Korkudan korkulur mu?
Direnci kırılan birey korkudan korkarken, sürekli saldırıya uğramaktan, düzenle ters düşüp ağır bedeller ödeyen kişilerin yaşadıklarını yaşamaktan çekinir. Her korku atağında düzen karşısında kendisini biraz daha geri çeker.

Önder KULAK - Kurtul GÜLENÇ
Söz toplumsal sorunlar karşısında halkın tepkisizliğine geldiğinde, insanların birbirlerini sert biçimde eleştirdiklerine sıkça rastlanır. Belki de eleştirilerin en dikkat çekici hedefi, sorunların farkında olmasının ötesinde, bu sorunların kaynağını ve sorumlularını da görece bilen ama korktuğu için sessiz kalan kişidir.
KORKU
Korku öncelikle bir savunma refleksidir. Bu refleksin arkasında, bireyin kendini toplumsal anlamda yeniden üretebilme koşullarını koruma muhasebesi bulunur. Çünkü birey, düzenle doğrudan yüzleştiği, yani tepkisini etkin siyasal bir güç olarak toplumun hakim kurucu öznelerine yönelttiği ölçüde, hasmı tarafından belirli bir zarara uğratılmakla tehdit edilir. Bir bütün olarak halk tepkisi, yeterince dinamik ve örgütlü olduğu sürece, bu tehdidin önünde bir bariyer oluşturur. Ancak birey, tehdidin önünde herhangi bir mani olmadığında, etkinliğine bağlı olarak, olağan yaşam akışını bozan birtakım saldırılarla karşılaşabilir. Sözgelimi belirli bir süre esaret altına alınabilir. Bu gibi saldırılara ilişkin olarak korku, aslında son derece anlaşılır bir duygudurumudur.
Korku, anlatılan çerçevede, belirli bir nedene sahiptir. Dolayısıyla arkasındaki neden daha baştan göze alınamasa bile zayıflatılarak aşılabilir. Örneğin tepkinin ve içerdiği değişim isteminin haklılığının mümkün mertebe daha fazla insan tarafından sahiplenilmesi, karşı tarafta çok daha büyük bir korku yaratarak halktaki korkuyu sönümlendirir ve daha iyi yaşam koşulları adına birçok kazanımın önünü açar. Buna karşılık, sermaye iktidarının ikna yerine baskı ve zoru esas alan otoriter ve faşist formlarında korkunun arkasındaki neden çoğu zaman açık değildir. Zira korkunun nesnesi, nedeniyle özdeşleşmiştir.
Fromm otoriter ve faşist yapıların otorite içerimini irrasyonel olarak niteler.1 Böylesi bir içerimde düzen yaşamın her noktasında sürekli bireyin tepesindedir adeta. Onu “elinde sopası” hakim toplumsal ilişkilere tam bir uyum sağlamaya zorlar. Haffner’ın ifadesiyle, “arkadaşlarından kopmasını, … kendi fikirlerinden vazgeçip önüne konan fikirleri benimsemesini, insanları alıştığından farklı bir şekilde selamlamasını, hoşlandığından farklı şeyler yemesini ve içmesini, boş zamanını nefret ettiği birtakım faaliyetler için heba etmesini, bütünüyle reddettiği maceralar için kendisini emre amade kılmasını, geçmişini ve benliğini reddetmesini ve hepsinden önemlisi, bütün bunları yaparken her an en yoğun şekilde bir coşku ve minnettarlık göstermesini … talep eder.”2 Uyumun aksadığı ya da reddedildiği durumda ise kendisine zarar vermekle tehdit eder. Bu tehdide eşlik eden ölçüsüz baskı ve zor örnekleri, tüm halkı dehşete düşürmeyi amaçlar. Karşısında bir direnç olmadığı sürece de çoğu zaman başarılı olur. Bunun sonucu, direnci kırılan bireyler nezdinde korkunun süreğen kılınmasıdır. Korkunun artık belirli bir nedeni yoktur. Zira herhangi bir uyumsuzluk emaresi dahi bireyi hedef kılabilir. Büyük bir kesimin korkudan korktuğu, otoritenin hedefi olmaktan kendini sakındığı bir ortamın varlığıdır burada söz konusu olan.
KORKUDAN KORKMAK
Direnci kırılan birey korkudan korkarken, sürekli saldırıya uğramaktan, düzenle ters düşüp ağır bedeller ödeyen kişilerin yaşadıklarını yaşamaktan çekinir. Bu nedenle, işini, kariyerini, statüsünü, yaşam biçimini, özgürlüğünü, sağlığını ve nicesini kaybetmekten korkarak, her korku atağında düzen karşısında kendisini biraz daha geri çeker. Öncelikle, varsa böyle bir pratiği, verili olanlara karşıt ilişkiler içinde olmaktan, onları üretmek ve korumaktan kendini alıkoymaya başlar. Derken, kendisi bir şekilde uyum sağlarken düzenle uyumsuz olmayı sürdüren kişilerle iletişimini keser adım adım. Ancak bunlar da yeterli olmadığından, zamanla düzenin ritmini takip ederek, onun reddettiği hemen her şeyden uzak durmayı bir ilke misali benimser.
Bireyde korku bir savunma refleksi olarak başlar ancak korkudan korkma hali derinleştikçe geriye aslında savunulacak pek bir şey kalmaz. Çünkü korku tüketici bir nitelik kazandığında otoritenin yararına çalışmaya başlar. Öyle ki birey, savunmayı dilediği yaşamını ve kendisini kendisi kılan özelliklerini terk etmektedir. Hasmının saldırılarıyla yitirmekten korktuğu hemen her şeyi tam da kendi elleriyle teslim ettiği bir hipnozun içinde gibidir. Bir noktadan sonra ortada “çıplak hayat” dışında savunacak hiçbir şey kalmaz. Fakat o da giderek ağırlaşan geçim koşulları ve güvenlik sorunlarıyla çekilmez bir hal alır. Bu uğrağa erişmesiyle beraber, bireyin özgül varlığını koruyamayıp yitirdiği ve çıplak hayatın idamesi için kendini bütünüyle düzenin yanılsama örüntülerine açtığı bir tükenme süreci başlar. Müzelik birtakım korunumlar dışında büsbütün karşıtına benzemeye yönelir.
Birey korkutanların korkutuculuğu dışında korkudan korkmanın hiçbir makul açıklamasını yapamaz esasen. Belirli bir farkındalığa sahip olmasına karşın, yenilen tarafta olmaktansa elindekileri koruma karşılığında teslim olmayı seçer. Fakat neticede sadece savaşmadan yenilmiş olur. Bilmediği şey, korkususun düzeninin devamlılığını sağladığıdır. İktidarı kaybetmeleri onlar için yıkımla eşdeğer olduğundan, aslında toplumun hakim kurucu özneleri korkudan korkanlardan çok daha fazla korkarlar. Bu nedenle daha çok korkutarak korku iklimini mutlak kılmaya çalışırlar.3 Korkudan korkanlara bu gerçeği anlatmak ve korkutanların korkularının arkasında yatan nedenleri fiilen teşhir etmek, işte cesur olanların elinde düzeni tehdit eden iki mızraktır.
1 Erich Fromm, “Nevrozun Bireysel ve Toplumsal Kökeni”, Doğu Batı, sayı: 56, 2011,
ss. 107-115.
2 Sebastian Haffner, Bir Alman’ın Hikayesi, İletişim Yayınları, 2018, s. 11.
3 Aziz Nesin, Korkudan Korkmak, Adam Yayınları, 1998, ss. 13-15, 30-32.