar bu beklentiyi karşılamak bir yana insanları hastalığın ve ölümün kucağına atmış durumda. Dahası toplumdan beklediğimizi o yapıyor ve bir tür “işimiz Allaha kaldı” stratejisi izliyor. Bu stratejinin toplumun, iktidardakiler “ölen ölür kalan sağlar bizimdir” diye düşünüyorlar, algısını desteklemesi de cabası.

Salgın elbet bitecek. Ne yazık ki daha da büyük kayıplarla geride kalacak. Salgın bittiğinde yoksul daha yoksul, eğitimsiz daha da eğitimsiz halde olacak.
Ama sanki sağ kalacaklar arasında, yeryüzündeki sorunlarını göklerden gelecek kararlara bağlayan, çözümü öbür dünyada arayanlardan çok, yeryüzünde çözmek isteyenler çoğunluk olacak gibi görünüyor.