14 Mayıs yaklaşıyor. Geçtiğimiz üç hafta boyunca iktidarın ana akım medyanın gündemine oturttuğu SİHA’lar, TOGG’lar ve silah gösterileri kısıtlı bir etki yaratabilmiş olsa da bir türlü dizginlenemeyen hayat pahalılığını unutturamadı. Haliyle iktidar -önceki seçimlerde yaptığı gibi- yine siyasetin en çirkinine başvurarak kutuplaştırmadan kaos tehditlerine uzanan nefret söylemiyle korku iklimini baskın kılmaya çalışıyor. Seçim tarihi yaklaştıkça iktidar mümessillerinin söylevlerinin neredeyse bir tür “iç savaş” çığırtkanlığına doğru büküldüğü görülüyor. Böylelikle yarattıkları korkuyla 4 Kasım öncesindeki etkiyi yaratarak, “kararsız” ya da sandığa gitmeyecek olan seçmen grubunun kaos korkusuyla çatışmadan kaçınmak için rejimin lehine oy verebileceğini düşünüyorlar. Bu nedenle muhalif tabanın değişim arzusunu seslendirmesine dahi mahal vermeksizin kullanılan “terör” yaftası şu anda toplumun yarısından fazlasını tanımlayacak ölçüde genişletildi. AKP’nin iktidarı kaybedebileceği her ihtimal şimdiden “darbe” olarak ifade edilmeye başlandı ve “seçim güvenliği” diyerekten oynanan oyunlara gün be gün bir yenisi ekleniyor.

***

İçişleri bakanının paralel bir seçim takip modülü oluşturduğu dün kanıtlarıyla ortaya serildi. Aynı içişleri bakanı bir gün evvel de “14 Mayıs siyasi darbe girişimidir” diyerek 15 Temmuz’un halkın sokağa dökülmesi sayesinde engellendiğini hatırlatmıştı. Gerçeklikten ne denli kopuk olduğunu LGBTİ+ ile ilgili yerli yersiz fantezilerinden bildiğimiz bakanın bu “örtülü çağrısını” tam kendi psikopatolojisine atfedecektik ki hemen arkasından Cumhurbaşkanı Başdanışmanı M. Uçum da “iktidar değişikliğinin Türkiye’nin tam bağımsızlığına darbe” olacağını söyleyerek bu dalaverenin seçime kadar örgütlü bir şekilde sürdürüleceğini gösterdi. Muhalefetin “terör” ile “iltisaklı” olduğuna yönelik karalama kampanyaları tüm hızıyla devam ederken F. Oktay ve peşi sıra B. Yıldırım da kervana katılarak “teröristlerin oyuna ihtiyacımız yok” diyecek kadar acayip bir vatan millet edebiyatına sarıldılar. Ancak en son Erdoğan noktayı koyarak “benim milletim Kandil’den aldığı destekle cumhurbaşkanı olana bu ülkeyi teslim etmez” sözleriyle büyük bir muammayı ortaya bırakıverdi. Sanki iktidara oy vermeyecek olanlara “boşuna sandığa gitmeyin, kaybetsek de iktidarı teslim etmeyeceğiz” der gibi atılan nutuk, 14 Mayıs günü yaşanabilecek olan şeylerle ilgili korkuyu perçinlemekten başka bir amaç taşımıyordu.

Açıkçası muhaliflerin AKP’nin hile yapacağına yahut da iktidarı bırakmayacağına dair endişeleri yersiz değil. Hülasa o gün neler yaşanacağının bir kısmını önceki deneyimlerimizden zaten biliyoruz: Evvela tüm üyeleri taze taze Erdoğan tarafından atanmış olan YSK’nın tıpkı referandumda yaptığı gibi oy sayımının son dakikasına kadar iktidar lehine her türlü “içtihat” hakkını kullanacağını biliyoruz. Afet bölgesinin ve göç alan kimi illerin değişen demografisinin yarattığı belirsizliğin iktidar aparatları tarafından ajite edileceğini biliyoruz. Hüda-Par’ın cumhur ittifakına kabul edilme nedeni olan “görevini” icra ederek doğu ve güneydoğu illerinde seçimi provoke edeceğini biliyoruz. Ana akım medyaya sunulan verilerin Anadolu Ajansı tarafından iletileceğini ve televizyonlarda iktidarın ilk dakikadan itibaren “açık ara” önde gösterileceğini biliyoruz. Tıpkı yerel seçimlerde olduğu gibi AKP tabanının erkenden coşkulu kutlamalarla sokağa taşınacağını, “atı alan Üsküdar’ı geçti” diyerekten yapılan algı yönetimiyle galibiyetin oldubittiye getirileceğini, bu sayede oy sayımının tamamlanmasıyla ortaya çıkabilecek bir mağlubiyetin de iktidar tarafından “şaibeli” ilan edileceğini biliyoruz. Kaybederlerse yine “hiçbir şey olmasa bile mutlaka bir şey oldu” diyeceklerini, sonucu kabul etmemek için her türlü çirkefliğe başvuracaklarını biliyoruz. Daha ötesi ne kadar çirkinleşebileceklerini artık tahmin dahi edemediğimiz için, Erdoğan iktidarını sürdürmek isteyenlerin “her yola” başvuracağını da bunlara eklemek zorundayız.

***

Peki, tüm bunlar muhaliflerin Erdoğan’ın istediği korkuya kapılarak vazgeçmesini sağlayabilir mi? Açıkçası şu günlerde ivmesi yükselen toplumsal muhalefet yıllardır üzerine atılan AKP yalanlarıyla boğuşmaya o denli alıştı ki ne “terör” ne de “darbeci” yaftası insanları korkutabiliyor. Halkın iktidarın karşısında sancak açan çoğunluğu ne tür bir karanlıkla boğuştuğunu tam da kendi tecrübeleriyle çok iyi kavramış durumda. Korku milyonları caydıramıyor ve yanı sıra Erdoğan’ın “benim milletim” dediği o “reisçi” azınlık dahi hır gür istemiyor, onun iktidarını kazasız belasız sürdürmesini istiyor. Haliyle zübük bir iç savaş çığırtkanlığıyla komşuyu komşuya düşman etmeye çalışan kadrolar bütün bir memleket karşısında komik duruma düşüyorlar. Bu nedenle Erdoğan ve kurmayları şu anda sinyalini verdikleri gibi mağlubiyet durumunda çekilmezlerse, emin olun ki en hakiki anlamıyla “millet” denilen şeyin ne olduğunu sonunda öğrenmek zorunda kalacaklar.